Unutturmak istiyorlar
Unutturmak istiyorlarErdoğan’ın danışman olarak görevlendirdiği Alevi kökenli Çamuroğlu unutturma aktörlerinden sadece biriBu konudaki...
Unutturmak istiyorlar
Erdoğan’ın danışman olarak görevlendirdiği Alevi kökenli Çamuroğlu unutturma aktörlerinden sadece biri
Bu konudaki ilginç gelişmelerden biri de, son seçimlerde AKP’den milletvekili seçilen Alevi kökenli yazar Reha Çamuroğlu’nun “Madımak Müzesi” konusunda takındığı şaşırtıcı tutumdur. Hükümetin sözde “Alevi açılımı”nı gerçekleştirmek üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Danışman” olarak görevlendirdiği Çamuroğlu, bu konuda “açılım sağlamak” bir yana, kısa sürede AKP politikalarına uyum sağlayarak Alevi kesimin istek ve eğilimlerine duyarsızlaştı. O kadar ki, Madımak Oteli’nin müzeye dönüştürülmesi önerisine bile şiddetle karşı çıkarak herkesi şaşırttı! Reha Çamuroğlu, Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay’ın bu konudaki sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
“Ben böyle müzeler, kırım anıtları, bunları sevmem. Benden böyle bir şey beklemesinler. Bazen hatırlamaktan çok unutmak gerekir.” (3)
Çamuroğlu, aynı konuda, köktendinci Vakit gazetesine yaptığı açıklamada ise, Sivas kıyımını unutturmak istemeyenlere şöyle sitem ediyor: “Acılarımızı hatırlamaya niçin bu kadar meraklıyız, anlamıyorum.” (4)
Oysa, “Sivas kıyımını unutmayacağız, unutturmayacağız!” çığlığı, ilk günden bu yana, başta Aleviler olmak üzere, tüm insan hakları savunucularının ortak belgisi olmuştu.
Reha Çamuroğlu, içinden geldiği Alevi toplumunda şaşkınlık ve tepki uyandıran bu yaklaşımı dolayısıyla çok eleştirilmiş, “yol düşkünü” ilan edilerek yalnızlığa itilmişti.
Sonunda, AKP hükümetinin verdiği “Alevi açılımı” sözünün oyalama ve aldatmaca olduğunu kendisi de gördü ve Erdoğan’ın “Alevi Danışmanlığı”nı bırakmak zorunda kaldı. Ama Aleviler’in gözünde “işbirlikçi” olmaktan kurtulamadı...
Unutmak mı, yüzleşmek mi?
Çamuroğlu, her ne kadar Sıvas kıyımını unutturmaya çalışsa da, olayın mağdurları unutmaktan yana değil. Sözgelimi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Av. Fevzi Gümüş, “tarihin tekerrürünü önlemek için, yaşananlardan ders çıkarmak gerektiğini” söylüyor:
“Tarihin Madımak katliamı olarak not ettiği bu vahşet, o gün bugündür lanetlenir, ancak hemen ertesi gün unutulmaya bırakılır. Çünkü, içinde onlarca insanın bulunduğu koca bir otelin, içindekilerle birlikte yakılması, pek anımsanmak istenmez. Oysa tarih, anımsanabildiği ölçüde, insanlığın geleceğine ışık tutan bir alandır.
Tarihin tekerrürünü önlemek için yaşananlardan dersler çıkarmak gerekir. Madımak gibi, tarihin en büyük vahşetlerinden birinin yaşandığı bu coğrafya insanı açısından ‘unutmamak’ ve ‘unutturmamak’, vicdani ve toplumsal bir görevdir.”
Ece Temelkuran, Sivas kıyımının 14. yıldönümünde yazdığı köşe yazısında “müze” konusuna değinerek “Bu ülke, utançlarından ve acılarından kaça kaça hep aynı acılara ve utançlara yakalanıyor” demişti. (5)
Sıvas yangınını çıkaran siyasal çizginin yandaşları, on beş yıl sonra bile kendileriyle yüzleşmekten korkuyorlar! Bir örnek: Refah-Yol Hükümeti’nin Adalet Bakanı Şevket Kazan, hem avukat, hem bakan olarak Sıvas sanıklarından hiçbir yardımı esirgemedi.
Geçenlerde bir televizyon kanalında izledim kendisini. Kazan, o günkü tutumundan dolayı hiçbir pişmanlık duymadığını söyledi ve müze önerisine karşı çıktı. Madımak’ta diri diri yakılanların anısına bundan büyük saygısızlık olur mu?
Şeriatçı tehlikenin boyutlarını, on beş yıl öncesine göre bugün daha somut olarak görebiliyoruz.
Dinci ideolojinin simgesi durumuna getirilen türban, artık devletin en yüksek katlarında bayrak gibi dalgalandırılıyor.
Devletin tüm kurumları dinci bir kuşatma altında.
Türkiye Cumhuriyeti, “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle hakkında Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açılmış bir siyasal parti eliyle yönetiliyor... Başka söze gerek var mı?
* * *
Sıvas olayı, Cumhuriyet tarihimizin en utanılası sayfalarından biridir..
Edebiyatçılar Derneği’nce 1994 yılında yayımlanan “Sıvas Kitabı / Bir Topluöldürümün Öyküsü” adlı belgesel çalışma, bu “yangını” içeriden yaşayanların tarihsel tanıklıklarıyla doludur. “Hâfıza-i beşer”, ne denli unutmaya yatkın olursa olsun, “Sıvas Katliamı”, toplumsal belleğimizde hep taze ve diri kalacak, asla unutulmayacaktır! Ellerimiz, “Ozanlar Kenti” Sıvas’ı “Ölü Ozanlar Kenti”ne dönüştürenlerin her daim yakasında olacak! Abdullah Rıza Ergüven’in dediği gibi:
“Hep o kıyımcılar / ellerinde kan, çamur, irin / bin dört yüz yıldan beri! / Sıvas’ta ölenleri unutmadık / Sıvas unutmadı bizi...”
Bazı çevreler Sıvas’taki kıyımı unutturmak istese de yüreklerdeki acı asla sönmeyecek. 35 aydının diri diri yakıldığı Madımak Oteli önünden yaşanan vahşeti gösteren manzaralar her zaman arşivlerdeki yerini koruyacak.
Ankara’da ablam öldü
(...)
apak bir pamuk yumağıydı saçları
dilsiz tanığı kıyımların.
en son hidayet karakuş’u dinlerken ağlamıştı
bir ege kanalında:
“anam dalları tutuşturmadan ayıklardı yeşil sürgünlerini /
bunlar nasıl ateşe verdi insan kardeşlerini?”
o gün cam kırıkları batmıştı yüreğine
cankırımından sıvas’ın.
gidişiyle kapandı benim de özel tarihim
artık kimden dinleyeceğim çocukluğumun acırak öyküsünü
ankara’da ablam öldü
eksildi bir çocuk gülüşü
ceylanların su içtiği o yalakta.
ATTİLA AŞUT
(3) Milliyet, 27 Mayıs 2007.
(4) Vakit, 15 Aralık 2007.
(5) Milliyet, 2 Temmuz 2007.
*** BİTTİ ***
HAZIRLAYAN : ATİLLA AŞUT
CUMHURİYET - 5 Temmuz 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.