Yalanlar İle Gerçekler Yüzyüze

Yalanlar İle Gerçekler Yüzyüze

Yalanlar İle Gerçekler YüzyüzeHasan HARMANCIYaşamın kıyısında toplumların çelişkileri ve öteleştirilme dürtüleri...

A+A-

Yalanlar İle Gerçekler YüzyüzeYalanlar İle Gerçekler Yüzyüze

Hasan HARMANCI

Yaşamın kıyısında toplumların çelişkileri ve öteleştirilme dürtüleri önemli bir sorundur. Önasya, Mezopotamya topluluklarının tarihi ise bu anlamda açık bir karmaşaya sahiptir. Bu karmaşaların önemli bir nedeni de inançların propaganda- anti propaganda bombardımanı ile din devletlerinin her şeye egemen olmasıdır. Ne yazık ki bu ehveni şer dünyada çok çeken topluluklardan biri de Bâtınîlerdir. Aleviler, bu topluluk dünyasında her yeni yaşam ilişkisinde, iktidar göstergesinde yeniden tasarlanan, tecdit – iktidar ilişkisini yaşam biçimi sayan bir özelliğe sahiptir. Modern çağımızda sorunun hüküm sürüşü devam etmektedir. Bu hükmün önemli belirleyicileri artık Alevilerin kendisidir. Bu belirleyicilik içinde Alevi felsefesinin eleştiri dünyası karmaşaya boyun eğmiş, sorgulamayı durdurmuş ve unutmuş durumdadır.

Bu nedenle Ünsal Öztürk’ün bu ikinci kitabı (birinci kitap: Alevilerin Büyük Sırrı) Alevilerin saplantı haline getirmelerini ve neredeyse tartışmadan ön yargılı kabuller oluşturmalarına ya da zevkle örerek içine girmeye çabaladıkları kozayı yırtmaktadır. “Yalanlar ile Gerçekler” alt başlığı ile yayınlanan “’Gizli Bilgilerin Sahipleri’ ve Aleviler” kitabı bu yöndeki kurguların sorgusuna açılan bir kapıdır. Şimdi gerçeklerden öte sorgularla karşılaşacaksınız. Korkmayın, sezdirmeden, sorgulamadan önünüze sürülen hikâyelerden kurtulmak o kadar zor değil. Bunun için “Yalanlar ile Gerçekleri” ayırt etmek için toplu bir özeleştiri gücüne sahip olmanız yeter.

Öztürk, bu çalışmasında öncelikle son zamanlardaki “Işık”çı arayışlara köken yaratmaya çalışanların yarattığı “karmaşa” ile çarpışıyor. Bunun için kolay bir yol seçmiyor. İlişki kurulmaya çalışılan kavramların kaynaklarına ve topluluklara, ilkelere, bilgeliklere, yasal kitap ve öğretilere yer veriyor. Yani öyle ne bilinmeyen kaynaklardan “sır”lar öne sürüyor ne de kimliklendirilmemiş düşüncelerden yola çıkıyor.

Her Din Aleviliğe mi Çıkar

Ünsal Öztürk, bazı yazarların Alevilere kaynak kültür olarak ele aldığı Sabiîleri, Essenileri, Paulikienleri, Bogomilleri, Katharları, kült ve inanç ekseninde yeniden tartışmaya açıyor. Alevilerin bu topluluklarla bir ve aynı sayılmalarına veya “yol”ları neye dayanarak nasıl birleştirdiklerine dikkat çekiyor. Bu yetmiyor, iddiacıların “diyet”ini ödemesi için de ilkesel karşılaştırmalar yapıyor. Aslında Öztürk bir felsefeci değil, ancak Alevi felsefesini ve bilgelerini iyi bilen, Aleviliğin fizik-metafizik karşısında nerede durduğuna dikkat eden bir yazar. O, Hak yolunun, Tevrat, İncil ve Kuran kaynaklı bakış açılarıyla Aleviliğin örtüşmeyecek yasa ve yasaklarını karşılaştırıyor. Örneğin: “Eğer elin günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek elle yaşama kavuşman, iki elle sönmez ateşe, cehenneme gitmenden iyidir.” Sizce de bu bir Alevi yasası olabilir mi?

Alevilere temel kaynak olarak gösterilmeye çalışılan yukarıdaki öğretilerin bu nitelikten çok uzak olduğunu örneklerle gösteren Öztürk’ün bu konudaki belirlemelerinden biri, Eseniler ve Alevilik konusunda. Yazar bunu bir yasayla dile getiriyor; “Alevi anlayışına benzer yanlarını, aykırı yanlarını tartışmadan, söz konusu anlayışları ve hareketleri Alevi olarak kabul etmek bilgi teorisine terstir.” Aleviliği bilmek bazı kavramları yerli yerinde kullanmayı gerektirir. Bu alanda yapılan tasarruflardan birisi de, çeviri yanlışları yanında bazı kavramların Aleviliğe uymamasına karşın tahrifata uğratılmasıdır. Önceleri bu Osmanlıca vs. çevirilerde yapılıyordu. Bu kısmen aşıldı, şimdi ise günlük dillerimiz arasına giren Batı dillerinden çevirilerde bu örnekleri görüyoruz. Önceleri buna gerek duymuyorduk. Artık bu çeviri tahrifatları “dibe vurduğu” için inandırıcı olmuyor. Üstelik bu çeviriler hem komikçe yapılıyor, hem de zorunlu olarak asıl metni inceleme ihtiyacını ortaya çıkarıyor.

“Işık”ın Kırılması

Yazar sık sık yaratılmaya çalışılan kafa karışıklıklarıyla beraber, bunları yapmadan önce  farklı inançların Alevilikle kurulmaya çalışılan bağının olmazlarını dile getiriyor. Bunun yanında özellikle bazı Alevi yazarların alıntı yaptığı kaynaklar üzerinde zaaflı yorum ve çarpıtmaya gittiği yönündeki eleştirilerin dikkate alınması gerekir. Ayrıca eksik kaynak ve belgesiz bilgiler aracılığıyla Aleviliği daha sağlam ve “kadim” bir uygarlığın tohumları olarak gösterme çabası, Aleviliği belirsizliğe ve başka bir “kan”ın ve katliamın filizleri arasına sermek gibi bir durum yaratıyor. Yapıcı ve güçlendirilmiş yanları kullanılan topluluklar ile Aleviler arasında kurulan sıkı bağ, aslında Aleviliği tüketmek ve boğmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu amaçla üretilen çarpıtmalardan birini Öztürk şöyle dile getiriyor: Her taşın altından Esseniler çıkıyor. Essenilerin kim olduğunu Sean Martin’den tekrar alalım: “Ölü Deniz’e yukarıdan bakan Kumran mağaralarında yerleşmiş bulunan radikal bir Yahudi grup.” … “cümleyi şu şekilde yazsak, okur ne der acaba: Aleviler, henüz Roma Kilisesi dinin baskın aracı haline gelmeden önce kendilerini Hıristiyanlığın ilk aşamalarına dayandırıyordu…”… “kökenleri ve düalizmin ne olduğu konusunda hiçbir görüşe sahip değildir. Ortak düşünceleri hiçbir şey yok iken Mu adı verilen “Işık Dini”nin, yani “Güneş İmparatorluğu”nun var olduğunu, Atlantis’ten kaynaklandığını; tüm dinlerin ser çeşmesinin, asıl kaynağının da Mu dini olduğunu düşünüyorlar. Bunlar Masonik anlatımlardır… Aleviliğin bütün dinlerin ser çeşmesi, asıl kaynağı olduğu söylense de söz Müslümanlığa geldiğinde şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Onlara göre konu şu şekilde özetlenebilir: “Alevilik Müslümanlığın dışındaki bütün dinlerin ser çeşmesidir!

Yazar, “ışık” çı anlayış olarak ileri sürülebilecek yeni iddiaları ise akıcı diliyle şöyle yanıtlıyor: “Aleviliği araştıran kişilerin her “Işık” sözcüğünü gördüğünde, “İşte bunlar bizimkilerdir”, bize de “ışıkçılar”, “ışıklar”, “ışık taifesi” deniyor diye ortaya atılmamaları gerekiyor. “Işık,” ezoterizmin konuşulduğu bütün coğrafyalar için geçerli bir sözcüktür.” Bu tür ütopik arayışlar aslında “yarım aydın” şekillenişine örnek oluşturuyor. Bundan sakınmak ve ayrımları iyi koymak gerekiyor.

Alevilerin kendi dışındaki kültür ve inançlarla bağlantı kurması veya köken arayışına girmesi durumunda önemli bazı noktalara önem vermesi gerektiğine dikkat çeken Öztürk, basit sorgularla hesaplaştığı algılayışların, bütünü görmemesinden veya yadsımasından yakınıyor: Örneğin Esenniler ve adı geçen diğer inanç ve öğretilerde öne çıkan bazı ilkelerin Alevilerde asla olamayacağını gösteriyor: “Bu anlayış yanlıştır. Eleştirilmesi gerekir. Alevilerin evlenmeme, içki içmeme, et yememe gibi anlayışı yoktur! Eskiden musahibi olmayan mürşit de, pir de, dede de, talip de yoktu. İçki konusunda da bir sıkıntı yoktur; Aleviler kurban da keser, et de yer…

Yazar çalışmasını Aleviliği tanımlama ve tarihsel olarak “atalar kültü” formasyonu kurmaya çalışanların yanlışlığını birebir örtüştürme olarak görüyor ve bu bakışları yargılıyor. Kaynak kültürler başka, bu kültürlerden beslenmek veya etkilenmek başkadır. Alevi yazar ve araştırmacıların son zamanlarda yeni bir tarih ve Alevilik bilinci yaratma çabalarındaki “deneme” sorunlarının Aleviliği kirletmeye ve yanlışa taşımaya yöneldiğini, yanlış kavram ve ezoterik algılayışların Alevilik dünyasında cirit attırıldığını belirtiyor. Bu durum daha çok inançların temel göstergelerine inmeden yanlış sonuçlara varılmasına yol açtığı iddiasında. Bu noktada Alevilerin asla kabul edemeyeceği ilkelerle karşılaştırılınca müdahale zorunlu hale geliyor.  Bunlardan biri de “yaratılış” düşüncesidir. Alevilikte “yaratılış” değil, “varoluş” söz konusudur. Öztürk bu noktada yanılanları bir yandan deşifre ediyor, bir yandan da yanıtlıyor: “İncil ve Tevrat’ı önceleyen düşünce ve inançlarda mutlak olan şey Tanrı’nın yarattığıdır. Alevilikte ana yolundan başka dünyaya gelme” söz konusu değildir.

Gerçekten de hem diyalektik ve Darwinist ekollere yakın olacaksınız ve yaratılışçı yollarla Aleviliğe “kaftan” biçeceksiniz. Bazı yanılsamalar kabul edilebilir. Ancak, “öz” konusundaki sıkıntı, Alevi kimlikli yazarlarla, yaratılışçı teologlar arasında sınır bırakmayacak kadar bu alanı zorluyor. Bunu bilmelerine ve çalışmalarında işlemelerine karşın, aynı yazarların yine de “yaratılış”çı düşüncelerle Aleviliğin kuramlarını yan yana getirmeye çalışmaları ilginçtir. Yakın zamanlarda bu yönde “kafa karıştırıcı”, ancak, ilke ve sentez dışı çalışmalarıyla öne çıktığını gördüğümüz Erdoğan Çınar’a eleştirileri biçimsel olmaktan kurtulup karmaşanın yarattığı vehamete yönelmektedir. Gerçekten sormak gerek, ayakları üzerine oturtmak için Adem ile Havva öykülerine mi taşıyacağız Aleviliği, yoksa Naciye ile Naci’ye; Gürüh-u Naciye mi?

Öteki Kan

Alevi yazarlar arasında çok fazla tartışılmadan uzak tutulan bu düşünce, Öztürk’ün dikkatinden kaçmıyor ve Çınar’ın çalışmalarının Aleviliği derinleştirmek yerine, taşıdığı küçümsenemeyecek “yanılgı”ların resmini göstermekte. Bu bir hesaplaşma olarak algılanmamalı. Aleviliğin taşınmaya çalışıldığı sınırların zorunlu duruşlarının yeniden tanımlanmasının şart olduğu ortaya çıkıyor. Deneme amaçlı çalışmaların bile bu çizgileri gözetmesi ve tek tanrılı ideolojik aygıtlardan uzak kalması gerekiyor: “Erdoğan Çınar’ın kendinden geçerek Alevilere benzediğini iddia ettiği Essenilerin “Arınma Törenleri”nde okuduğu dualardan da alalım: “Orada, İsrail’in Tanrısı’na şükredecek. Şöyle diyecek: Sana, İsrail’in Tanrısı’na şükürler olsun. … bayramında Senin huzurunda duruyorum …” en tartışmalı konulardan birisi olan “ay” ve “güneş” kültüne ilişkin farklı bakış açısının görülmemiş olması şaşırtıcı: “Size verdiğim kentlerden birinde, ister kadın ister erkek olsun, sizin aranızda yaşayan biri antlaşmamızı bozup, benim gözümde yanlış olan bir şey yapar; gidip diğer tanrılara tapınır, onların ya da güneş ya da ayın önünde eğilirse ve siz bu olaydan haberdar olursanız, durumu dikkatle araştıracak ve inceleyeceksiniz. İsrail’de böylesi tiksindirici bir olayın yaşandığı doğrulanırsa, bu kadını ya da erkeği alacak ve onu ölene dek taşlayacaksınız.” Alevileri Esenni bir kökene sahip iddiası ile yapılan çalışmaların bu Tevrat düşüncesine taşınan noktalara daha fazla açıklık getirmesi gerekiyor.

Tek tanrılı dinlerin teolojik duruşuyla Alevilere çözümler üretmeye çalışmanın altından çıkılamayacağını gözler önüne serilmesi aynı zamanda bu dinlerin tüm “öteki”ler üzerinde yarattığı katliam, adaletsizlik ve kan damlalarını da gözler önüne seriyor. Bu koşullarda yine bu dinlerle ortak köken ve teoloji aramaya kalkmak, bu çabaların bir amacının da Alevileri farklı din ve resmi kitapların kulvarında yüzdürmeye sürüklemek olmuyor mu?

Her ışık kavramıyla Alevilikteki “ışık”; nur anlayışının birbirine karıştırılmasının tehlikelerine de dikkat çeken Öztürk, bu yöndeki iddiaları da çalışma boyunca işliyor: “Esseni belgelerinde, emrinde acımasız savaşçıları olan Tanrı tarif edilmektedir. Onlar katil tanrıyı “Işık” olarak anlıyor. Katil Tanrı anlayışını savunmak aynı zamanda Hakk Erenlerine de hakareti içeriyor. Zira Hakk Erenleri’nin “Tanrısı” hiçbir zaman kandan, katliamdan, ganimetten söz etmemiştir. Hakk Erenleri’nin Yol’u sevgi üzerine kurulmuştur. Savaşçı, katil bir “Tanrı”ya sahip değillerdir.”

Öztürk, çalışmasında: “Hakk Erenleri’nin kadimde de çağdaş görüşlere sahip olduğu, Işık Âlemi olarak iyilik ve doğruluğu anladığı, ortakçı bir toplumun üyeleri olduğu anlatılmıştır. Hakk Erenleri’nin düalist olmadığı vurgulanmıştır. Aynı zamanda pek çok düalist akımda bolca var olan, dünyayı düşmüş bir ışık varlığına yaptıran akımların düşünceleri olan asketizm, yani cinsellikten uzak durma, evlenmeme gibi saçma düşünceler eleştirilmiştir. Evliliği zina olarak gören, üremeyi reddeden ve et yemeyen, içki içmeyen grupların Alevi olarak gösterilmesi kesin bir dille reddedilmelidir.” diyor. Bu çabaların amacının gelmesi gereken yer ise :”Hakk Erenlerinin Yol’u”dur. “Yol, dede ve talip ilişkisi üzerine kuruludur. Dede ve talip olmaz ise Yol yoktur.” Yıllardır tartıştığımız ancak ana kaynaklarına el sürmediğimiz kitaplar ve yan sır kitaplar karşısında Öztürk’ün yaptığı şey; Aleviler başta olmak üzere, bu alanla ilgilenenlere sağlıklı bilgiler vermek, yalana ve yanlışa karşı çıkmaktır.

Hasan HARMANCI

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy87390 = 'hasan.harmanci' + '@';

addy87390 = addy87390 + 'hotmail' + '.' + 'com';

var addy_text87390 = 'hasan.harmanci' + '@' + 'hotmail' + '.' + 'com';

( '' );

87390 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

* Ünsal Öztürk, “Gizli Bilgilerin Sahipleri” ve Aleviler: Yalanlar ile Gerçekler. Yurt Kitap-Yayın 2009.

KAYNAK : Alevihaber.com - 15 Mart 2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.