'Sünnileştirilmiş Alevilik' müfredata girdi
Alevi açılımının bir ‘uzlaşma’ olarak sunulması, açılımın taraflar arasında karşılıklı bir taviz olarak görülmesine yol açabileceği için...
Alevi açılımının bir ‘uzlaşma’ olarak sunulması, açılımın taraflar arasında karşılıklı bir taviz olarak görülmesine yol açabileceği için sorunlu bir yaklaşımdır.
Ne kadar iyi niyetle hazırlanmış olursa olsun yeni ders kitaplarındaki Alevilik birçok bakımdan -Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin ‘dindar bir Sünni gibi’ resmedilmesi, Aleviliğin bir inanış-din ya da felsefe değil, bir gelenek olarak tanımlanması- muhataplarınca kabul edilebilir değil. Oysa Reha Çamuroğlu’nun AK Parti’den milletvekili seçildikten ve başbakan danışmanı olduktan sonra oluşan hava umut vericiydi. Ancak umulan olmadı.
DERS kitaplarında bu yıl ilk kez Alevilikle ilgili bilgiler verilecek olmasının yarattığı heyecan kısa sürdü. Konunun ilk elden muhatabı Alevi gruplar yıllardır şikayetçi oldukları müfredatta yeni bir açılım beklerken belirgin bir hayal kırıklığı yaşadı. Birçok Alevi sivil toplum örgütü uygulamayı eleştirerek, müfredata giren Aleviliğe karşı çıktı. Genel hatlarıyla beklenen tepki ve eleştirilerdi Alevi gruplardan yükselen sesler. Ancak -maalesef- ne kadar iyi niyetle hazırlanmış olursa olsun yeni ders kitaplarındaki Alevilik birçok bakımdan muhataplarınca kabul edilebilir değildi.
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin ‘dindar bir Sünni gibi’ resmedilmiş olması ve Aleviliğin bir inanış-din ya da felsefe değil bir gelenek olarak tanımlanması bu itirazlardan en önemlisiydi. Tabii kitapta Semah resmi olarak bir folklar ekibinin gösterisinden kesit sunulması saymazsak. Oysa yazar-tarihçi Reha Çamuroğlu’nun AK Parti’den milletvekili seçildikten ve başbakan danışmanı olduktan sonra oluşan hava umut vericiydi. Başbakan Erdoğan’ın iştirak ettiği ‘Muharrem Orucu Yemeği’ hem ‘devlet’in hem de Alevilerin gözünde Sünni iktidarın kendilerine yönelik kalıplaşmış bakış açısını değiştireceği beklentisi yaratmıştı. Ancak olmadı.
Önce Alevi gruplardan gelen yoğun baskılar ve biraz da aradığını bulamamanın yarattığı hayal kırıklığı ile ‘açılım yemeği’ni organize eden AK Parti’li Milletvekili Reha Çamuroğlu başbakan danışmanlığından istifa etti. Arkasından da Alevilere açılım getirmesi beklenen yeni ders kitapları bekleneni -hiçbir şekilde tatmin olacak gibi görünmeyen bazı Alevi grupları bu beklenti hanesinin dışında tutuyorum- vermedi.
Peki, neden böyle oldu ve iyi niyetli bu açılım kısa sürede gündemden düştü? Sorunun temelinde Alevilik tartışmasının sağlıksız bir şekilde dinsel ve tarihsel gerçeklikler üzerinden yapılıyor olması var. Oysa tartışmanın özgürlükler ve hukuk zemininde yapılması gerek. Çamuroğlu’nun başlattığı süreç tartışmanın bu yöne evrilmesi için bir fırsat yaratmıştı.
Eğer devam etseydi bu açılım çoğunluğunu dindar Sünni kesimlerin oluşturduğu bir siyasal taban nezdinde Aleviliğin hem bir inanış-felsefe-mezhep ya da din hem de hukuksal meşruiyetini sağlayabilirdi.
Hepimiz Aleviyiz!
Meşruiyet önemli çünkü Alevi açılımının karşılıklı olarak aşmak zorunda olduğu zihinsel kalıplar olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Türkiye’deki Sünni çoğunluk genel hatlarıyla Alevilerin bir ‘meşruiyet sorunu’ yaşadığını kabul etmeye pek istekli değil ve kendi Alevilik anlayışla uyum içinde bir Alevi toplumu istiyor. Böyle olduğunu zaman zaman açılım planlayan iktidar partisi sözcülerinin açıklamalarında da açıkça görüyoruz.
Sözgelimi ‘Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Alevi’yim’ kalıbını dindar Sünni camianın mutlaka sorgulaması gerekiyor. Bu söylemin ardında kendi Alevilik anlayışı üzerinden bir açılım önerisi var. Oysa Alevilerin kamusal meşruiyetini sağlayacak açılım mutlaka Alevilerin kendilerini nasıl tanımladığı üzerinden yapılmak zorunda...
Alevi açılımını 14 asırdır süren mezhep ayrılığının uzlaşmayla sonuçlandırma hedefi olarak değil- Çünkü bu demokrasi ve bireysel özgürlüklerin konusu, alanı olamaz- kendilerini farklı tanımlayan sosyal etnik dinsel ya da başka grupların özgürlük ve hak talebi olarak görmek zorundayız.
Asıl sorunun teorik olarak mutabakata varılacak bu bakış açısından sonra ortaya çıkacağını söylemek abartılı olmaz. Hem Sünniler hem Alevi gruplar açısından her yapılan Alevilik tanımına eşit mesafede durmak kolay olmayacaktır. Diyanet ve Sünni cemaatler, gruplar muhtemelen kendilerine en yakın yorumun kabul görmesini isteyecek, aralarında inançsal, tarihsel siyasal açından büyük farklılıklar bulunan Alevi gruplar da kendi anlayışlarının kabul görmesini isteyeceklerdir. Bu aşamada da siyasi ve hukuki eşit mesafede durma tavrı sürdürülemezse ortaya başka yeni gerilim alanları çıkacaktır.
Uzlaşalım baskısı
Alevi açılımıyla ilgili dikkat çekici bir başka şey de açılımın bir uzlaşma olarak sunulmasıdır. Açılımın karşıt taraflar, en azından taraflar arasında karşılıklı bir taviz olarak görülmesine yol açabilecek bu bakış açısı sorunludur. Açılım bir uzlaşma değil bir temel haktır. Alevilerin demokratik sistemle bağdaşmayacak birkaç konu dışında -’öz yönetim’ isteyen grupların bile varlığını biliyoruz- talepleri devlet, siyasal ya da toplumsal odaklarla uzlaşı arayışını anlamsız kılacak temel haklardır. Devletin lütfettiği kadar demokrasiye razı olmamızı isteyen CHP’nin uzlaşma jargonundan da farkı olmaz böyle bir uzlaşma arayışının. Bu bakımdan ünlü ‘gerisi teferruattır sözünün ancak ‘temel hak ve özgürlükler’ söz konusu olduğunda bir anlamı olabilir. Bunun sağlanması için diyanetin, Sünni din önderlerinin, dini hassasiyeti yüksek siyasetçilerin tam bir mutabakat içinde olmaları gerekir.
Özgürlük teferruat mı?
Dinsel hassasiyetimiz ne olursa olsun, bunun özgürce yaşanması ve anlatılabilmesi için gerekli tüm özgürlükleri talep ederek, savunulması gereken tavır bundan farklı olamamak durumundadır. Söz konusu olan, biz hakkında ne düşünürsek düşünelim, başka bir inanış, din, mezhep, felsefe ya da vicdani kanaattir ve kimsenin bu alanda başkalarını tanımlama ve sınırlama salahiyeti yoktur. Alevi açılımı için siyasi irade gösteren lider ve partilerin ‘cem evleri, semah, deyişler ya da pirlik, dedelik, kirvelik, düşkünlük gibi kurumlarla ilgili o inanışın içinden olmayan kanaat açıklamalarının görüş beyanı dışında bir anlamı olamaz.
Daha açık ifadeyle söyleyelim; Sözgelimi cem’in bir ibadet, cem evinin bir ibadethane olup olmadığına, dinsel ve tarihsel anlamda değil ama hukuksal ve bireysel özgürlükler anlamında, diyanet ya da başka bir kurum karar veremez. Buna karar verecek olan sadece ve sadece o inanışın mensuplarıdır ve kendi aralarındaki ihtilaflar da ancak kendilerini ilgilendirir. Eğer bir inanışın mensuplarının neyi ibadet kabul edip etmeyeceğine kamu otoritesi karar verecekse, yarın Sünni inanışının ibadet biçimleri üzerinde bir tanım hakkı verilmiş olur.
Alevi açılımını mümkün kılacak olan şey sadece ötekilerin, Sünnilerin tutumları değil doğal olarak. Alevi toplumunun kendisinin de atılacak adımlara cevap verme zorunluluğu var. Bu cevap doğası gereği hem öteki Alevi gruplarla varılacak mutabakat hem de Sünnilere karşı önyargıların kırılmasıyla sağlanabilir.
Dönüp kendine bakmak
Tarihsel ve dinsel ağır yükler taşıdığına inanan Alevilerin bugün yaşadıkları sorunların tek sorumlusu olarak Sünnilik, Sünni iktidarlar kalıbından çıkmaları gerekiyor.
Tarihsel ve dinsel olana ilişkin olarak ise sözel geleneği aşan ve Aleviliğin farklı biçimleri ve kökleri üzerine akademik çalışmalara ihtiyaç var.
Böyle olmazsa Alevliği Müslümanlık dışında her şeyle ilişkilendiren ve Yezidilik, Mazdeizm, Şamanizm, Hıristiyanlık karşımı bir inanış olarak -neredeyse Şintoizmin ikiz kerdeşi gibi- sunan yorumlarla yetinmek zorunda kalırız. Ki içinde bulunduğumuz durum maalesef tam olarak budur...
Bir kimlikle neredeyse özdeşleşmiş dinsel özgürlük talebi mutlaka genel bir özgürlük ajandasıyla anlam ve meşruiyet kazanabilir. Tarihsel ve dinsel birikim ne olursa olsun -onların tartışılacağı zemin hak ve özgürlükler zemini değildir- her türlü özgürlük talebi ve hak arayışına destek vermek kendi talebinizin meşruiyet garantisidir.
*Gazeteci Yazar
DOĞAN ERTUĞRUL*
STAR - AÇIK GÖRÜŞ - 13 Ekim 2008 Pazartesi
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.