Tarihte Kanlı Bir Sayfa: Maraş Katliamı
Tarihte Kanlı Bir Sayfa: Maraş KatliamıSorumlular hâlâ dışarıda Türkiye tarihine kanlı sayfalar bırakan ‘Maraş Katliamı’nın failleri cezalarını...
Tarihte Kanlı Bir Sayfa: Maraş Katliamı
Sorumlular hâlâ dışarıda Türkiye tarihine kanlı sayfalar bırakan ‘Maraş Katliamı’nın failleri cezalarını çekmeden serbest bırakıldı. Katliam sanığı Ökkeş Şendiller, AKP tarafından Alevi Çalıştayı’na çağırıldı. Devrimci demokrat kesimler, Alevi örgütleri, katliam davasının yeniden açılmasını istiyor
23 ve 24 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta gerçekleşen katliam 19 Aralık gecesinde patlayan bomba ile başladı. Bir ülkücünün, Sovyet karşıtı “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli filmin gösterildiği Çiçek Sineması önüne atılan bomba katliama giden olaylar zincirinin ilk adımını oluşturdu. Olay üzerine sinema salonundan çıkan ve Türkoğlu ilçesinden gelen kalabalık bir grup ülkücü, “Kanımız aksa da zafer İslamın”, “Müslüman Türkiye” gibi sloganlar atarak salondan çıktı ve CHP İl Merkezi’ni tahrip etti. Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Kahramanmaraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ve 2. Başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatlarıyla bombayı attığı iddia edilen Ökkeş Kenger (Şendiller) Ankara’ya ÜGD’ye telefon ederek “yardım” talebinde bulundu.
İMAM: ALEVİ ÖLDÜRENE SEVAP
21 Aralık günü ise Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi iki solcu öğretmen vurularak öldürüldü. Öğretmenlerin cenaze törenine de saldıran ülkücüler, kent içerisine doğru yürüyüşe geçerek, CHP’li ve Alevilere ait işyerlerini tahrip ettiler. Bu olaylarda 3 kişi öldü, onlarcası da yaralandı. Bağlarbaşı imamının öğle namazında verdiği vaazlar olayların daha da büyümesine neden oldu. İmam,“Oruç ve namazla hacı olunmaz. Bir Alevi öldüren beş sefer Hacca gitmiş gibi sevap kazanır” diyerek sonraki iki gün yaşanacak saldırılara ilişkin halkı kışkırtmaya çalışmıştı.
DEVLET KATLİAMA SEYİRCİ KALDI
22 Aralık gecesi faşistler Sünni mahallelerinde “ertesi gün solcu Alevilerin silahlı saldırı yapacağını” anlatarak, bu kitlesel biçimde silahlanılmasını sağladılar. 23 Aralık’ta Kahramanmaraş’taki olaylar karşılıklı çatışma boyutunu tamamen yitirerek, bütün solculara ve Alevilere dönük bir kıyama dönüştü. 24 Aralık’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağına, yalnızca, kendi can güvenliklerini bile sağlayamayan güvenlik kuvvetleri uydular. Günden güne tırmanan gerginliğe rağmen kente askeri güç gönderilmemişti. Saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, “polis-halk çatışmasını önleme” gerekçesiyle 23 Aralık sabahı kentteki bütün polisler de görev dışı bırakıldı. Bu koşullarda 24 Aralık günü, faşistlerin çevre köy ve ilçelerden getirdiği silâhlı grupların takviyesiyle, kıyım insanlık dışı boyutlar kazandı. Ölülerin taşınması, yaralıların hastanelere götürülmesi engellendi, hastaneler kuşatıldı; insanlar kadın, çocuk, hamile, yaşlı, hasta, yaralı ayrımı yapılmadan öldürüldü.
BİLANÇO AĞIR: 111 ÖLÜ
25 Aralık akşamı tamamen yatışan saldırılarda, resmen saptanabilen ölü sayısı 111’di. Yüzlerce kişi yaralanmış, aralarında CHP, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Komünist Partisi (TKP), TÖB-DER, Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der) binalarının ve Sağlık Müdürlüğü’nün bulunduğu 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştı. Katliamın ardından, binlerce Alevi Kahramanmaraş’ı kaçarcasına terk etmişti.
SORUMLULAR CEZASIZ KALDI
Katliamdan sonra 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. 16 Nisan 1979’da askeri mahkemede dava açıldı. 804 kişi hakkında açılan davada 29 kişi idam, 7 müebbet, 321 kişiye de değişik hapis cezaları verildi. 1991 yılında çıkarılan şartlı salıverme yasasıyla, ceza alan bütün hükümlüler serbest bırakıldı ve dava kapandı. Davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger ise sonradan soyadını değiştirerek Şendiller oldu. 1991 yılında MHP'den milletvekili olan Şendiller daha sonra BBP’ye geçti. Maraş Katliamı sanığının hükümetin başlattığı Alevi Çalıştayı’na çağrılması ise tepkilere neden oldu. Alevi örgütleri ve kamuoyunun tepkisi sonrası Şendiller çalıştaya katılmaktan vazgeçti.
***
‘Gözlerimizin önünde babamı vurdular’
Saldırganlar hâlâ içeriye gazlı bez atıyorlardı, ellerinde sopalarla bizim dışarıya çıkmamızı engelliyorlardı.
Babamı çeke çeke dışarı çıkardık. Saldırganlar sopalarla kafamıza, sırtımıza vuruyorlardı. Alevlerle sopalar arasında bir tercih yapmak zorundaydık. Biz babamı dışarı çekerken: “Bırakın yansın, o Kızılbaş’ı toprak bile kabul etmez” dediler...
KAHVALTIDAN sonra annem banyoya girmemizi istedi. Genellikle biz cumartesi günleri banyo yapardık. Ben ve ablam banyoya girdik. Başıma bir tas su döktüm, daha başımı sabunlamamıştım ki pencere camını kırarak içeri atılan bir ateş benimle ablamın arasına düştü. O anda evin bütün duvarları vurulmaya başlandı. Ev adeta sallanıyordu, ev başıma yıkılıyor zannettim. Annem hemen banyoya gelerek: “Çabuk giyinin, ortalık ana baba günü!” dedi. Nasıl giyindiğimi hatırlamıyorum. Kendimi dışarıda buldum. Gece giydiğim pijamalarımı üstüme çekmişim.Evin etrafı olduğu gibi çevrilmişti.
Yüzlerce insan; ellerinde baltalar, sopalar, satırlar, taşlar vardı. Ellerindeki Kur’an’ı havaya kaldıran sakallı birisi kitleye nutuk çekiyor, bir şeyler söylüyordu. O konuştukça hep bir ağızdan “Koministler Moskova’ ya, Aleviler’e ölüm!” şeklinde bağırıyorlardı. Üzerimize yağmur gibi taş yağmaya başladı. Biz taşlardan korunmak için tekrar içeriye kaçtık. Babamın ruhsatlı bir tabancası vardı. Mermileri doldurdu, pencerenin önündeki kanepenin üzerine çıkarak dışarıya doğru uzattı. Annem hemen elinden tuttu. “Ateş etme, tahrik olurlar. Biraz bağırır, çağırır çeker giderler” dedi. Dışarıdaki sesler gittikçe yükseliyordu. “Komünistlere ölüm, Kızılbaşlar’a ölüm!” Babam, pencerenin önündeki kanepede dışarıyı gözetliyordu. Elindeki silahı da kanepenin altına sakladı. Pencerenin camları daha önce atılan taşlarla zaten dökülmüştü. Atılan taşlar odaya doluyordu, perde bir ileri bir geri sallanıyordu. Annem babamın kolundan çekerek: “Öldürecekler bizi” dedi.
Perde aralanınca, biraz önce ekmek aldığım bakkal Cuma’yı elinde silah kalın bir kitapla gördüm. Herhalde elindeki veresiye defteridir, veresiyelerini toplamak için kalabalığın arasına karışmış diye düşünürken, onun da diğerleri gibi evimizi taşladığını gördüm!
Korktum, bir planın olduğunu bakkalın sabahki konuşmalarından anımsadım. Bakkalın böyle bağırmasına, komünistlerden, Ecevit ve Türkeş’ten slogan atmasına bir anlam veremedim. Çünkü bizim ona bir zararımız olmamıştı. Bütün bağıranların arasından bana sanki yalnız Bakkal Cuma’nın sesi geliyordu. Sanki kulağımın dibinde bağırıyordu: “Kızılbaşlar’a ölüm. Maraş ovası Müslüman yuvası!” O an her şeyi unuttum, kafam bakkala takıldı.
Saldırganlar gazlı bezleri tutuşturarak içeriye atmaya başladı. Annem ve babam onları tekrar dışarıya attılar. Babam biz kızları önüne katarak tuvalet ile banyo arasındaki penceresiz, odun koyduğumuz depoya götürdü ve üzerimize kapıyı kapattı. Orası daha güvenliydi. Orası taşlardan, silah ve yangından etkilenmezdi. Benimse kafam hâlâ bakkal Cuma’daydı; insanları böylesine birbirine düşman yapan neydi? Hiçbir şey anlamıyordum, adeta şaşkındım. Biraz sonra babam annemi de yanımıza getirdi. “Sakın buradan ayrılmayın” dedi ve gene kapıyı kapattı. Annem yerinde duramıyor, dakikada bir odunluğu terk edip babamın yanına gidip geliyordu. Bazen de babam yanımıza gelerek: “Korkmayın onlar şimdi gidecekler” diyordu.
Bir ara babamın birileriyle konuştuğunu işittim. Kapı açık kalmıştı. “Tamam teslim oluyoruz. Yalnız namusuma dokunmayacağınıza söz verin!”dedi. Ara salondaki perdeler, divan ve kilimler tutuşmuştu. Ortalık dumandan görünmüyordu. Bir daha yanımıza gelen babamın üstü başı kan içindeydi. Sol elini göbeğinin üzerine koymuş, parmak aralarından kanlar akıyordu. Sağ elindeyse silahı vardı.
“Korkmayın hiçbir şeyim yok, elimi yaraladım” dedi. Babamın rengi gitmiş, yüzü sapsarı olmuştu. Epey kan kaybettiği belliydi. Babam tekrar ara salona geçti adeta bağırıyordu:
“Çoluğumla, çocuğumla teslim oluyorum. Bize dokunmayacağınıza dair bir garanti verir misiniz?” dedi. Fakat onu kimse dinlemedi. O an içeriye saldırganlar doldu, bağıran bağırana, eşyaları kırıp döküyorlar, birileri eşyaları dışarıya fırlatıyordu. Babam : “Teslim olduk daha ne istiyorsunuz” dedi. O an biz de bulunduğumuz yeri terk ederek salona gelmiştik. İçeriye giren çocuk yaştaki birisi babamın elindeki silahı aldı ve yanındakiler sopalarla babamın sırtına, kafasına vurdular. Babam yere yığıldı.İçlerinden birisi: “Teslim aldık, ateş etmeyin, bizleri vurursunuz” diyerek dışarıdakilere bağırdı.
Birkaç silah sesi geldi; babam yerde kıvrandı. Saldırganlar gözlerimizin önünde babamı vurdular. Babam kanlar içerisinde yerde kıvranırken, yangın her tarafı sarmıştı. Saldırganlar ateşten korunmaktan olsa gerek salonu terk ettiler. Annem babamın üzerine çullanmış, durmadan “Süleyman! Süleyman! Diye bağırıyordu, fakat babam hiçbir tepki vermiyordu. Sağımızda solumuzda alevler yükselmiş, yanan kilimin üzerinde yatan babamın bedeni de tutuşmaya başlamıştı. Ev tutuşup, alevler, dumanlar dışarıya çıktığı halde, saldırganlar hâlâ içeriye gazlı bez atıyorlardı, ellerinde sopalarla bizim dışarıya çıkmamızı engelliyorlardı. Babamı çeke çeke dışarı çıkardık. Saldırganlar sopalarla kafamıza, sırtımıza vuruyorlardı. Alevlerle sopalar arasında bir tercih yapmak zorundaydık. Biz babamı dışarı çekerken: “Bırakın yansın, o Kızılbaş’ı toprak bile kabul etmez” dediler.
(Fikret Güneş’in “Güneşin ağladığı gün” adlı kitabından canlı bir tanığın anlatımıdır.)
***
Antalya ÖDP: Katliamın unutulmasına izin vermeyeceğiz
ÖDP Antalya İl Başkanı Zeynel Ergen, “1978’de Maraş’ta yaşananları, yitirdiklerimizi unutmadığımız gibi katliamı tertipleyenleri de, uygulayanları da, göz yumanları da unutmayacağız. Bu vahşi katliamın unutturulmaya çalışılmasına da asla izin vermeyeceğiz” dedi.
Ergen, gerici ve faşist güçlere yaptırılan bu katliamın, sadece olaylarda can veren yüzlerce kişinin hayatına mal olmakla kalmadığını, Türkiye’de yaşayan farklı din, kültür ve inançlardaki yurttaşların bir arada yaşam umutlarına da önemli bir darbe vurduğunu belirterek, “Maraş Katliamı”nın aynı zamanda Türkiye’yi 12 Eylül açık faşizmine taşıyan sürecin başlangıcı olduğuna da dikkat çekti. Zeynel Ergen, Türkiye‘de bugünlerde yine benzer acılar yaşatmak isteyenler olduğunu söyleyerek bunların halklar arasında kin ve nefret tohumları ekmeye devam ettiğini iç savaş provası yaptırdıklarını belirtti. Ergen, “Eşit, özgür ve demokratik bir ülkede bir arada kardeşçe yaşayabilmek için geçmişle mutlaka yüzleşilmesi gerektiğine vurgu yaparak, bu kirli ve karanlık tarihi, bugün göstereceğimiz bir arada yaşam ve kardeşlik iradesi ile yerin yedi kat dibine göndermeliyiz” dedi.
BirGün - 24 Aralık 2009
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.