Yolsuzluğun panzehiri demokratikleşmedir

Yolsuzluğun panzehiri demokratikleşmedir

Yolsuzluğun panzehiri demokratikleşmedirYüksel IŞIK (*)CHP’nin soyut laiklik savunuculuğu ile AKP’ye karşı başarı elde edemeyeceğinin ayırdına...

A+A-

Yolsuzluğun panzehiri demokratikleşmedirYolsuzluğun panzehiri demokratikleşmedir

Yüksel IŞIK (*)

CHP’nin soyut laiklik savunuculuğu ile AKP’ye karşı başarı elde edemeyeceğinin ayırdına varmasıyla birlikte Türkiye, belgeli yolsuzluk haberleriyle çalkalanıyor. Şaban Dişli vak’ası ile başlayıp, Deniz Feneri ile doruğa çıkan rüşvet tartışmalarının içine tartışmayı başlatan CHP cenahından bir yerel yönetimin dahil edilmesi AKP’nin mızrağını çuvala sığdıramıyor. Nihayetinde Türkiye, laiklik savunuculuğu ve karşıtlığı üzerine kurulmuş bulunan muhalefet- hükümet ikilemini geride bırakarak, ilk kez, herkesi doğrudan ilgilendiren yolsuzluk gerçeğiyle yüzleşiyor.

Yakın tarihimiz gösteriyor ki, soyut rejim tartışmaları AKP’ye yarıyor. Her normalleşme girişiminde sihirli bir elin dikkatleri rejim tartışmasına yöneltmesi, dindarlık eksenli ideolojik hegemonyanın vahşi kapitalizmin kural tanımaz işleyişinin üstünü başarıyla örttüğüne işaret ediyor. Yapay olarak üretilmiş bulunan İslamcılık-laiklik tartışmasının ilk molasında ortaya dökülen yolsuzlukların Hükümet’in hal-i pür melalini de gösteriyor.

Bu noktaya gelinmiş olması çok önemli! Zira, çok değil, daha birkaç yıl önce, rüşvet ve yolsuzluğa yönelik ifşaatları nedeniyle AKP’den ihraç edilen Hatay eski milletvekili Fuat Geçen’in “Ali Dibo” vurgusu bile dikkatleri gerçeğe yöneltmeye yetmemişti. Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği performans, Hatay’da patlak veren “Ali Dibo”luğun bütün Türkiye’yi kuşatacak bir noktaya geldiğini gösteriyor. Bu açıdan gelinen nokta, Türkiye açısından bir başlangıca işaret ediyor. Her ne kadar, yolsuzluğun batağına batmamıza rağmen taraflardan birinin ihtiyaç duyduğu kahraman tipolojisine övgüler dizmesi; yolsuzluğu açığa çıkan tarafınsa çıkartanın geçmişinde toplumun kabul etmesinin zor olacağı tahmin edilen izler araması gibi eski hastalığımız nüksetse de, rüşvet ve yolsuzluk gerçeği üzerine düşünmemiz gerektiği kendisini dayatıyor.

Yolsuzluk, totalitarizmin ürünüdür

Rüşvet ve yolsuzluk olaylarının tarihsel bir derinliği var ve esasen insanlık tarihi kadar eski bir hastalık. Araştırmacılar, rüşvet ve yolsuzluğun başlangıcını devlet kavramının başlangıcına kadar götürüyor; tarihsel bulgular da, bu savı doğrular nitelikte görünüyor. Yolsuzluklar ve rüşvet üzerine araştırmalarıyla tanınan Pierre Pean ise, insanlık tarihinde bilinebilen ve belgelenmiş ilk rüşvetin tarihini İ.Ö.2000 olarak işaret ediyor. Üç büyük dinin çıkış noktası da olan Ortadoğu’da, Musa öncesi dönemde rüşvet yasaklanmış olması, hastalığın tarihsel geçmişi hakkında bize ipucu veriyor. Servet sahibi olmanın vazgeçilmez bir tutku olduğu ilk çağın en parlak uygarlığını kuran Yunan devlet memurlarının bol miktarda rüşvet yediği rivayet ediliyor.

Dünyanın her coğrafyasından Türkiye’ye; dünden bugüne rüşvet ve yolsuzluğu her yerde görebiliyoruz. Bu nedenledir ki, rüşvet ve yolsuzluğun önüne geçebilmek için çeşitli ahlaki ve hukuki önlemler geliştirilmeye çalışılıyor. Bu önlemlerin başında demokratik bir devlet kurmak geliyor. Dünya Saydamlık Örgütü’nün yayınladığı yıllık raporlar, yolsuzluk endeksi en yüksek ülkelerin totaliter rejimlerle yönetildiğini gösteriyor. Söz konusu tablo içinde Türkiye’nin tutunduğu pozisyonun da pek öyle övünülecek bir tarafı bulunmuyor.

Yolsuzluk, esas olarak, kamu otoritesinin bir kurum ya da kişinin lehine kullanılması anlamına geliyor. Şaban Dişli vak’ası da bunu gösteriyor. Gaziantep’teki fıstık tarım arazisinin el değiştirme sürecinde değerinin artmasıyla Hilton Oteli arazisinden kısa yoldan kar etme niyeti de kamu otoritesinin sürece dahil olduğunda nasıl sonuç verdiğinin iki çarpıcı örneğidir. Bu örnekler, siyasetin kent rantları ve ticaret üzerindeki tartışmasız etkisini gösteriyor. Sonuçta haksız yere el değiştiren kamu kaynağının ta kendisidir.

Bu da bizi, kamu otoritesinin sahip olduğu bilginin kullanım hakkının kimde olduğu tartışmasına götürüyor. Kamu otoritesi, yetkisini kullanırken, elinde tuttuğu bilginin esasen halk tarafından bilinmesi ve dolayısıyla açık olması gereken bir bilgi sorumluluğuyla davranmaktan çok, elindeki bilginin imtiyazını kullanıyor. Kamu otoritesi, elinde tuttuğu bilgiyi, ranta sahip olmak isteyenle paylaşırken, bu bilginin tuttuğu pozisyon gereği kendisinde olduğu gerçeğini görmezden gelip, kişisel becerisinin ürünü olduğu gibi bir arka plandan hareket ediyor. Bu arka plan nedeniyle çoğu zaman, üstlendiği rolü, kişisel ikbali için kullanabiliyor. Sonuçta eni sonu belli maaşlardan ibaret yasal gelirlerine rağmen, kentlerimizin etrafını saran lüks konutların içinde oturanların önemli bölümünün kamu yetkilisi olduğu dikkate alınırsa kişisel ikbal iddiası da yerli yerine oturuyor.

İhtiyacımız demokrasidir

Hukuksal düzenimiz, kamu otoritesini kullanan yetkiliye geniş bir inisiyatif alanı bırakıyor. Her şey, elbette kitabına uygun yapılıyor. Bu açıdan bakıldığında, Silivri’de yapılan imar değişikliğinde de, Hilton arazisine ilişkin plan önerisinin reddedilmesinde de hukuka aykırı bir durum yok. Zaten Şaban Dişli’nin politik kariyerinden vazgeçmesine neden olan olayın ortaya çıkmasını da mevcut hukuk sistemimiz değil, oluşan ranttan aldığı payı az bulan şirket yetkilisinin çabalarının tesadüfen de olsa Kılıçdaroğlu gibi doğru bir isimle buluşması sonucu sağlandığını biliyoruz. İntikam duyguları dışında hareket edilebilirse, benzer uygulamaların bütün kentlerde, özellikle Büyükşehirlerde gerçekleştiği kolaylıkla görülecektir. Herkesin gözü önünde olan İstanbul’da olup bitenlerden başımızı kaldırıp, Ankara’ya, Adana’ya, Gaziantep’e baktığımızda ihtiyacımız olan şeyin demokrasi olduğu anlaşılıyor.

Ortaya dökülen dosyalar, yönetsel sistemimizin eksikliklerini de gözler önüne seriyor. Merkezi hükümette de, belediyelerde de hesap verilebilirliği teşvik eden, katılımı özendiren, yurttaş eğilimini ölçen, uzman denetimine de, halk denetimine de olanak tanıyan bir hukuksal düzenleme bulunmamış olması, yolsuzluk yapanları cesaretlendiriyor. Denilebilir ki, hukuksal düzenlemelerinde söz konusu kavramlara yer veren ülkelerde de yolsuzluk yapılıyor. Hiç kuşkusuz, yolsuzluk oluşmasında, haksız mülk edinme ve zenginleşme gibi kişisel hırsların etkisi küçümsenemez. Ancak, yolsuzluğun yaygın hale gelmesinde, sistemin demokrasiyi dışlayan kapalı işleyişinin büyük payı bulunduğu da kuşku götürmez.

Türkiye’nin, Kürt sorunu ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere, bir dizi önemli problemi bulunuyor. Bu problemlerin yarattığı gerilim, yolsuzluk gibi, ekmeğimizi küçülten bir hastalığı da körüklüyor. Sistemin demokratikleşmesi, Kürt sorununu da, inanç özgürlüğü sorunsalını da çözme potansiyelini içinde barındırıyor. Hukuksal sistemimizi demokratikleştirebilirsek, kahramanlara duyulan ihtiyacımız da azalır. Zira, her ihtiyaç duyduğumuzda elimizin altında Kemal Kılıçdaroğlu olmayabilir!

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy88707 = 'isikyukselk' + '@';

addy88707 = addy88707 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text88707 = 'isikyukselk' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

88707 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


(*) gazeteci-yazar
Alevihaber.com - 3 Ekim 2008

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.