Tanrıyı Sosyalistleştirmek
Tanrıyı SosyalistleştirmekTürkiye’deki siyasal İslamcıların sosyalizme ilişkin değerlendirmelerinin “kapı arkasına asılan ceket şapka”...
Tanrıyı Sosyalistleştirmek
Türkiye’deki siyasal İslamcıların sosyalizme ilişkin değerlendirmelerinin “kapı arkasına asılan ceket şapka” önyargısından öteye gitmediği yıllarda yanıbaşımızdaki ülkede İslamcı bir sosyolog, “din afyondur” diyordu.
Kelime ATA / Habercek.com
Süleyman’ın hep başbakan olduğu yıllar…
Sınıf mücadelesi ivme kazanmış. Grevler, gösteriler dalga dalga yayılıyor. Zihnini sosyal adaletsizliklerin nedenlerine ilişkin sorgulamayla yoran bir üniversite öğrencisi ise girdiği girdabın içinden bir türlü çıkamıyor. Boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyor. En sonunda bir ilahiyat profesörünün yanına gitmeye karar veriyor. Zenginlik, yoksulluk, adaletsizlik üzerine yaşadığı kafa karışıklığını giderecek en yetkin kişinin ilahiyatçı olduğunu düşündüğü için…
“Hocam” der öğrenci: Bunca adaletsizlik niye? Allah neden bu adaletsizliklere seyirci?
Profesör de sol düşüncelerden etkilenmiş ya.. Öğrencinin can alıcı sorusuna oldukça derin bir cevap verir:
“Evladım, tanrı sosyalist değilse ben senin için ne yapabilirim ki?”
Bu anlattığımın, tanrı ve adalet üzerine fantezik bir düşünce olduğunu sanmayın. 1970’li yıllarda Ankara’da yaşanmış, gerçek bir olay…
“One minute Tayyip”in gemi sahibi oğlunu, çevresindeki “Dişli’lerini”, unu hep kendi değirmenine taşıyan Unakıtanlarını, hayali ihracatın Fıratları’nı, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere kentlerde yağmalanmadık toprak parçası bırakmayan, halkın iliğini dahi sömüren belediye başkanlarını hatırladıkça insan sormadan ve isyankarlığa düşmeden edemiyor:
Neden, neden, neden???
Bizim ilahiyat profesörünün “Tanrı sosyalist değilse benim suçum ne?” cevabını verdiği yıllarda, bu dünyanın başka coğrafya parçalarında Tanrıyı sosyalistleştiren İslamcılar vardı. Biraz zorlama bir yorumdu bu ama neyse diyelim.
Bir İranlı sosyolog bunu yapmıştı bile. Türkiye’deki siyasal İslamcıların sosyalizme ilişkin düşüncelerinin, cinsel içerikli “kapı arkasına asılmış ceket şapka” hikayelerinden öteye gitmediği bir dönemde, O, yanıbaşımızdaki İran’da Marksist parametrelerden hareket ederek tıpkı Marks gibi “din afyondur” diyordu. Marks’tan etkilenmişti, onun diyalektiğini kullanarak, sosyalizmin eşitlikçi toplum düzenine o İslamın içinden bir yol açarak ulaşıyordu. Pek çok eseri vardır ama “Dine Karşı Din”, ve Lenin’in eseriyle aynı adı taşıyan “Ne Yapmalı?” kitabı, bir dönem siyasal İslamcıların başucu kitapları arasındaydı. Şöyle der: “Kur’ana dönün. Ama hangi Kur’an'a? Soyluların seçkinlerin, zenginlerin köşkünde gizlenen Kur’an’a mı?”, ”Din, yeryüzü servetlerini Allah’ın nimetlerini halkın çoğunluğunun elinden almaya aracı olursa bu servet ve nimetleri kimlerin kapacağı açıkça bellidir.” “Her zaman ve her durumda bu din kisveli oyuncuların işi, halkları ruhi bir manyetizmle gözleri açık olarak uyutmaktır”. O, gerçek dinin sarayın ve zenginlerin dinine karşı olduğunu da iddia ediyordu.
Sözünü ettiğim kişi İranlı sosyolog Ali Şeriati. Kendisi, İran devrimini hazırlayan, siyasal islamın en parlak ideologlarından biri…
Sonra;
Fuller ve Fukuyama çıktı; onlara göre “tarihin ve ideolojilerin sonu geldi”, medeniyetler savaşı başladı, serbest piyasa ekonomisi mutlak gerçekliğe dönüştürüldü ve “medeniyetler savaşı”, “tarihin sonu” tezleri sömürgeci ülkelerin emperyal amaçlarını meşrulaştırmaya dönük olarak kullanılmaya başlandı. Seyyid Kutup, Ali Şeriati gibi sosyalizmin değerleriyle İslamın bağdaştırılması çabalarının esamesi bile kalmadı ve Tanrı da liberalleşti. Kayseri’de araştırma yapan bir düşünce kuruluşu muhafazakar değerlere sahip ama aynı zamanda serbest piyasa ekonomisiyle de gül gibi geçinen yeni bir sınıfın doğduğunu müjdeledi ve “İslami kalvinistler” değerlendirmesini yaparak, bu din-liberalizm birlikteliğini Türkiye adına yere göğe sığdıramadı.
Oysa şimdi o islami Kalvinistlerin yurdunda 20 yaşındaki bir genç peynir çaldığı için cezaevine konuluyor, Türkiye’nin pek çok şehrinde anneler babalar cinnet geçirip çocuklarını boğazlıyor. Tuzla tersanelerinde işçiler ölüyor, hükümet göstermelik önlemlerin ötesine gidemiyor. “Kriz beni teğet geçmedi” deyip intihar eden çaresizler, İslami duyarlılığı olan hükümet açısından hiç mi düşünülecek konu değil.
1 Mayıs’ta hak arayan emekçiler biber gazıyla püskürtülüyor, “One minute Tayyip”, bağrı yanan üreticiye “ananı da al git” diyor, Sağlık Bakanı Akdağ, “açım” diye bağıranı “Sen provokatörsün” deyip paylıyor.
Gençler, umutsuzluk içinde belirsiz yarınlara sürüklenirken, milyonlarca insan yoksulluğun pençesinde kıvranıyor, AKP iktidarının dindar zenginlerinin hanımları ise İslami tatil köylerine ipek türbanlarıyla, cipleriyle gidiyorlar. Boyunlarında sıfır vergili Cihan Kamer pırlantaları… Şehvetleri, rüşvetleri ve şöhretleri de maşallah yerinde…
Yoksullaştırdıkları, işsizleştirdikleri milyonlarca insan ise lütufkar iktidarımızın dağıttığı bulgur pirinçle, yakacakla güya nefes almaya çalışıyor. Hükümet devlet kesesi üzerinden zekat veriyor. Ne de olsa Müslüman adamlar ya…
Tayyip’in oğlunun gemisinde, Dişliler’in elde ettikleri arazi rantlarında, Gökçek’in mal varlığında, köylülerin elinden aldıkları arazilerde yaptıkları özel güvenlikli villalarda, muhallebici Kadir Topbaş’ın saltanatında gözüm mü var?
Vallahi de billahi de yok…
Dini bütün bir insanım! Kur’anı Kerim’e göre Allah bilimi isteyene, zenginliği de istediğine vermiyor mu?!
Ruhum daraldı.
Ben biraz “şol cenneti” hayal edeyim!
Beni rahat bırak Marks…
KAYNAK : Kelime ATA / Habercek.com - 17 Şubat 2009
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.