Yaşar Kemal Türkiye'dir
Yaşar Kemal Türkiye'dir.Fehmi SALIKFransız Cumhurbaşkanlarından Charles De Gaulle, yurttaşı olan büyük düşünür ve yazar...
Yaşar Kemal Türkiye'dir.
Fehmi SALIK
Fransız Cumhurbaşkanlarından Charles De Gaulle, yurttaşı olan büyük düşünür ve yazar Jean Paul Sartre için “O, Fransa’dır” demişti.
Benim ve benim gibi düşünenler için de ‘Yaşar Kemal, Türkiye’dir.
Yaşar Kemal’in yazarlığını, sanatını, üretkenliğini tanımlayabilmek için fırınlar dolusu ekmek yemek, yetmez. Kendilerini ‘dev aynası’nda gören nice ‘cüce’lerin, bilmesi gerekir bunu.
O dupduru, o akıcı, o baldan tatlı güzel dil, yeri ve zamanı geldiğinde kimilerine de diken gibi batar.
O ışıl ışıl yanan tek göz, nice ‘iki gözlü, aç gözlü, bakıp da görmeyen kör gözlü’lerin pabuçlarını fırlatıp dama atar.
O, dünyaya açılan ve tek penceresi olan gözünü budaktan, damla damla baldan oluşan sözünü de dudaktan kesinlikle esirgemez.
Dimdiktir o; kırılır ama eğilmez.
Bu büyük usta, ‘Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü’nü aldığı gün, kimileri gibi ben de ‘keşke almasa’ diye geçirdim içimden; sonra hemen vazgeçtim bu düşüncemden. Öyle ya, daha öncekiler, ‘Nobel’i alan bir yazarımızı bile ‘kutlama olgunluğu’nu gösterememişlerdi. Onların neyi bugünkü yöneticilerden fazlaydı; ya da bugünkülerin neyi dünkülerden noksandı? Kaldı ki şu ortamda bu ödül, Yaşar Kemal’in dışında bir başkasına da verilemezdi. Tutalım ki verilseydi, o zaman da ‘yazın dünyası’ bu seçime ‘onay’ vermezdi.
Yaşar Kemal, ödülünü alırken yapacağını yaptı; içindekileri bir güzelce döktü; bizim gibi düşünenleri de rahatlattı:
“Edebiyat, umurumda değil; namusum umurumda. Küreselleşme farklı dilleri ve kültürleri yıprattı. Tek dile kalmış dünya, hapı yutmuştur, cehennemden beterdir. Eşşek gibi, o dünyanın arkasından gitsinler. Anadolu’da yaşayan her halk, kendi dilini kullanacak; kendi anadilinde eğitim görecek; kitaplar yazacak; filmler çekecek. Biz, çok kültürlü bir toprak olduğumuzun farkına varacağız. Çıkarımızın yasakla değil, özgürlükle olduğunu kavrayacağız. Hiroşima’ya bomba atılması talimatını veren Amerika Başkanı da, o bombayı atan pilot da aynı okullardan yetişti. O okullar, zulüm okuludur. Dünyamızı gerçek insanlığa kavuşturacak tek eğitim düzeni, Köy Enstitüleri’dir…”
Köy Enstitüsü havasını ciğerlerine çekmiş biri olarak büyük bir haz aldım bu söylemden.
Bir ‘dost meclisi’nde söyleşiyorduk; söz, döndü dolaştı, ‘yazınımız’ üstünde odaklaştı.
Şunu söyledim ben:
“Ülkemizde şiir alanında bir Nazım Hikmet ne ise, romanda da bir Yaşar Kemal odur.”
Bana karşı büyük saygısı olduğuna inandığım, yazılarımı hiç kaçırmadan okuduğunu iyi bildiğim bir dostum, ıkındı sıkındı, sonunda baklayı çıkardı ağzından:
“İyi, hoş da, o yabancı dergilere yazdıkları, pek de yenilir yutulur değildi?”
Anladım ki dostum, ‘ulusallık saplantısı’ndan henüz kurtulamamıştı. Ona, dilimin döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalıştım; ancak, zamanımızın darlığı yüzünden ne ben doyuma ulaşabildim, ne de o. Sonunda, ‘Yaşar Kemal’ üstüne yazacağımı fısıldadım kulağına. Sözümü yerine getiriyorum bugün. Onun, bu yazıyı sabırsızlıkla beklediğini iyi biliyorum.
Yazınımızın ‘devleri’nden biridir Yaşar Kemal; kuşku yok ki en başta olanıdır.
Kimi ‘cüceler’, onun için şunu söylediler:
“Yaşar Kemal, bir yaprağı ağacından toprağa, 24 saatte düşürür ancak.”
Bu alanda azıcık mürekkep tüketmiş kişiler, bu ‘sav’ın ne anlama geldiğini iyi bilirler. Olsun; yaprağı ağaçtan düşürüyor ya, siz ona bakın. Sizler hiç sararmış yaprağı düşürmediniz ağaçtan. Yaprağa/toprağa hiç bakmadınız ki. Pamuğa, ırgata dışarıdan eğildiniz sadece. “Eldeki yara, duvardaki yarık gibi” geldi size. Kol kola o bar senin, bu lüks restoran benim; arşınlayıp durdunuz. “Kartalları hep yüksekten” uçurdunuz. Sizin için ulaşılması gereken yerler, ‘yüksekler’di hep; şatafatlı dairelerdi, köşklerdi, saraylardı. Sizin hamurunuz da buralarda yoğrulmuştu zaten. Tuzunuz kuruydu; ya bir doktor, ya bir paşa, ya da bir bey oğluydunuz; ya da kızıydınız. Sırmalı döşeklerde debelenmiş, ipek işlemeli yastık kılıflarına yüzlerinizi gömmüştünüz. Ayaklarınız, rugan iskarpinlere ta o günlerden alışmıştı. Köyü/köylüyü, hiçbir zaman, ağababalarınız, bir mekân ve insan olarak tanımadı. Hizmetkâr gördünüz köylüyü hep; aşağıladınız onları. Yaşar Kemal de bir köylü çocuğuydu; köyde doğmuştu. Anası, beşiğine pudra değil de Çukurova toprağından ‘öllük’ koyacaktı elbet. Belli bir zamana dek üst baş açık gezecekti duvar diplerinde. Osmaniye’ye bağlı Hemite’nin (Gökçeli) düzlüğünde yalınayaklarına çakırdikeni batacaktı kuşkusuz. Sıtmayı yaşayacak, trahomu iyi tanıyacaktı. ‘Sarısıcak’ kavuracaktı tüm bedenini. Derisi, üstünde yaşadığı toprağın rengine dönecekti. Kulakları köy odalarında ninelere/dedelere çevrili olacaktı hep. Onlardan Hz. Ali’nin cenklerini, Zaloğlu’nun kahramanlığını, Köroğlu’nun zalim Bolu Beyi’ne karşı sürdürdüğü serüvenin öyküsünü dinleyecekti. Köroğlu’nu, Bolu dağlarından indirip Toroslar’da bir ‘İnce Memed’e dönüştürmenin düşünü kuracaktı belleğinde. Öte yandan Kerem ile Aslı’yı, Tahir ile Zühre’yi, Leyla ile Mecnun’u tanıyacak; güveni, sevgiyi bir kaba toplayıp Hatçe’nin eliyle İnce Memed’e ‘aşk şerbeti’ olarak sunacaktı. Siz, sap/saman, yaba/harman nedir bilir misiniz? Yaşar Kemal iyi bilir bunları; kunduracı çıraklığını, çeltik tarlalarında su bekçiliğini, pamuk tarlalarında ırgatların kâtipliğini, arzuhalciliği iyi bilir. Yadsımak olmaz; sizin de bildiğiniz bir şey var: ‘Sapı, samana karıştırmaktır’ o da…
Sonra deniyor ki: “Varsa yoksa bir Çukurova”?
Yaşam kavgası içinde kırk türlü işe girip çıkan bir insan, bulunduğu Çukurova’yı yazmayıp da Merih’i mi anlatacaktı? Hem Çukurova, sadece bir Adana düzlüğü müdür?
Bu uçsuz bucaksız pamuk denizine Urfa’nın, Maraş’ın, Antep’in kolları karışmaz mı? Adıyaman’dan, Niğde’den, Konya’dan kuş olup uçan insanlar, Çukurova’da açan pamuğun dalına konmazlar mı?
Peki, bunları yazmayıp da neyi yazacaktı Yaşar Kemal?
Elbette ayrıntılı, elbette titizce işleyecekti bu içi dert dolu çıkınlanmış kumaşı. Neşter vurduğu yarayı iyi tanımıştı Yaşar Kemal. Çünkü o da, aynı derdi yaşamış, aynı kahrı çekmişti. Yara, ‘el’de değil, kendi bedenindeydi. Hani demez miyiz zaman zaman: “Başına gelen hekimdir?”
Sözün tam da burasında, isterseniz iş’e biraz da Yaşar Kemal karışsın:
“Bir insan gökten düşmez. Onun kişiliğini koşulları oluşturur. Bu kişilik, onun yaratıcılığını sağlar. İşte yerelden evrensele yaratıcılık, böyle korunarak gidilir. Bir gün bir konferansta Newyork’da bana sormuşlardı: -Sen hep boyuna Çukurova’yı mı yazacaksın?- Çok şaşırmıştım bu soruya. Şöyle karşılık verdiğimi anımsıyorum: -Yalnız ben mi yazıyorum sanıyorsunuz Çukurova’yı? Tolstoy da, Balzac da, Kafka da, Joyce da, Stendhal da, Faulkner de Çukurova’yı yazdılar.- Bir kişi kendinden, kendi koşullarından, doğduğu topraktan, altında yaşadığı gökyüzünden, yaşadığı ilişkilerinden, zenginleştiği dilden, en küçük ayrıntılardan nasıl sıyrılır da bir başkası olabilir?...”
Sanırım kendilerini ‘yazın dünyası’nın gülleri arasında bülbül sanan kimi kent kargalarına verilebilecek en güzel yanıttır bu.
Zaman zaman ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ için adı geçen ve bu alanda gurur kaynağımız olan Yaşar Kemal, başlı başına bir ‘sözcük ustası’dır; bir kaynakçadır. Ali Püsküllüoğlu, onun adına bir ‘Yaşar Kemal Sözlüğü’ oluşturmuştur. Yine adıyla onur duyduğumuz Orhan Pamuk, Yaşar Kemal için “O, benim ustamdır” der.
Yaşar Kemal’in tümceleri, Gavurdağları’ndan Osmaniye Ovası’na, İslâhiye düzlüğüne; Toroslar’dan tüm Çukurova’ya akan bir suyun şarıltısında, hızında ve duruluğunda dolar insanın kulağına. Bu akış, kimi zaman azgın bir sel, kimi zaman da gümüşten oluşmuş kıvrım kıvrım uzayıp giden bir görünüm sergiler; önündeki tümsekleri yıkar, setleri devirir, haramileri haklar, Seyhan’a/ Ceyhan’a karışır. Bu akışın yönü, evrensel bir ummana doğrudur artık. Öyle bir akış ki yukarıda ‘top top salınan ak bulutlar’ı, Çukurova’nın ‘Sarısıcak’ını, ‘Dikenlidüzü’nü, buraların sahibi Abdi Ağa’yı, çakırdikenini, İnce Memed’i önüne katmış, bu ummana karıştırmıştır. Yaşar Kemal’in sayısız gemileri gezinir bu ummanın içinde. Yosun tutmaz, kurşungeçirmez gemilerdir bunlar. İçleri kültür, içleri sanatla bezelidir bu gemilerin; içleri yoksul Türkiye halklarının dertleriyle doludur. Gemilerin adları, ışıl ışıl parlar; taa uzaklardan; Fransa’dan, İtalya’dan okunur; Almanya’dan, İsviçre’den okunur. Tüm dünya limanlarına uğrar bu gemiler. Sayısı o denli çok ki, o denli güçlü gemiler ki savaş filoları, bu gemilerin yanında solda sıfır kalır. Bu gemilerden birkaçının adını sayıp geçeceğim: “İnce Memed- Yer Demir Gök Bakır- Ortadirek- Akçasazın Ağaları- Yılanı Öldürseler- Ağrı Dağı Efsanesi- Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana…”
İşin doğrusu şu: Bu ‘yazın devi’ni tanıyabilmek için, onun gemilerine dolup, onunla birlikte Ummanlara açılmak gerekiyor.
İyisi mi biletinizi alın hemen…
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy68324 = 'fehmisalik' + '@';
addy68324 = addy68324 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text68324 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
68324 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Alevihaber.com - 08 Aralık 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.