Yıldönümünde 'Kanlı Pazar' hesaplaşması

Yıldönümünde 'Kanlı Pazar' hesaplaşması

Yıldönümünde 'Kanlı Pazar' hesaplaşması 16 Şubat 1969'da Amerikan 6. Filosu'nu protesto etmek için Beyazıt'tan...

A+A-

Yıldönümünde 'Kanlı Pazar' hesaplaşmasıYıldönümünde 'Kanlı Pazar' hesaplaşması
 
16 Şubat 1969'da Amerikan 6. Filosu'nu protesto etmek için Beyazıt'tan yola çıkan işçi ve öğrenciler Taksim Meydanı'nda 'Allah Allah' diye bağıran bir grubun saldırısına uğradı. Olaylarda iki kişi hayatını kaybetti. Türkiye'nin 'Kanlı Pazar'ını 39 yıl sonra tarafların hafızalarında yokladık

Yıldönümünde 'Kanlı Pazar' hesaplaşması

'Kanlı Pazar', 20. yüzyıla ait evrensel bir tamlama. Ününü ve evrenselliğini barışçıl eylemleri 'kirletmesinden' alıyor. 'Her toplumsal mücadelenin bir kanlı pazarı vardır' desek çok mu abartmış oluruz?.. 1905'te Çar'a dilekçe sunmak üzere saraya yürüyen Petersburglu işçiler, yalnızca askerler tarafından katledileceklerini bilmiyorlardı; benzeri hadiselere de sıfat olacak bu karanlık söz öbeğiyle birlikte anılacaklarından da bihaberdiler. 30 Ocak 1972'de bu kez İngiliz askerleri sahnedeydi; Kuzey İrlanda'da eylem yapan silahsız sivilleri öldürdüler. İngiliz adaleti ateş eden askerleri temize çıkardı.

16 Şubat 1969'da ise, yani 39 yıl önce, buraların 'Kanlı Pazar'ı yaşandı. Amerikan 6. Filosu'nun yeniden Türkiye'ye gelmesi üzerine gösteriler yapılıyordu. O tarihlerde bu eylemlerden rahatsız olanlar da vardı elbette. Komünizmle Mücadele Derneği, halkı tepki göstermeye çağırıyordu. Bugün gazetesinde yazan Mehmet Şevket Eygi köşesinden şöyle sesleniyordu: "Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arası topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotofkokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır."

16 Şubat Pazar günü işçiler ve öğrencilerden oluşan büyük bir kalabalık Beyazıt-Gülhane-Dolmabahçe üzerinden Taksim'e yürüyordu. Meydanda saldırmak için bekleyenlerin olduğunu öğrendiler. Saldırı hazırlığı yapanlar toplu namaz kılmış, ellerinde satır ve sopalarla bekliyordu. Kalabalık Gümüşsuyu'ndan meydana çıkma hazırlığı yaparken polis 300 kişilik bir grubun meydana girmesine izin verdi, geride kalan binlerce işçi ve öğrenciyi barikatlarla önledi. Öte yandan satırlı sopalı bir grup 'Allah Allah' sesleriyle diğer taraftaki polis barikatını 'yardı' ve meydanda kalan 300 kişiye saldırdı. Olaylarda Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan hayatını kaybetti. Kitlesel bir eylem kanla bastırılmıştı.

O günü yaşayanlar, sekiz yıl sonra, 1 Mayıs 1977'de bu olayların daha beterinin gerçekleşeceğini bilseydi, belki 'ucuz kurtulduk' diye sevinirdi.

'Kanlı Pazar'ı, o günü bire bir yaşayanlardan, o gün orada olmasalar da dönemin toplumsal muhalefetinde öncü rol oynayanlardan dinledik. Ayrıca yazılarında 'Komünizmi getirmek isteyenlere karşı cihat çağrısı' yapan Mehmet Şevket Eygi'yle dönemin muhasebesini yaptık.

* * * * *

ORAL ÇALIŞLAR-Gazeteci
'Ergenekon tipi çalışan örgütler bunlar...'

Babam vefat ettiği için o dönemde ben Tarsus'taydım. Aynı gün biz de miting yapacaktık. 6. Filo'nun her gelişinde eylem oluyordu zaten. Sabah Tarsus'tan otobüslerle Adana'ya ulaştık. Fakat miting yapılamadı. Çünkü biz daha Adana'ya ulaşmadan miting alanını hazırlayan arkadaşları dövdüler. TİP Adana İl Başkanı Selahattin Aydın ve şimdi Vatan gazetesinde köşe yazarlığı yapan Necati Doğru da saldırıya uğrayanlar arasındaydı. Adana'da saldırı olması bir gerçeği ortaya koyuyor: Bu saldırılar merkezi bir güç tarafından organize edilmişti. Türkiye'de devletin içinde yasa dışı eylemler örgütleyen bir kuvvet hep var oldu. Askeri darbe koşullarının oluşması için 'Ergenekon' tipi çalışan örgütler bunlar... O gün biz ABD aleyhtarı gösteri yaparken saldıranlar Türk-İslam sentezcileriydi. Fakat kendi başlarına harekete geçmemişlerdi.

* * * * *

AYDIN ÇUBUKÇU-Yazar
'Getiririm 50 sopalı adam, hepsini dağıtırım'

16 Şubat günü toplu namaz kılan bir grup insan devrimci öğrencilere ve işçilere saldırdı. 'Kanlı Pazar'ı değerlendirirken önce 'toplu namaz' hadisesine bakmak lazım. Sabah namazları normalde kalabalıklar halinde kılınmaz. Olaydan birkaç gün önce başta Mehmet Şevket Eygi'nin kışkırtmaları ve çağrılarıyla insanlar sabahları kent merkezlerinde büyük kalabalıklar halinde toplu namaz kılmaya başladı. Toplu namaz hazır kuvvet bulundurmaya denk geliyordu. Belli ki bir tehdit gücü olarak duruyordu. Ne işe yaradıkları da 'Kanlı Pazar'da görüldü. Hükümetteki Adalet Partisi de açıkça onları destekledi. Dönemin Adalet Bakanı Faruk Sükan toplumsal muhalefeti yalnız devlet gücüyle değil kalabalıkların kuvvetiyle önleyebileceğini düşünüyordu. Hatta Demirel kendisine, "Ankara'daki eylemleri nasıl bitirmeyi planlıyorsun?" diye sorduğunda "Çubuk'tan getiririm 50 sopalı adam, hepsini dağıtırım" dediği rivayet edilir. 'Kanlı Pazar' olayları devrimci gençler arasında silahlı grupların ortaya çıkmasında büyük rol oynadı.

* * * * *

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ-Gazeteci
'Sola, sosyalistlere düşman İslamcı akım'

Olaylar yaşandığında bizler Ankara'daydık. Ben ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü üyesiydim. O günkü eylemin sonuçlarını merakla bekliyorduk. Radyodan ilk bilgiler geldi, fakat olayın boyutlarını esasen ertesi gün gazetelerden öğrendik. Barışçı bir yürüyüş düzenleyenlere polis gözetiminde saldırılması, silahsız insanların öldürülmesi büyük bir nefret ve öfke uyandırdı. Mücadelenin hiç de kolay ve sancısız geçmeyeceğini anladık. O olayları hiçbir zaman münferit bir hadise olarak görmedik. Bugünkünden farklı gibi gözükse de aslında temelinde farklı olmayan; sola, sosyalistlere, emeğe düşman İslamcı bir akım vardı. Komünizmle Mücadele Derneği gibi yerlerde örgütleniyorlardı. Taşrada TİP teşkilatlarına 1965'ten bu yana baskı yapılıyordu. Bu bakımdan ansızın olan bir şey değildi. Mehmet Şevket Eygi, Ahmet Kabaklı gibi dönemin bazı yazarları kışkırtıcı yazılarıyla saldıranların ideolojik önderliğini yaptı. Faillerin yakalanmaması bir yana, mağdurların kovuşturmaya uğraması hükümetin saldırganlardan taraf olduğunu açık bir şekilde göstermişti.

* * * * *

OSMAN SAFFET AROLAT-Gazeteci
'Savcı 'Bak siz de saldırmışsınız' dedi'

Kortejin en önünde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının oluşturduğu bir grup vardı. Peşlerinden biz geliyorduk. Beyazıt'tan Gülhane'ye vardığımızda Taksim'de birilerinin saldırı hazırlığı içinde olduğunu öğrendik. Devam edip etmeme konusunda tereddüt yaşandı; fakat sonunda devam etmeye karar verdik. Taksim'de polis barikatından ötürü meydanda çok küçük bir topluluk olarak kaldık. O sıralar biz And dergisini çıkarıyorduk. Ben Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) İstanbul Yönetimi'ndeydim. Daha sonra biz And dergisinde sopa ve bıçak dağıtan bir araç olduğunu, aracın plakasını ve bulunduğu yeri krokileriyle birlikte yayımladık. Savcı bunun üzerine beni tanık olarak çağırdı. Elimde sopa olan bir fotoğraf gösterdi ve "Bak siz de saldırmışsınız" dedi. Bizde hiçbir şey yoktu, saldırıya geçtikleri zaman kendimizi savunmak için etraftan bulduklarımızı kullanmıştık. Dönemin gençleri 'Kanlı Pazar' ve birkaç benzeri olaydan sonra silah taşımayı tartışmaya başladı.

* * * * *

FAHRİ ARAL-Bilgi Üniv. Yay. Yayın Yönetmeni
'İpin ucunu çekseniz Ergenekon'a kadar uzar'

Ben o zaman FKF üyesiydim ve Orman Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı'ydım. 'Kanlı Pazar', sekiz yıl sonra 1 Mayıs 1977'de yine kitlelere yöneltilmiş örgütlü şiddetin bir anlamda provası olarak da tanımlanabilir. Ancak sekiz yıl sonra komplocular daha deneyimlidir, devlet içindeki örgütlenmeleri daha 'derin'dir. Bu ipin ucunu çekecek olursanız, Ergenekon örgütlenmesine kadar uzar. O yıllarda gençlik örgütleri olarak düzenlediğimiz meşru ve yasal protesto eylemlerine karşı bu denli örgütlü bir komplonun hazırlanmış olduğunu bilemezdik. Bunu ancak bugün görebiliyor, daha sonra yaşananlarla bağlantı kurabiliyorum. O günlerde Mehmet Şevket Eygi'nin Bugün gazetesinde yazdığı tahrik edici yazılar, cihat çağrıları, Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti gibi kuruluşların provokasyona yönelik davranışları işin sadece bir yanıydı. Aslında komplonun temelinde az önce değindiğim gibi ucu bugünlere uzanan derin bir örgütlenme yatıyor. Ben mitingde görevliydim. Bulunduğum kol Dolmabahçe'den Gümüşsuyu'na doğru çıkıp Taksim'e girmek üzereyken birdenbire dağılmalar başladı. Mitingin önünde yürüyen grup meydana girmiş, anıtın etrafına doğru gelirken, Taksim Gezisi'nde sabahtan beri bekleyen, tahrik edilmiş grup, göstericilere saldırmaya başladı. Koşarak meydana doğru çıktım, kovalamalar sürüyordu. O dönemin fotoğraflarından da görüleceği gibi saldırganların ellerinde sopalar ve bıçaklar vardı. Ertesi gün Günaydın'da çıkan fotoğrafta saldırganın elindeki bıçak ve onu hiçbir şey yapmadan seyreden toplum polisi, ucu günümüze kadar uzanan tüm 'derin devlet' örgütlenmelerinin çok net ve açık tablosudur.

* * * * *

NECMİ DEMİR-Emekli
'Sıraselviler yolu kapalı olsa çoğumuz ölürdük'

Yürüyüşe beklenenin ötesinde büyük bir katılım oldu. Dolmabahçe'ye geldiğimizde, çeşitli şehirlerden getirilmiş kişilerin Dolmabahçe Camii'nde namaz kıldıktan sonra Taksim'e çıktıklarını öğrendik. Herhangi bir saldırı olması durumunda kendimizi savunacak donanımımız yoktu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Gümüşsuyu binasından topladığımız taşları yürüyüşçülere dağıtmaya çalıştık. Ama dağıttığımız taşların yol boyunca kenarlara bırakıldığını gördük. İnsanlar henüz kendilerini savunmak için bile bir şeyler yapmaya hazır değildi. Taksim alanına girdiğimizde ürkütücü bir hava vardı. Birden polis kordonu açıldı, 'Allah Allah' sesleriyle palalı-satırlı-sopalı bir güruhun saldırısıyla karşı karşıya kaldık. Sonradan öğrendik ki, bu polis barikatının açılmasını bir başka polis barikatıyla Taksim'e yürüyen göstericilerin önünün kesilmesi izlemiş. Böylece biz alana sadece 300-400 kişi girebilmişiz. Planlı bir kapana kıstırılmıştık. Şayet Sıraselviler yolu da kapalı olsa çoğumuz ölürdük. Saldırganların polis barikatını yarabileceklerini hiç sanmıyorum, bilinçli olarak bırakılmışlardı. Maksim gazinosunun olduğu yerde o zamanlar bir sinema vardı. Onun önünde parkamı çıkardım. Saldırganların çoğu Sakarya'dan getirilmişti. Bizlerin ne tip insanlar olduğunu bilmedikleri için hedef şaşırdılar. Yürüyüşle ilgisi olmayan başka insanlara da saldırdılar.

* * * * *

İLKAY DEMİR-Çevirmen
'Yankee go home ya da go hom be yahu!'

Gösteriye TİP Beşiktaş ilçesindeki arkadaşlarımla katılmıştım. Gümüşsuyu'nda bizi izleyen yaşlıca bir köylüyü hatırlıyorum. Niye yürüdüğümüzü, ne diye bağırdığımızı sordu. Amerikan 6. Filosu'nu gösterdik, amacımızı anlattık ve 'Yankee go home' dediğimizi anlattık. Çok duygulanmıştı ve 'Go hom be yahu' diye el kol hareketleriyle o da bizimle yürümeye başladı. Birileri çevreden taş almamızı söyledi, dinciler bekliyordu Taksim'de. Böyle kalabalık bir yürüyüşe kim müdahale edebilir diye düşündük! Sonra birden polisin engeli ve saldırısı başladı. İnsanlar Gümüşsuyu'ndan aşağılara doğru kovalandı. O uzun yürüyüş kolu darmadağın oldu. Arbedede ilçe arkadaşlarımla bağım koptu. Taksim'e girip, ne olup bittiğini görmek istedim. Polis erkekleri coplarken kenardan sıyrıldım ve Taksim'e girdim. Göz yaşartıcı bombalardan göz gözü görmüyordu. Çevredekilerle heykele doğru ilerleme çabamızı polis engelledi ve bizi Taşkışla yoluna doğru yönlendirdi. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Göz yaşartıcı bombaların bazen insana çok iyi geldiğini ilk kez orada öğrendim ve arkadan dolanıp Gümüşsuyu'na, üniversiteden arkadaşları bulmaya gittim.


Mehmet Şevket Eygi: Müslümanların da gösteri hakkı vardı

Halen Milli Gazete'de köşe yazarlığı yapan Mehmet Şevket Eygi 'Kanlı Pazar'ı dönemi içinde değerlendirmek gerektiğini düşünüyor. Yaşananlarda bir sorumluluğu bulunmadığını savunan Eygi'yle yaptığımız söyleşiyi e-posta aracılığıyla gerçekleştirdik.

Bugünden baktığınızda 16 Şubat 1969'da yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

O hadiseyi tek bir vak'a olarak ele almak yerine o günün siyasi, kültürel bağlamı içinde değerlendirmek ve anlamaya çalışmak gerek. O tarihte dünyada iki süper devlet vardı: ABD ve Sovyetler Birliği. Türkiye'deki bir kısım Marksistler ülkemizi Sovyet Birliği'nin bir uydusu haline getirmek istiyordu. Ben bir Müslüman olarak hiçbir zaman Amerikancı olmadım. Lakin o tarihte, ABD'yi ehven-i şerreyn (iki kötüden daha hafif olanı) olarak gördüm. Bu yüzden, ülkemde Marksist bir rejim kurulmasına karşıydım. Türkiye'nin Sovyet uydusu olması Müslümanlar ve İslam için büyük bir felaket olurdu. Direnme hakkımızı kullandık. Elbette Kamboçya'daki Pol Pot rejimine benzer bir rejime karşıydım ve gelmemesi için çalıştım. Şu husus unutulmasın ki, o tarihlerde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) gibi şiddete ve teröre yönelik Marksist gruplar vardı. Deniz Gezmiş'e 'mâsum fidancık' diyenlerle bu konularda anlaşmamız gerçekten zor.

Yazılarınızın o dönemde insanları kışkırttığı ve yaşananlara davetiye çıkardığı düşünülüyor. Bu konuda sizin fikriniz nedir?

Türkiye'de Marksist bir rejim kurulması için çalışanlar varken, bunların amaç ve eylemlerine karşı olan benim ve diğer Müslümanların seyirci olarak kalmamız beklenemezdi. Birileri kışkırtma diyebilir, ben halkı uyarmaya ve tedbir almaya çağırıyordum. 16 Şubat 1969 hadisesinde yurtdışındaydım. O tarihte cep telefonu yoktu, normal telefonla da, hac için bulunduğum Suudi Arabistan'dan ülkemle irtibat kurulamıyordu. Yaşananlar tarafımdan planlanmış, kasıtlı bir olay değildir. Marksistlerin, solcuların gösteri ve yürüyüş yapmaya hakları olduğu gibi Müslümanların da vardır.

Olaylarda iki kişi hayatını kaybetti. Gösteri ve yürüyüş hakkı biraz sınırı aşmış görünmüyor mu?

Yakın tarihteki bu gibi hadiselerin bütününe bakarak hüküm vermek gerekir. Müslümanlar sopayla saldırmış da, Marksist militanlar zeytin dallarıyla mı karşılık vermiş? İsrail başkonsolosu Elrom'u kaçırıp vahşice öldürenler Müslümanlar mıydı, yoksa Deniz Gezmiş'in arkadaşları mı?

Yaşananları ne zaman öğrendiniz?

Aradan günler geçtikten sonra, Cidde Havaalanı'nda yere atılmış bir Türk gazetesini okuyunca haberim oldu. 'Türkiye'de neler olmuş' dedim. İki kişinin ölümüne üzüldüm. Ölümlere sevinecek kadar gaddar değilim. Fakat bizi suçlayanların şunu bilmeleri ve anlamaları gerekir: Dindar bir Müslüman olarak Marksist eylemlerden son derece rahatsız ve tedirgin oluyorduk. Müslümanların pasif kalmalarını, kurbanlık koyunlar gibi beklemelerini uygun görmüyorduk.

Peki o gün uygun gördüğünüz gibi mi davrandılar?

Müslümanlar o gün oraya, Türkiye'nin Marksist bir kızıl rejimin pençesine düşmesini önlemek için gitmişlerdi. Müessif hadiseler olmuştur. Bunun sorumlusu kimlerdir? Müslümanlardır demek tek taraflı, âdil olmayan bir görüştür.

Olayları gösteren bir fotoğrafta, saldırganın bir göstericiyi bıçakladığı, polisinse olayı seyrettiği görülüyor. Söz konusu olayda ve genel olarak o dönemde polisle 'İslamcılar' arasında nasıl bir ilişki vardı? Polis sizce yaşananlara göz yumdu mu?

Bahsettiğiniz fotoğrafı görmedim. Benim bildiğim, polisle İslamcı kesim arasında doğrudan doğruya ilişki ve işbirliği yoktu. Bugün olduğu gibi Müslümanların ve İslamcıların içine ajanlar sokulmuş olabilir. Türkiye'de birileri Türklerle Kürtleri, Sünnilerle Alevileri, sağcılarla solcuları, dincilerle laikleri, karşı karşıya getirmek istemiş ve bu konuda hayli başarılı olmuştur. 16 Şubat 1969 hadisesi için kesin bir şey diyemem. Bu memlekette düzinelerce faili meçhul cinayet işlendi. Susurluk kazasında ortaya çıkan derin hadiseler aydınlığa kavuştu mu? Bunca karanlık ve şâibeli olay varken, bütün ilgiyi l969'da olmuş bir vak'anın üzerine yoğunlaştırmak ne dereceye kadar isabetlidir?..

Bazıları 'Kanlı Pazar'ın tam da bu 'derin' hadiselerin miladı olduğunu düşünüyor. Sizce o olayda da derin bir bağ olabilir mi?

Taksim'de tek taraflı bir saldırma olmadı, çatışma yaşandı. Oradaki Müslümanların çoğunluğu samimiydi. Araya ajanlar, provokatörler karışmış olabilir. 'Kanlı Pazar'ın bir milat olduğu görüşü bir kuruntudan ve kurgudan ibarettir. Bunlara inanmıyorum. Marksistlerle Müslümanların çatışması istenmiş olabilir, bu bir ihtimaldir. Böyle konuları çok ciddi, çok tarafsız, çok haysiyetli, çok dürüst ve âdil heyetler incelemeli ve ciddi raporlar hazırlamalıdır. Pascal ne demiş? "Pirenelerin bu tarafından kahraman, öbür tarafında haydut..." Tek taraflı düşünmeyelim.

EKİN KADİR SELÇUK
RADİKAL- 16 Şubat 2008

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.