"Yeni Bir Program, Yeni Kadrolar, Yeni Bir Manifesto İstiyoruz!"

"Yeni Bir Program, Yeni Kadrolar, Yeni Bir Manifesto İstiyoruz!"

"Yeni Bir Program, Yeni Kadrolar, Yeni Bir Manifesto İstiyoruz!" ABF'DEN ALİ BALKIZ'LA SÖYLEŞİAlevi Bektaşi Federasyonu başkanı Balkız,...

A+A-

"Yeni Bir Program, Yeni Kadrolar, Yeni Bir Manifesto İstiyoruz!" "Yeni Bir Program, Yeni Kadrolar, Yeni Bir Manifesto İstiyoruz!"

ABF'DEN ALİ BALKIZ'LA SÖYLEŞİ

Alevi Bektaşi Federasyonu başkanı Balkız, Alevilerin yanı sıra emekçilerin, Kürtlerin, işsizlerin, öğrencilerin ve farklı kesimlerin taleplerini taşıyacak yeni bir hareketin peşinde olduklarını söyledi.

Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, uzun zamandır düzenledikleri eylemlerle yükselttikleri taleplerini de taşıyacak, demokratikleşmeyi öne alacak yeni bir sol hareketi oluşturmak üzere farklı kesimlerle biraraya geldiklerini açıkladı. Balkız, SHP, 10 Aralık Hareketi, Özgürlükçü Sol ve bazı akademisyenlerin de içinde yer alacağı yeni bir hareketin ocak ayında partileşebileceğini açıkladı. Ekmek ve Özgürlük'ten Mustafa Bayram Mısır'a verdiği röportajda Balkız, hükümetin tavrını, taleplerini, Kürt hareketine olan yaklaşımlarını da açıklıyor. Derginin Aralık 2009 sayısında yer alacak söyleşiyi aktarıyoruz.

İki yıldır Alevi Bektaşi Federasyonu öncülüğünde "eşit yurttaşlık hakkı" talebiyle mitingler yapılıyor. Temel talepleriniz nedir; neden düzenliyorsunuz bu mitingleri?

Biz varız, ayaktayız. Bu ülkenin bir bileşeniyiz, Alevi ve Bektaşileriyiz, ülkenin ayrılmaz bir parçasıyız. Ancak sorunlar yaşıyoruz. Ülkemizde laiklik ve demokrasinin Batılı anlamda yeterince kavranamadığı, içselleştirilemediği, yerleştirilemediği, hukuku oluşturulamadığı ve pratiği yaşanamadığı için de Sünnilerle eşit olmadığımızı düşünüyoruz. Bu nedenle eşit yurttaşlık hakkı talepleriyle, geçen yıl 9 Kasım 2008'de Ankara Sıhhiye'de, bu yıl 8 Kasım 2009'da İstanbul Kadıköy'de 550.000 kişinin katılımıyla bahsettiğiniz mitingleri düzenledik ve istemlerimizi sıraladık. Temel istemimiz eşit yurttaşlık hakkıdır. Sorunlarımızın kaynağının Türkiye hukuk, Türkiye sistemi olduğu bilinciyle hareket ederek, kendi açımızdan şu taleplerde bulunduk:

* Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır, laik bir devlette böyle bir kurum olmaz.

* Zorunlu din dersleri seçmeli hale getirilmelidir, içeriği değiştirilmelidir, çağdaşlaştırılmalı, çeşitlendirilmeli ve çoğullaştırılmalıdır. Çünkü laik bir ülkede zorla Sünni din eğitimi ve herhangi bir din eğitimi öğretimi zorunlu olarak verilemez, verilmemelidir.

* Cem ve Kültür Evleri yasal statüye kavuşturulmalıdır. Alevilerin kendilerine özgü bir Tanrı ve ibadet anlayışları vardır. İbadethanelerinin adı da cemevidir. Cemevinde ibadet ederler. Orada yola girer, ikrar verir, on iki hizmetlerini görürler. Cemevleri  caminin alternatifi değildir. Başka bir şeydir. Bu yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.

* Alevi köylerine 12 Eylül'den bu yana giderek yoğunlaşan bir biçimde camiler yapılıyor. Cemaat olmamasına karşın Sünni imamlar atanıyor. Ve onlar günde beş vakit ezan okuyorlar. Her seferinde bahsettiğimiz gibi Alevilerin ibadethanesinin adı cemevidir. Bu politikalardan vazgeçilmelidir. Madımak Oteli müze olmalıdır. Çünkü orada devlet devletliğini yapmadı, 2 Temmuz 1993 tarihinde. Bir devletin varlık nedeni yurttaşlarının can güvenliğini korumaktır öncelikle. Ama o gün o tarihte Sivas'ta devlet bu görevini yapmadı, yapmak istemedi.  Sonuçta 35 insanımız hayatını kaybetti. Devletin bu anlamda bir özür borcu vardır, sadece Alevilerden  değil, sadece Sünnilerden değil, sadece Sivas'ta yaşayan Sivaslılardan değil, bütün insanlık aleminden bir özür borcu vardır. Bunun yerine getirilmesi gerekir ki, bunun ifadesi, oranın bir insanlık müzesi, bir ayıp müzesi haline getirilmesi ile olasıdır.

Bir başka talebimiz de başta Hacı Bektaş Dergahı olmak üzere, Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile daha öncesinde 2. Mahmut'un 1826'lardaki, şiddetle kapattıkları  nedeniyle, atalarımızdan bize kalan son mekanlarımız -başta Hacı Bektaş Dergahı olmak üzere, Şahkulu, Karacaahmet, Erikli Baba, Abdal Musa gibi- çokça dergahımız elimizden alınmıştır. Kimi onların kimi bizim müze statüsündedir; kimi de kira yoluyla, kira alınarak, kontrat yoluyla Alevilerin yönetimine bırakılmıştır. Buraların bize verilmesini istiyoruz. Taleplerimiz bunlar.

* Ama bunlarla yetinmiyoruz. Aynı dönemde, bu sorunlarımızın, ülkemizin temel düzeninden, sisteminden kaynaklandığı bilinciyle örneğin Kürt Sorunu barışçıl ve demokratik yollardan çözülsün istiyoruz.

"Nasıl bir Türkiye istiyoruz?" başlıklı bildirgeyi yayınlamaktaki temel hedefiniz, amacınız nedir? Mevcut siyasi güçler içerisinde alternatif bir Alevi siyasi gücü mü, partisi mi inşa etmeye çalışıyorsunuz? Yoksa bir sol birlik arzusu içinde misiniz? Bu bildirgenin, bu bildirgenin hazırlanmasında Alevi Bektaşi Federasyonunun rolü ve yeri nedir?

Bu bildirgenin ana teması  Türkiye'yi tartışmaya davet etmektir. Niye tartışmaya davet etmek? Çünkü ülkemizde biz solda, sol - sosyal demokrat bir yapıya ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.  Mevcut partiler ya sınıf partisi ya adı sol sosyal demokrat ama kendisi sağ statükocu, burada bir boşluk olduğunu düşünüyoruz. Bu boşluk böyle doldurulabilir. 2009 Mart Yerel Seçimleri sonrası, biz Federasyon olarak bir durum değerlendirmesi yaptık, Parlamentonun durumuna baktık,  seçim sonuçlarına baktık: Bu partilerle ülkemizin sorunlarının çözülemeyeceğini, bizim de kendi temel taleplerimiz yanında, Kürtlerin, işçilerin, emekçilerin, işsizlerin, öğrencilerin, sanatçıların taleplerinin karşılanamayacağı varsayımıyla böyle bir tartışma süreci başlattık. Bu tartışmanın sonu henüz alınmış değil. Buradan bir siyasi parti çıkar mı? Çıksın arzu ediyoruz. Ama bu asla ve asla Alevi siyasi partisi olmayacaktır, olmamalıdır. Geçmişte,  yakın tarihimizde yaşadığımız Türkiye Birlik Partisi, Demokratik Barış Hareketi ve Barış Partisi gibi bir oluşumu asla öngörmüyoruz. Bu bizim siyaset anlayışımıza da, laiklik anlayışımıza da, demokrasi anlayışımıza da ters. Ama buradan Alevilerin de içinde yer alacakları, yeni bir söz, yeni bir söylem yeni bir program, yeni kadrolar, yeni bir manifesto ile ülkemizde siyasete müdahale etmeyi amaçlamış vaziyetteyiz. Tartışmalar sürüyor...

Ufuk Uras'ın, 10 Aralık Hareketi'nin ve Sosyal Demokrat Halk Partisi'nin de içinde yer aldığı bir yeni partileşme süreci daha var. Onlar da toplantılar yapıyorlar, bu süreçle ilginiz nedir?

Andığınız hareketlerle temasımız var. Zaman zaman görüşüyoruz, zaman zaman toplantılar yapıyoruz. Onlar bizimle ilgili, biz de onlarla ilgiliyiz. Ümit ediyoruz ki, diliyoruz ki, "nasıl bir Türkiye?" sorusuna aynı yanıtları verenler aynı organizasyon içinde yer alırlar.

Bu çerçevede Kürt Özgürlük Hareketi'ne nasıl bakıyorsunuz. Kürt Hareketi, Türkiye'de Kürtlerin taleplerini temsil eden büyük bir siyasi güç haline dönüştü. Sizin bakışınız bu hareketle birleşmeyi de içeriyor mu? Nasıl bir perspektif taşıyorsunuz?

Bizim tutuşturduğumuz süreç  gerçekleşirse eğer,  DTP'nin dışında kalmış, PKK'nın dışında kalmış  Kürt kesimleriyle elbette birleşmeyi, buluşmayı arzu ederiz. Ama onlarla örgütsel birliktelik içerisinde olmayız, olmamız doğru olmaz. Çünkü DTP ve PKK etnisiteye dayalı, bir bölgeye dayalı belirli sorunlara dayalı bir siyaset yapıyor. Biz bütün Türkiye'yi düşünüyoruz.

Onur Öymen'in Dersim'e ilişikin açıklamalarına sizin de tepki gösterdiğinizi biliyoruz. Fakat genel olarak Aleviler arasında CHP'ye yönelik hayırhah veya ehven-i şer tutumu var. CHP ile Aleviler arasındaki siyasi mesafeyi açmak için Onur Öymen'in tutumu gerçek bir olanak olarak önünüzde durmuyor mu?

Onur Öymen anlaşıldı  ki, Türkiye tarihini bilmiyor. Bir diplomat, büyükelçi, bir konuya dair söz söylerken en azından onu kabaca da olsa bilmesi gerektiğini anlarız. Ve söylediklerinin ne anlama geldiğini, nereye gideceğini, gittiği yerde nasıl anlaşılacağını bilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hadi onun cahilliğine verelim. Ama kurum, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda cahil değildir, olamaz olmaması gerekir, cumhuriyetle eşit yaşta bir parti. Biz, Öymen'in istifasını istedik. Ve düşüncelerine uygun bir partiye gitmelidir. Ararsa öyle bir parti bulur. Bulamıyorsa bu düşünceye uygun bir parti kurulabilir. Yok CHP diyecekse ki, "bu nereden çıktı biz de aynen Onur Öymen gibi düşünüyoruz," o zaman bunu açıkça söylemelidir. "'Eğer CHP bunu diyorsa, başta Kılıçdaroğlu'ndan, özellikle Dersim kökenli olanlardan başlayarak CHP içinde bulunan milletvekilleri ve parti yöneticilerinin istifa etmesi gerekir', dedik. Çağrımız buydu. Ama parti, hem Onur Öymen'e sahip çıktı, hem o düşünceye sahip çıktı; hem Kılıçdaroğlu'nun "gereğini yapmalı" sözü boşa düştü, Yılmaz Ateş'in "şık olmadı" sözü hiç duyulmadı. Dolayısıyla CHP, "biz bu işi kapatalım" dedi, "kapatalım çünkü AKP kaşıyor; AKP, bu olay üzerinden Alevilerle CHP'nin arasını açmaya çalışıyor; Atatürkçü düşünce ile Atatürk ile Alevilerin arasını açmaya çalışıyor" gibi tezler ileri sürdüler. Hangi tezleri ileri sürerlerse sürsünler, tarih orada, Tunceli dağları orada, yaşanan katliam ve acılar orada... Tabii, "bir musibet bin nasihatten iyidir" denir, böyle bir nedenle de olsa konu Türkiye gündemine geldi, Tunceli'de 1937-38'de daha önceki yıllarda neler yaşandığını bilmeyen birçok aydın, gazeteci, yazar, sanatçı, politikacı, öğrenci, tarih meraklısı, Türkiye meraklısı bir çok insan dönüp Tunceli'de neler olduğunu bu vesileyle öğrenmeye çalıştı ve öğrenmeye de devam ediyor.  CHP böyle de, konuya böyle bakıyor da, AKP farklı mı bakıyor? Ya da geçmişte Mesut Yılmaz farklı mı bakıyordu?

Bu vesileyle "Alevi Çalıştayları" ve AKP'nin "Alevi açılımı" hakkındaki görüşlerinizi de alalım.

AKP ile CHP arasında, tıpkı  Dersim olaylarında olduğu gibi ya da Alevi taleplerinde olduğu gibi fark yok; Cumhuriyetin bütün hükümetleri birbirine benziyor. Konu Aleviler olunca, konu Kürtler olunca, devletin temelinde tek tip insan yaratma amacı olduğu için,  Türk ve Müslüman yaratma sevdası ve planı olduğu için aykırı olan herkesi silip süpürmek, yok saymak politikası o günden bugüne bütün hükümetler tarafından takip edile gelmiştir. AKP ise, evet Alevilerin de tarihinde,  Aleviler mitingler yapıyorlar, talepleri var, dinleyelim anlayalım düşüncesiyle Alevi Çalıştayı başlattı. 35 Alevi Örgütü temsilcisi, 3-4 Haziran 2009 tarihinde, gittik anlattık.  Sayın Bakan'a taleplerimizi, el birliği, ağız birliği, iş birliği yaparak sunduk. Ve dedik ki, bazı hükûmetler ne yazık ki, "Aleviler siz çok parçalı bulutlusunuz, biriniz bir şey istiyorsunuz, başka bazılarınız başka bir şey istiyorsunuz, hangilerinizin taleplerini yerine getirelim ki? Gidin aranızda buluşun birleşin, istemlerinizi birleştirin, bizde ona göre bakalım." Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller hep böyleydi. Bu kez Aleviler taleplerini birleştirip, hükûmetin önüne koydular; AKP'nin artık böyle bir mazereti yok. Bakın, önceki gün gazeteler yazdı, sayın Faruk Çelik, Kızılcahamam'daki istişare toplantısı sonrası kendisine "Alevi açılımı, Alevi Çalıştayı" ile ilgili sorular yöneltildiğinde "Alevileri birlik değil ki" düşüncesini sunuyor. Aynı şeyi Alevi Çalıştayları Moderatörü Necdet Subaşı yapıyor, 15 Kasım 2009 tarihli Sabah Gazetesinde... "Biz birleşin dedik,   birleşmediler" diyor. Neyi amaçladıklarını aşağı yukarı görüyoruz...

Cumhuriyet hükûmetlerinin yerleşik tutumu AKP tarafından da aynen sürdürülüyor.

Evet, aynen sürdürülüyor. Çalıştayda bu eleştiriyi gösteriyorlar ama önce mahkeme kararlarını  uygulasaydılar ya... AİHM Kararları var. Din dersleri ile ilgili.

Danıştay'ın da bir kararı  da var...

Bölge İdare Mahkemesi kararları da var. Bu kararları uygulamak için AKP'nin çalıştaya, açılıma ihtiyacı yok ki, olmaması gerekir.  Mahkeme kararları karşısında hükûmetlerin eli kolu bağlıdır. Erteleyemez. Uygulaması gerekir. Bu kararları uygulamamak anayasal bir suçtur. Hem de laikliğe karşı mücadelenin odağı olmak gibi bir suçtur. Ayrıca bu taleplerin içinde bazıları var ki; Madımak Oteli'nin müze olması, bu Kültür Bakanlığı'nın hazırlayacağı bir genelgeyle olabilecek bir şey. Alevi köylerinde görevli Sünni imamların geri çağrılması, Diyanet İşleri Başkanlığının bir emirnamesi ile olabilecek bir şey. Bunları görmedik, göreceğe de benzemiyoruz. Yine Faruk Çelik, bizleri 8 Kasım 2009 Kadıköy mitingini yaparak süreci baltalamakla suçladı. "Ne güzel, çalıştay süreci ilerliyorken, kendi programımız devam ediyorken, bu tür mitingler yaparak açmaza çekiyorlar süreci." dedi. Oysa ki, eğer samimi iseler onların elini güçlendirmek için de yapılmıştır bu miting.

İzzettin Doğan ve Cem Vakfı, Alevi Bektaşi Federasyonundan farklı bir çizgi izliyor ve dolayısıyla, AKP Hükûmetlerinin bu yöndeki mazeretlerine bir zemin oluşturuyorlar, olanak yaratıyorlar. Sizin bu çevreye karşı tutumuz nedir?

İzzettin Doğan ve çevresi, o fikriyat, Alevileri asimile etmeye çalışan, Sünnileştirmeye çalışan devlet politikası ile tam bir uyum halindedir. İzzettin Doğan bir dede çocuğudur, profesördür, bilim adamıdır, atadan babadan ocak sahibidir. O ocakta yetişmiş olan biri Alevi İslam diye bir kavramı hiç duymamıştır. Yeni bir terim türetti. Alevi tarihinde, töresinde, kültüründe, sözlüğünde yeri olmayan bir kavram üreterek, Alevi İslam diyerek,  yeni bir Alevilik yaratma hevesine kapıldı. Televizyondan cemler yayınlanıyor, erkekler bir tarafta, kadınlar bir tarafta, kadınların başı örtülü, izlerken korkuyorsunuz sanki bir tarikatın zikir töreni gibi... Alevilikte böyle bir şey yok. Cem vardı da, böyle bir cem yok. O, "ben Alevilerin önderiyim, lideriyim sözcüsüyüm, bu yeni yetmeler de nereden çıktı, üstelik bunlar siyaset yapıyor" diyerek, dünyaya sağdan bakarak, sağ ideolojiden bakarak yeni bir Alevilik inşa etmeye çalışıyor.

En son 8 Kasımda İstanbul'da 550.000 kişi ile miting yaparken, O'na bağlı örgütlerin şubelerinden de binlerce insan kendi olanakları ile otobüslere, dolmuşlara, trenlere, vapurlara atlayıp Kadıköy'e gelmişler iken, O'na bağlı Cem Tv aynı tarih aynı saatteki MHP Kurultayını canlı yayınlıyordu. Alevilere  yönelik yayın yapan bütün televizyonlar -Yol, Su, Dem, Hayat başta olmak üzere-, ulusal kanallar, haber kanalları hepsi, uydudan alıp yayınlar yaparken, Cem Tv MHP Kurultayını yayınladı ve MHP Yönetimine kendi vakfından görevlendirdiği arkadaşlarını soktu. MHP'ye gidiyor, AKP'den aradığını bulamamış olmalı ki...

Benim bilgim dahilinde değil, teolojinin alanına girdiğinden, böyle bir soruyu sorarak yanlış mı yaptım emin değilim ama Alevi erkanına göre bu bir düşkünlük hali midir?

Evet, bu bir düşkünlük halidir. Bu bir yoldan çıkmadır. Bu işlenebilecek suçların günahların en büyüğüdür. Ama bu meşrebine de uygundur. Sivas'ta Madımak Oteli'ni kuşatıp orayı yarım saatlik kuşatmadan sonra ateşe verenlerin içerisinde MHP'liler de vardı, Ülkü Ocakları ve komando dediğimiz genç militanlar da vardı. Ve bunlar duruşmalar boyunca, yedi yıl boyunca, kurt işaretleriyle, yaptıklarından utanç duymayı, pişman olmayı bir tarafa bırakın, hayatlarını kaybetmiş olan insanların yakınlarına ve biz müdahillere saldırdılar. Mahkeme salonunda otururken gazete, radyo ve televizyonların önünde...  MHP bu konuda herhangi bir özür dilememişken, işin içindeki rolünü kabul etmemişken, bu yanlış olmuştur bile dememişken, İzzettin Doğan'ın bu olay hiç yaşanmamış gibi MHP'ye meyletmesi evet O'nda düşkünlük halidir.

Mitinglerinizde Pir Sultan Abdal kadar, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'nın da resimleri taşınıyor; bu isimler Türkiye Sosyalist Hareketi'nde kurucu roller edinmiş sembol isimler. Mitinglerden yansıdığı kadarı ile, Alevi gelenekleri içinde de anılmaya başlamış isimler. Bu ikisi arasındaki tarihsel ilişki nedir size göre? Bu isimler Aleviler tarafından kabullenilmiş halde görünüyorlar, mitinglerinden yansıyan...

Sadece mitinglerinde değil evlerinde de öyle... Adını andığınız devrimci arkadaşlarımız kuşkusuz ki, Alevi ya da Sünni kimlikleriyle, Türk ya da Kürt kimlikleriyle yola düşmediler. Onlar devrimci duygularıyla, Marksist-Leninist ve materyalist felsefe ve düşünceyle bir sınıf mücadelesi kararıyla yollara düştüler, mücadelelerini ve hayatlarını verdiler.  Ne istiyorlardı? Eşitlik, kardeşlik, sömürüye karşı çıkmak, başka bir dünya vadediyorlardı. Alevilerin arzu ettikleri dünya ile Onların arzu ettikleri dünya birbiriyle örtüşüyordu. Kimse kimseye dilinden, dininden, cinsinden, cinsiyetinden ötürü ayrımcılık yapmayacak; kimse kimseyi sömürmeyecek; kimse kimseye haksızlık yapmayacak; herkes çalıştığının karşılığını alacak; herkesin örgütlenecek...

Ben size başka bir şey anlatayım; sayfanız izin verecek mi bilmiyorum... Alevi cemlerine katılacaklar evlerinde  ne varsa onu getirirler. Kimi bir koç getirir, kimi bir kuzu, kimi bir kilo tereyağı, kimi bir avuç tuz; hepsi kara kazana girer, kaynar, kurban olur, pişer ve ceme gelmiş olan herkes doyuncaya kadar ondan yerler. Kalan miktar, kazanın dibinde kalmıştır; kişilere kurbancı tarafından -ceme hizmet edenlerden biri, kurbancıdır adı-, o, gelen ailelere nüfus başına kepçe ile eşit dağıtır. Sonra sorar, "elimde yok ki terazi ile kantar, herkes oldu mu hakkına razı..." Bu şudur, "herkesten gücüne göre almak, herkese ihtiyacına göre vermek". Sosyalizmin temel kavramlarından, kurallarından biri. Aleviler, sosyalizm yokken, Marx doğmamışken, bin yıllardır bu geleneği yaşıyorlardı.  Ama buradan hareketle, Alevilik sosyalizmdir, sosyalizm Aleviliktir demek, doğru olmaz elbette; farklı farklı şeyler. Ama bu kadar da yakındır...

Aleviler adını andığınız devrimci kişileri, onların Türk, Kürt, Sünni, inançlı, inançsız olmalarını düşünmeksizin peşin peşin bağırlarına basmış; kendi kahramanları, kendi Hazreti Ali'leri, Hüseyinleri, Pir Sultan Abdalları kabul etmişlerdir...(MBM/EÜ)

Mustafa Bayram MISIR
İstanbul - BİA Haber Merkezi - 01 Aralık 2009, Salı

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.