Yehova Şahidine var; Alevi'ye yok mu?

Yehova Şahidine var; Alevi'ye yok mu?

Yehova Şahidine var; Alevi'ye yok mu?HÜSEYİN DEMİRTAŞ*Aleviler arasında cemevlerinin ibadet yeri olduğu konusunda çatlak bir ses yoktur. Sünni-İslam’ın...

A+A-

HÜSEYİN DEMİRTAŞ*Yehova Şahidine var; Alevi'ye yok mu?

HÜSEYİN DEMİRTAŞ*

Aleviler arasında cemevlerinin ibadet yeri olduğu konusunda çatlak bir ses yoktur. Sünni-İslam’ın temsilcileri, kanaat önderleri, ilahiyatçıları ise Alevilere camiyi adres göstermekten vazgeçemiyor

Günümüzde cami, kilise ve sinagogun birer ibadethane olduğu sorgusuz-sualsiz bir biçimde kabul edilirken, cemevlerinin böyle bir statüye sahip olduğu henüz genel bir kabul görmüş değil. Konuya Aleviler cephesinden bakarsak, “Alevilik İslam’ın özüdür” diyen de, “Alevilik İslam’dan ayrı kendine özgü bir inanç ve öğretidir” diye düşünen de, cemevi adı verilen mekânların ibadethane niteliğine sahip olduğu noktasında birleşmiş durumdadır.  Başka bir deyişle, Aleviler arasında belki pek çok konuda mutabakat yoktur ama cemevlerinin Alevilerin ibadet yeri olduğu hususunda en ufak çatlak bir sese dahi rastlayamazsınız. Ne Cem Vakfı, ne Türkiye’de Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), Avrupa’da Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) ve ne de Dünya Ehlibeyt Vakfı çevresinde toplanmış Alevilerden hiçbiri cemevlerinin Alevilerin ibadethanesi olduğuna en ufak bir itiraz getirmezken, yine bunlardan bir teki bile Alevilere “işte orada ibadet edin!” diye caminin yolunu göstermez.

Buna karşılık Türkiye’de Sünni-İslam’ın temsilcileri, kanaat önderleri ve ilahiyatçılar ısrarla Alevilere camiyi adres göstermekten vazgeçemiyorlar. Başta Diyanet olmak üzere Sünni dünyanın önemli kurumları, ilahiyat fakültelerinin hocaları ve gazete köşelerine çöreklenmiş fetva uzmanlarının ezici çoğunluğu cemevlerine ibadethane olma vasfını bir türlü yakıştıramıyorlar.  

Bunların kimi Müslümanların tek ibadet yerinin cami olduğunu ve Aleviler Müslüman’ım diyorlarsa camiye gitmeleri gereğini savunurken, bazıları da geçmişte Başbakan Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanı’nın ağızlarından kaçırdığı üzere, cemevlerine ibadethane değil “cümbüş evi” yakıştırmasını uygun görmüşlerdir. Anılan çevrelerde, yapılan Alevi çalıştaylarına-açılımlarına rağmen, Alevilerin hemen tamamının cemevini kendisine tek ibadet yeri olarak görmesini de hiçe sayarak cemevlerine yönelik olumsuz tutum hâlâ devam etmektedir.

CEMEVLERİNE SALDIRI FURYASI

Bu olumsuz tutumun en açık örneklerini hükümete çok yakın duran, hükümetin Kürt ve Alevi her türlü açılımını sorgusuz-sualsiz sahiplenen Zaman gazetesinde sık sık görmek mümkün.  Fethullah Gülen Hareketi’nin sözcüsü de olan bu gazetede genellikle dini konularda yazan Ali Ünal, bakınız cemevlerinin neden ibadethane olamayacağını nasıl açıklamış: “İslâm içinde kalmak isteyen Alevîler, cemevlerine mabet statüsü tanınmasını istiyorlar. Oysa Kur’an, bütün Müslümanlara ayrı ve karşıt cemaatler oluşturmadan bir arada aynı mescitlerde, camilerde ibadet etmelerini emretmekte (Bakara Suresi/2:43) ve farklılık, karşıtlık üzere herhangi bir ibadethane yapılmasına asla izin vermemektedir. (Tevbe Suresi/9:107) Bu bakımdan, cemevlerine mabet statüsü isteme, İslâm’ın dışında olmayı istemedir. Cemevlerine ancak tekke-dergâh statüsü verilebilir ki, tekke ve dergâhların resmen tanınması devrim kanunlarına aykırı olup, baştan sona yeni bir anayasanın yapılmasını gerektirmektedir. (Zaman, 16 Kasım 2009)

Neymiş efendim, cemevlerine ancak tekke ve dergâh statüsü verilebilirmiş. Aslında bu bile mevcut devrim yasalarına aykırı imiş ki, bu da yeni bir anayasa yapılmasını zorunlu kılıyormuş. İçişleri Bakanı Beşir Atalay Kürt Açılımı bağlamında hükümetin gündeminde bir anayasa değişikliği olmadığını aylar önce açıklamıştı. Şimdi cemevlerine ibadethane hakkı tanınması işi bir başka bahara kalmış olmuyor mu? Hükümete en yakın olanlar meseleye böyle yaklaşınca, çalıştayların birer aldatmaca, oyalama olduğu anlaşılmıyor mu? Ya da hükümet 5 serilik Alevi Çalıştayı’na, bu toplantılarda ortaya çıkan devasa bilgi birikimine rağmen ne yapmak istediğini en yakın destekçilerine bile anlatmaktan aciz mi yoksa?

Fetva vermeyi pek seven Ünal’a göre, cemevlerine mabet statüsü isteyenler, otomatikman biz İslam’ın dışındayız demiş oluyorlarmış. Aleviler eğer İslam içinde kalmak istiyorlarsa, camiler ve mescitler dışında bir yeri kesinlikle ibadethane olarak benimseyemezlermiş. Bu görüşünü de Kuran ayetlerine dayandıran Zaman yazarı, bir şeyi unutmuşa benziyor. Bir kere Türkiye eksikli gedikli de olsa laik bir devlettir. Bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesi gündeme geldiğinde, acaba bu hususta Kuran ne diyor diye bakıl(a)maz. Ya neye bakılır? Uluslar arası uygulamalara ve demokratik kriterlere başvurulur. Konuya hak ve özgürlükler açısından bakılır. Hatta Türkiye’de daha önce böyle bir uygulama var mıdır, onlar araştırılır ve bir sonuca ulaşılır. 

Kaldı ki, Kuran’da ve İslam tarihinde nerenin mabet sayılacağı hususunda tam bir kesinlik ve belirlenmiş normlar yoktur.  Olsa bile zaten bu başta Aleviler olmak üzere kimseyi bağlamaz. Doğrudur, Türkiye’de geçmişte bugün cemevleri diye bilinen kurumlar yoktu ama günümüzde kentleşmeyle birlikte bunlar Aleviler açısından vazgeçilmez bir gereklilik kazanmıştır. Fiilen cemevleri vardır artık. Aleviler de buraları birincil (tekke, zaviye ve dergâh gibi ikincil ve tâli değil!) ibadet yeri olarak kabul etmektedirler. İşin bu yanı devlet dâhil kimseyi ilgilendirmez. Onlara ancak bu fiili hale gelmiş kurumları yasal bir çerçeveye sokmak ve resmen tanımak düşer. Nokta!

İSLAMO-FAŞİST VAKİT GAZETESİ DE CEMEVLERİNE ATEŞ PÜSKÜRÜYOR!

Son günlerin cemevlerine saldırı furyası Ali Ünal ile sınırlı değil tabii ki... Tetikçi, İslamo-faşist Vakit Gazetesi’nin Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü de olan yazarı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, 17 Kasım 2009 tarihindeki “Alevilik Konusundaki Kırmızı Çizgilerimiz” başlıklı yazısında, hükümete adeta nota vermiş. Alevilerin hangi taleplerinin kendilerince, (kimi temsil ediyor acaba bu Prof. Akgündüz?) kabul edilemez bulunduğunu sıralayarak, dört maddelik “kırmızı çizgiler”in başına da cemevlerini oturtmuş doğal olarak. Şöyle ki, “Alevilik ve Bektaşilik Anadolu’da bir tarikat şeklinde yürümüştür ve bu sebeple de Bektaşi ve Alevi tekkelerine veya dergâhlarına son zamanlarda ve özellikle de 28 Şubattan sonra Cem Evi denmeye başlanmıştır. Eskiden beri cem âyinleri vardır. Bu manada Cem Evleri tekke veya dergâhtır asla mabet değildir. Eğer mabet kabul edilirse, Aleviliği müstakil bir din kabul edenlerin görüşü desteklenir ki, hükümet bu günahın ardından kıyamete kadar kalkamaz. Batılıların isteği de budur. Batılı İslamologlar, Alevileri müstakil bir din mensubu olarak göstermeye çalışmaktadırlar.”

Gerisini bir tarafa bırakalım, çarpıtmaya bakar mısınız? Cemevlerine 28 Şubat 1997 sonra cemevi denilmeye başlanmış!

“Bilinmeyen Osmanlı” gibi çok satan ama içi boş kitapların yazarı da olan hukuk tarihçisi Prof. Akgündüz, cemevlerine karşı içindeki hıncı alamayarak kırmızı çizgilerinin üçüncü maddesinde de, “Eğer Cem Evlerine bütçeden maddi bir destek verilirse, Türkiye’de mevcut bütün tarikatların da Bütçeden tahsisat isteme hakkı vardır” diye buyurmuş. Sayın Profesör ya sayı saymasını bilmiyor veya hiç dayak yememiş! Camilere tüyü bitmemiş yetimlerin, Alevilerin, gayri müslimlerin hakkından aldıkları yetmiyormuş gibi, bir de hükümete gözdağı vererek, “Cemevlerine yardım verirseniz, tekkelere de isteriz” cüretinde bulunuyor. Alın size şeriatçıların almakla doymayacaklarının bir ispatı daha! Şimdi de cemevleri üzerinden 1925’te kapatılan tekke ve zaviyeleri de açtırma hayalleri kurdukları gibi, bir de buraların maddi geleceğini bile şimdiden yine cemevleri vesilesiyle garantiye almak istiyorlar…   

Yavuz Selim’in Alevi katliamlarını da övdüğü bu yazısında Prof. Akgündüz hızını alamayıp hükümete de aba altından sopa göstererek, şöyle diyor: “AK Parti hükümeti Kilise ve Havra açma konusundaki hatasını burada tekrarlamamalıdır. Cumhuriyet döneminde Ecevit Hükümeti bile bu tavizi vermemiş ve daha doğrusu verememiştir.” (Prof. ünvanlı bu şahsın yazısındaki şu sakilliğe, cümle düşüklüklerine ve imla yanlışlarına bir bakar mısınız Ali aşkına!)

İşin aslına bakılırsa, daha ortada “fol yok yumurta yok” ama şeriatçı kesim bir yerlerden işaret almışçasına, hükümete akıl vermeye ve de aba altından sopa göstermeye başladı. Hâlbuki Alevi çalıştayları hala bitmedi. Neyin ne olacağı henüz belli değil. Hükümet Aleviler adına somut hiçbir girişimde bulunmamışken, lakin bu çakallar görüldüğü üzere gazete köşelerinden dişlerini göstermekten çekinmiyorlar. Vardır bir bildikleri, yakında kokusu çıkar deyip geçelim…

YEHOVA ŞAHİTLERİ ÖRNEĞİ

Yukarıda devletin bu gibi durumlarda neye göre hareket edeceğine değinmiş ve geçmişteki bazı yerel uygulamaların da örnek olabileceğini belirtmiştim. Türkiye’nin geçmiş tarihi iyi eşelenirse, aslında devletin bir yerin hangi şartlarda ibadethane olacağı, hangi inancın diğerinden bağımsız bir inanç ve ayrı bir mabede ihtiyaç duyup duymayacağına dair Yehova Şahitleri örneğinde iyi bir tecrübe yaşadığını görüyoruz.

1879 yılında resmen kurulan Yehova Şahitliği aslında Hıristiyanlığın içinden çıkmış bir cereyandır ama zamanla Merkezi Hıristiyanlık ile tamamen ayrışmış ve kendi bağımsız kilisesini oluşturmuştur. Bugün dünyada 6–7 milyon inananı vardır. Yehova Şahitleri ülkemizde de 25–30 cemaat halinde faaliyet göstermekte olup, 5 bine yakın taraftarının olduğu tahmin edilmektedir. Yehova Şahitliği uzun hukuki mücadeleler sonucunda, 1986 yılında Yargıtay kararıyla ayrı bir din olarak kabul edilmiş ve ibadet özgürlükleri de anayasal güvence altına alınmıştır.

Görüldüğü gibi devletin Alevilerle bazı alanlarda benzer bir konumda olan Yehova Şahitleri ile bir resmi tanıma tecrübesi olmuş ve devlet bu sınavı başarıyla atlatmıştır. Bugün Türkiye’de Yehova Şahitlerinin önünde toplum-mahalle baskısı dışında, örgütlenme konusunda bir sorunları olmadığı gibi ibadet yerleri de anayasal güvence altındadır. Devlet isterse, sessiz sedasız, Sünni kesimi ürkütmeden, ortalığı velveleye vermeden Yehova Şahitleri’nde olduğu gibi cemevlerini de yasal güvenceye kavuşturabilir. Belki tek sakınca vardır, o da Yehova Şahitleri küçük bir inanç grubu, Aleviler ise sayıları milyonlarla ifade edilen büyük bir topluluktur. Haliyle biraz fazla gürültü-patırtı kopar ama o kadar… Buna da ülkemizin tam bir demokrasiye ve yeryüzü standartlarında olgun bir laiklik anlayışına kavuşabilmesi için katlanmak gerekir.

Hem Yehova Şahitleri örneğinden yola çıkarak devlet ve hükümet yetkilileri, Sünni kesime dönerek, “Bakınız, Yehova Şahitliği de Hıristiyanlık içinden çıktı ama zamanla ayrı bir din-mezhep hüviyetine büründü. İbadet yerini ana kiliseden ayırdı. Kendine ayrı mabetler tesis etti. Nitekim bütün dinler gibi İslam da durağan değildir. Kabul Alevilik, İslam coğrafyasının bir ürünüdür. Ancak Alevilikte tıpkı Yehova Şahitliği gibi tarihi süreçte neredeyse ayrı bir din, mezhep, yol (ne derseniz deyin ) haline gelmiş durumdadır. Aleviler de kadim bir tarihten bu yana ibadet yerlerini ayırmışlar ve camiye zaten gelmedikleri bir yana, camiyi kendilerine ibadethane olarak kabul etmemektedirler. Toplumsal barış adına, ülkemizin huzur ve güvenliği için cemevlerini ibadethane olarak tanımak kaçınılmazdır. Zaten Alevi vatandaşlarımız camiye gelmeseler de, buralara saygıları büyüktür. Sizler de aynı saygı ve tahammülü onların mabetlerine göstermekle yükümlüsünüz” diyebilirler. Kanaatim odur ki, örneğin Başbakan Erdoğan televizyonlara çıkıp bu tarz bir konuşma yapsa, kötü niyetliler ile çıkarcı İslamcı, şeriatçı ve tarikatçı kesimler dışında hemen herkes ikna olur. Ben, uzun yıllar içlerinde yaşayan biri olarak çoğunluk Sünni dindarları ikna etmenin bundan daha kolay bir yolunun olmadığına eminim.

Buna karşılık Başbakan Erdoğan, her ne kadar Alevilere karşı kendi samimiyeti konusunda kuvvetli kuşkularımız varsa da, Ali Ünal ve Prof. Ahmet Akgündüz benzerlerinin sözcülüğünü yaptığı kesimlere kulak verirse, işimiz harap demektir. Türkiye daha çok Alevi çalıştayları toplar, yerinde sayar ve daha çok “açılım olmayan açılımlara” soyunur…

Başbakan Erdoğan ve AKP Hükümeti, yakın zamanda göreceğiz bakalım, cemevlerinin yasal statüye kavuşmasında Yargıtay’ın 1986’da Yehova Şahitlerinin ve ibadet mekânlarının yasallığı problemini tereyağından kıl çekercesine çözmesi benzeri bir yolu mu takip edecek? Yoksa yukarıda anılan türden Türkiye gerçekliğini bir türlü kavrayamayan, kafası hâlâ ortaçağda çakılı kalmış yobaz ve softaların kılavuzluğuna mı teslim olacak?

Hadi bakalım kolay gelsin!   

*Demirtaş, Alevilerin Sesi Dergisi yazarıdır.

HÜSEYİN DEMİRTAŞ*

BİRGÜN FORUM - 28 Kasım 2009

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.