SÖYLEŞİ : Mine Şenocaklı - Metin Akpınar
Metin Akpınar: Belediyeler ordu besliyor!Sanatçı Metin Akpınar, "Bir dönem mahalleler sağ-sol boyutunda kamplaşmıştı. Şimdi inananlarla...
Metin Akpınar: Belediyeler ordu besliyor!
Sanatçı Metin Akpınar, "Bir dönem mahalleler sağ-sol boyutunda kamplaşmıştı. Şimdi inananlarla inanmayanlar kamplaştı. Bu gidişle laikler-antilaik Mahalle kavgaları olacak" dedi ve silahlı kuvvetler konusunda da ilginç iddialar gündeme getirdi.
Mine Şenocaklı'nın röportajı
Türk sanatının usta ismi Metin Akpınar, Mine Şenocaklı ile son dönemdeki gelişmeleri konuştu
Metin Akpınar, asık suratlı, hamaset meraklısı politikacılara inat, siyasi çözümler üretmekte, en az oyunculuğunda olduğu kadar başarılı... İşte saatler boyu açık oturumlarda laikliği tartışanları şaşırtacak çözüm önerisi:
“Uçlarda dolaşmak yerine, ortak çözüm bulmak gerek. Ben haşemayı da, g-string’i de bu millete yakıştıramıyorum. İkisinin ortasını bulmak gerek, ki bu da dondur. Eğer vasat-ı adili seçerseniz toplum barış içinde bir arada yaşar!”
Türkiye’nin en başarılı komedyenlerinden... Hani derler ya, Türkiye’de siyaset böyle olduğu sürece karikatüristler ve komedyenler için her zaman malzeme bulunur, işte o bu ranttan istifade edenlerden. Ama hakkıyla... Öyle iki taklit, bir espriyle, kaba güldürü ya da kör gözün parmağına mesajla yapmıyor bu işi Metin Akpınar... Kendi deyimiyle ’toplumcu’ bir bakış açısıyla sürdürüyor... Yani bir sosyolog gibi gözlemleyip, analiz ederek...
Onu diğer meslektaşlarından ayıran bir özelliği daha var, reel siyasetin hep içinde bulunmuş olması. Akpınar, her zaman taraf olmuş biri... Sol cenahta yer almış ve bunu hiç gizlememiş. Hatırlarsanız, ’Gül cumhurbaşkanı olsun mu, olmasın mı?’ diye tartışılırken, halk arasında bu makama en çok yakıştırılan isimlerden biri olmuştu. CHP’de ne zaman sorun çıksa “Keşke Metin Akpınar şu partinin başına geçse” diyenler de hiç azımsanacak gibi değil.
Bu ülkede solun tıknefes olduğu anlarda kendince fikrini beyan etmiş, ama siyasi dalaverelere karışmaktan hep uzak durmuş. Bugün CHP’den umudu kesmiş, öyle ki “CHP ile artık hiçbir şey olmaz” diyecek kadar.
Akpınar ile sadece solun durumunu konuşmak biraz haksızlık olurdu. Türkiye’de olup biten ne varsa hepsini konuşmak için gittik müdavimi olduğu Çatana’ya... Caddebostan’daki restorana... Tabii konuşurken tebessümü eksik etmemek, bu kadar suratsız siyaset yapılan bir ülkede, hoşgörüyle bir çözüm bulmak için... Laiklikten Kürt meselesine, siyasette askerin ağırlığından küresel ısınmaya gündemde ne varsa...
Türban sorununu başörtüsü çözer!
Sizce bu ülke laik mi?
Hâlâ laik. Ama laisizmin bu boyutta tartışılmasına layık değil. Zaten İslam’ın kaynağı Kuran’sa İslam laik.
Nasıl?
Yıllar önce herkes ’Ben Müslümanım’ derdi. Elhamdülillah ülkenin yüzde 99’u Müslüman! Ama ’Ben Müslümanım’ deyince Müslüman olunmuyor. Sadece Kelime-i Şahadet’le de olmuyor. Müslüman olmak kolay değil. İslam’a çok ciddi bakmak lazım. Yaşar Nuri Hoca’nın bir savı var. Diyor ki, ’Allah Kuran’la laisizmin, yani dünyeviliğin karşıtı olan uhreviliğin, dünyadaki temsillerinin, ruhban sınıfının, peygamberlerin önünü kesti.’ Bundan daha laik kitap olur mu? Laisizmi arıyorsak, başka yere bakmaya lüzum yok. İnandığın ve savunduğun dinde var. Ama siz mezhebi din yaparsanız, tarikatı din yaparsanız, sünneti din yaparsanız, o zaman din elden gidiveriyor. Ona bağlı olarak kurulan iktidarlar da sadece yandaşları için çalışıyor... Oysa laisizmde, inanç ve ibadet boyutunda insanlar özgür. Kimsenin inancına karışılmıyor, inansın inanmasın... Herkes ibadetini istediği gibi yapıyor. İster camide, ister cemevinde, ister kilisede, ister havrada...
Bunu nasıl başaracağız peki?
Esas soru şu; halk doğru bilgiye nasıl ulaşacak? Yani iki yaşında ’Ya eyyühellezine amenü’ diye okuyarak mı, yoksa zorunlu eğitimi 15 yıla çıkartacaksınız, evlat önce öğrenmeyi öğrenecek, sonra dinini kendisi mi seçecek? O zaman anne babanın çocuğuna verdiği din eğitimini de anayasaya sokmaya çalışmayacaksınız. Laiklik, dinsizlik demek değil. Beğenmediğimiz 1982 Anayasası laikliği çok güzel tarif etmiş. Diyor ki, devlet kurumları hiçbir şekilde dini kurallara bağlanamaz ve din istismar edilemez. Bunu apaçık yazmış. Eğer samimiyetine inanmamızı istiyorsa iktidar, bunu değiştirmeye kalkmayacak. ‘Ben elbisemi değiştirdim, Milli Görüş’ten çıktım, merkeze geliyorum’ diyorsa, bunu yapmayacak. Efendim işte tarikatlar da, başka değişik inançta olanlar da olsun anayasada demeyecek... Kuran’da tarikatlarla ilgili tek kelime geçmez. Tarikat yok, mezhep yok, tasavvuf yok. Eğer tarikat olursa, tarikatların ayinleri serbest olacak. Bu anayasaya girdiği zaman kılık kıyafet kanunu da kalkacak tabii...
Sizce türban serbest olmalı mı?
Samimiyeti ölçmek için müneccim olmaya, cin olmaya, eğitimci olmaya gerek yok. Türban diye bir laf bizim kültürümüzde yok.
Başörtüsü diyelim...
Başörtüsü ayrı. Başörtüsü demiyorlardı önceden. Şimdi olayı büyütmek, yaymak ve sosyal kabulü sağlamak için türbana da başörtüsü diyorlar.
Ortası başörtüsüdür, türban değil!
Beyaz Hoca, ’Eğer bezde kutsallık arıyorsanız bir şey örttüğü için, en kutsal örtü dondur’ diyor...
Doğa bile oraya tüy koymuş. Yani örtmüş, korumuş... Çünkü dışarı açık bir yer. Başı da korumuş saçla.
Katılıyor musunuz Hoca’ya?
Don deyip geçme Sevgili Şenocaklı. Dondan nereye geldik biliyorsun. Yarın, 400-500 sene sonra bir kozmik afet olsa, sonra yaşayanlar yeniden gelseler Türkiye’ye, bizi bulsalar, burada bir havuz ya da deniz kenarında g-string’le haşemayı yan yana görseler ne yorum yaparlar acaba? Bunu düşünsek... İleride ılımlı İslam olimpiyatları mı olacak? Kızlarımız müsabakalara haşemayla mı girecek?
Peki ama g-string? O bu ülkenin gerçeği mi?
Tabii ki değil! Onun için söylüyorum, iplikten haşemaya kadar gelen çizgi içersinde ortada bir don var. Benim rahmetli babam da uzun don giyerdi. Ben ona ’evliya donu’ derdim. Biz de Arjantin don giyerdik. Sonra slipe geldik.
Arjantin don?
Şort anlamında... Dizin biraz üzerinde, kalçanın biraz ortasında. Çiçekli, süslü.
Siz o Arjantin donla denize de girmişsinizdir...
Hayır. Biz onları atlattık çok şükür. Ama benim hiç günahı olmayan, göçle kente gelip de kentleşemeyen, hem kendi köyünde bıraktığı örfünü kaybeden, hem de geldiği yeri bozanlar onu yapıyor. Çevre yolunda keçi otlatıyor. Ama evinde televizyonu var, mutfak robotu var. Donunla da Caddebostan’da denize giriyor. Tumanı da onlar giyiyor. Bu nedir? İmaj maker’lar bu dünyada niye yaşıyor? İnsanın sadece söylemi, eylemi değil, giysi de mesaj verir. Bu, ’Ben şuyum’ demektir. Karikatürlerde savaş çizilir. Romalılar nasıldır? Elinde kılıcı, kalkanı olan, zırhlı... O adamı görürsün ve ‘Bu düşman. Benimle dövüşmeye geliyor’ dersin. Kıyafet de mesaj verir. O yüzden şimdi bakmak lazım, ne mesajlar alıyoruz?
Peki kıyafetten ötürü eğitim engellenmeli mi?
Tabii ki hayır. Ama ne haşema, ne g-string, ortası dondur dedik ya, vasat-ı adili seçerseniz o zaman toplum beraber yaşar.
Yani ortası nedir?
Ortası baş örtüsüdür, türban değil. O zaman üniversiteye giriş yasaklanmaz.
“Gençliğimde ben de mahalle baskıcısıydım”
Sizce bu gidişle mahalle baskısı yaşanır mı?
Önce şunu belirteyim; bu ülkede Kasımpaşa’dan birinin çıkıp başbakan olması ve de yarın reisicumhur olmaya hazırlanması çok kötü bir şey değil. Yeter ki yol iyi olsun. Demokrasi yolu olsun, laisizm yolu olsun, hukuk yolu olsun, hak yolu olsun. Hak, haklının olsun, kuvvetlinin olmasın. Dünyada artık pozitifizm falan bitti. Hegel geldi yeniden... Artık hak kuvvetlinin. Kuvvet ise muhtelif. Beyin gücü olabilir, bilek gücü olabilir, inanç gücü olabilir, kalabalıklar olabilir... Sayıca kalabalık toplanırsın, haklı sen olursun, hakkı alırsın. Dünyada da bu yaşanıyor şimdi. Onun için kuvvetli olmak lazım, iyi örgütlenmek lazım ve kalabalık olmak lazım.
Yarın kavga çıkacak bu ülkede. Müneccim olmak gerekmiyor. Neyin kavgası? Sokak kavgası. Mahalle baskısı var mı diye sordunuz ya, tabii var. Mahalle baskısı her zaman var. Benim gençliğimde de vardı. Mahallemize (Aksaray’da doğup büyüdü) hafif meşrep bir kadın geldiğinde, davranışı, tavrı, giysisi mahalleye uymayan, mahallenin gençleri çöpleri toplar kapısının önüne yığardık. Bir de yazı yazardık, ’Bu mahallede barınamazsın’ diye... Bir ay içinde giderdi.
Bunu yapar mıydınız gerçekten?
Tabii... Ben de mahalle baskıcısıydım. Aslında İngiliz hukukunda da bu vardı. Sonra değiştirdiler. Mahallede bir polis amca vardır, emekli bir albay vardır, bir işçi, bir öğretmen vardır. Onlar mahalleyi korur...
Eskiden MHP’liler ve solcular çatışırdı, daha kötüsü olacak
Sizin gençliğinizde mahalleler bu kadar kamplaşmamıştı herhalde...
Evet. Çok güzel dediniz... Bir dönem mahalleler sağ-sol boyutunda kamplaşmıştı. MHP’liler ve solcular diye... Şimdi inananlarla inanmayanlar kamplaştı. Bu gidişle laikler-antilaikler diye mahalleler ayrılacak. Mahalle kavgaları olacak. Eskiden köşebaşında kız için kavga ederdik. Dört-beş arkadaş giderdik; kim güçlüyse onun dediği olurdu. Yine onları yaşayacağız. Ama bu sefer daha kötüsü olacak, laik-antilaik çatışacak. Türk-Kürt çatışacak. Alevi-Sünni çatışması vardı, biraz geriledi. Onu geri aldılar.
Kim geri aldı?
Efendim ben şimdiye kadar uluslararası sermayenin, AB’nin ve ABD’nin bir şeyi isteyip de yaptıramadığını görmedim.
Yani bizim elimizde değil bazı şeyler?
Tabii ki değil.
Polis ve belediyeler kendi içlerinde ayrı ordu besliyor!
Laik-antilaik çatışmasını önlemek bizim elimizde mi peki?
Laik-antilaik çatışmasında güç hâlâ laiklerin lehine. Silah var çünkü.
Yani ordu laik?
Evet. Ama onun da çarelerini üretiyorlar, söyleyeyim. Polis hazırlanıyor, belediyeler kendi içlerinde karate bilen, elektrik coplu sivil ordular besliyor. Türkiye’de 3 bin 200’ün üstünde belediye varsa, bunların 2 bini iktidarın elinde. Yani AKP’li... Ordular böyle kuruluyor işte. Ayrıca rahmetli Turgut Özal’ın zamanında bireysel silahlanma da artmıştı. Yani biraz sıksalar, bir çırpıda sokağa 2 milyon insan çıkartırlar.
Türkiye Malezya ile Hollanda arasında! İkisi de olabiliriz
Haftalarca ’Türkiye Malezya olur mu?’ diye tartıştık. Bu arada Cem Yılmaz, şöyle bir soru sordu; ’Türkiye Hollanda olur mu?’ Siz ne diyorsunuz?
Türkiye hâlâ Hollanda ile Malezya arasında. İkisi de olabiliriz. Burada sorun şu, bizi kim yönetecek? AB mi? ‘Biz sizin için çok güzel şeyler düşünüyoruz’ diyorlar ama AB’yi büyütemezler artık. Türkiye’nin kabulünün bir tek yolu var; eğer AB Anayasası kabul edilirse, bütçesi kabul edilirse, NATO dışında bir AB ordusu olursa, bizi alırlar. Çünkü o zaman Türkiye’ye ihtiyaçları var. Bir tek o yol açık.
Peki bizim, Batı basınında sıkça dile getirildiği gibi son seçimlerle ılımlı İslam cumhuriyetine geçişimizin bir etkisi yok mu bunda sizce?
Bir kere ılımlı İslam olmaz. İslam, İslamdır. Ne demek ılımlı İslam? Ilık İslam, sıcak İslam, kaynamış İslam, buharlaşmış İslam... Var mı böyle bir şey? İslamsa İslam. Ilığı nasıl olacak?
Biz İslam ülkesi miyiz sizce?
Biz asla İslam ülkesi değiliz. Hâlâ laik bir ülkeyiz.
Peki koruyabilir miyiz laik kimliğimizi?
Bu kuşku demokrasinin olmamasından kaynaklanıyor. Şimdiye kadar bu insanlar zulüm altında kaldıklarını, ezildiklerini söylüyorlardı. Şimdi ötekiler söylemiyor ama medya onlara öncülük ediyor. ’Siz de söyleyin, yarın öbür gün bunlar sizi dövecek’ diye... Belki de dövemeyecekler. Çünkü o kadar çözülmedi bu işler. Yüzde 47’nin karşısında, yüzde 53 var. Sadece matematiksel olarak bakarsanız bile bu güçlü bir rakam...
(Vatan)
08 Ekim 2007
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.