Sömürüye karşı direncin ve başkaldırının adı: Alevilik
Alevi kimliğinin oluşumu üzerine Alevilerin içinden ve dışından uzun süredir bir tartışma yürütülmektedir. Ne yazık ki bu tartışmalar, genel olarak, geleneksel inanç boyutunu pek aşmayan son derece sığ, hiçbir derinliği olmayan kısır tartışmalar ve yorumlar olarak kalmaktadır. Bu tartışmaların sığlığı ve kısırlığı, Alevi kimliğinin dar bir inanç boyutuna indirgenmesi, onun sosyal-sınıfsal karakterinin ve dolayısıyla tarihsel derinliğiyle devrimci direniş ve mücadele geleneğinin görülmemesidir. Alevi kimliğini oluşturan birçok unsur vardır; geleneksel inançlar, çeşitli kültürel gelenekler, yaşam tarzları, tarihsel boyut, toplumun siyasal ve sosyal yapısı ve topluluğun sınıfsal konumu bu kimliğin oluşumuna etki eden faktörlerdir.
Alevi kimliği üzerine yapılan tartışmalarda ve yorumlarda, işin kısırlığı ve sığlığı bir yana, genelde iki temel tahribatla karşılaşırız; biri Türklüğe vurgu yapan etnokültürel bir kimlik anlayışı, diğeri ise İslamlığa vurgu yapan din eksenli anlayıştır. Buradan hareketle de “Alevilik, Türk İslamlığıdır” diye bir sentez geliştirilir. Bunlara Aleviliğin Türk-İslam sentezcileri diyebiliriz. Türk Alevilerin Türkçü-İslamcı duruşuna karşı kimi Kürt Alevilerin de Kürt-Zerdüşt yaklaşımı içinde hareket ettiklerini görürüz. Aleviliği, ne bir etnik kimliğe, ne bir inanç kimliğine, ne de başka bir kültürel kimliğe indirgemek olanaklıdır. Böyle bir yaklaşım Alevi kimliğini tahrip etmek, saptırmak dinci ve milliyetçi-ırkçı bir kulvara sürüklemek olur. Neyse ki, son zamanlarda, milliyetçi-dinci bu eksen kaymaları karşısında toplumun somut maddi üretim ilişkileri üzerine temellendirilen bilimsel yorumların, tanımlamaların gelişmeye başladığını da görüyoruz
Elbetteki, Alevilik, Anadolu’da yaşayan tüm halkların ( Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Arap, Süryani; Ezidi vs.) geleneksel kültürlerinden, inançlarından beslenmiştir ve bunlar Alevi kimliğinin oluşumunda önemli bir unsurdur; ancak bunların hiçbiri bu kimliği belirleyen temel bir unsur değildir. Aleviliği ne Ali ve etrafında döndürülen İslam inancıyla, ne Orta Asya Türk kültürüyle, ne Zerdüşt inancıyla ne Anadolu’nun eski kültür ve inançlarıyla ne de Türklerin büyük göçlerle Anadolu’ya gelirken edindikleri kültür ve inançlarla açıklamak mümkündür. Buna karşın bunlardan da çok uzak değildir. Alevi kimliğinin oluşumunda Antik Yunan felsefesinin ve inançlarının yansımasını da, eski Türk ve Kürtlere ait inanç-kültür unsurlarını da ve kimi İslam ve Hıristiyan inanç-kültür öğelerini de bulmak olanaklıdır. Bu durum son derece doğal ve kaçınılmazdır da. Halklar arasında tarih boyunca bir kültür alışverişi kesintisiz olarak hep devam etmiştir. Ancak tüm bu inançlar, kültürel gelenekler bir kimliği belirleyen temel bir unsur olarak karşımıza çıkmaz. Esasında tüm bu inançlar ve kültürel gelenekler de toplumun maddi üretim ilişkileri tarafından belirlenir, toplumun temel altyapısına bağlıdır. Peki, Alevi kimliğini belirleyen temel unsur ne olmuştur, bu kimlik oluşumunu nasıl kavramak gerekir?
Öncelikle, Aleviliğin, Selçuklu feodal toplumsal düzenin ilişki ve çelişkilerinin bir ürünü olduğu yadsınmaz gerçeğinin altını çizmemiz gerekir. Tüm feodal saltanat rejimlerinde olduğu gibi Selçuklu Feodal rejimi de köylülüğün sömürüsü üzerine kurulmuştur. Köylülüğün sömürüsü olmadan hiçbir saltanat rejimi ayakta kalamazdı. Toplumdaki temel çelişki de haliyle topraksız yoksul köylülük ile büyük toprak mülkiyetini elinde bulunduran –yada bu toprak rantını paylaşan- feodal kesimler (sultanlar, beyler, ağalar, tımar sahipleri vb.) arasındadır.
İşte köylülük ile feodal sultanlık arasındaki çelişkilerin giderek çatışmalara dönüşmesi Alevi kimliğinin şekillenmesinde temel bir unsur olarak öne çıkar.
Selçuklunun Bizans karşısındaki 1071 Malazgirt yengisi ardı sıra Anadolu’ya büyük bir göç akını başlar. Anadolu’yu dolduran Türkmenler burada alışık olmadıkları bir düzenle karşı karşıyadırlar. Bu feodal Selçuklu düzeni karşısında büyük bir göçebe, yarı göçebe ve yerleşik büyük bir kırsal nüfusu oluşturan Türkmenler başta olmak üzere Anadolu’nun Kürt, Rum, Ermeni, Arap kır yoksulları ya boyun eğecekler yada sömürü ve baskıdan kurtulmak için ayaklanıp Selçuklu düzenini yıkarak kendi eşitlikçi sömürüsüz düzenlerini kuracaklardı. Yoksul köylülük ile Feodal sultanlık arasındaki çelişkiler ve kavga giderek siyasi-ideolojik bir mahiyet kazanmaya başlar. İşte bu kavga Anadolu’da Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Rum’u, Arap’ıyla ortak bir kimlik yaratacaktır. Bugün ‘Alevilik’ dediğimiz bu kimlik, Anadolu’nun tüm yoksul halklarının tüm kültürel birikimlerinin bu topraklarda harmanlanıp mayalanması ve kızgın ateşte pişirilmesiyle oluşur. Bu dönemde yakılan ilk kızgın ateş ise Selçuklu sultanlığını devirmeye yönelik 1240 Babailer Hareketidir.
“Alevilik, feodal dönemin ilişki ve çelişkilerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Alevilerin Babailerin, Bedreddinlerin feodal düzene başkaldırıları olmadan kendini adlandıramazdı. Onun için Alevilik her şeyden önce feodalizme karşı bir sınıf savaşımıdır. Kuşkusuz Alevilik, sadece, feodal düzene karşı kabaca bir başkaldırı hareketi değildir; Alevilik aynı zamanda felsefi, ahlaki, inançsal, sosyal, kültürel tüm biçimlenmesiyle kuramsal bir öğreti niteliğini taşır. Ancak tüm bu biçimlenmenin de bu sınıf savaşımlarının bir yaratımı olduğunu görmek gerekir. Alevilerin feodal düzenin sömürüsüne, baskısına karşı yürüttükleri bu sınıf mücadelesi görülmeden Alevilik kavranılamaz. Yoksul Anadolu halkının feodal Selçuklu ve Osmanlı yönetimlerine karşı sınıf hareketi görülmezse, Alevilik, tam bir muamma haline gelir.” (K. Eroğlu, Kulluğa Yoktur Rızamız-Alevilik, s.196)
Bugün, uzun süredir yapılmak istenilen odur ki, egemen çevrelerin ve bunların güdümündeki kimi “Alevi”lerce Alevilik tam bir muamma haline getirilmek isteniliyor. Bu zamana kadar Alevileri yok edemeyenler ve yok sayamayanlar Aleviliğin içini boşaltarak asimile etmenin uğraşını veriyorlar. Bunu yapmanın tek yolu ise Aleviliği tarihi kimliğinden soyutlamak olduğunu biliyorlar. Devrimci sınıf kimliğinden soyutlanması ve bu kimliğin köreltilmesiyle Alevilik her biçime kolaylıkla sokulabilir. Yapılmak istenilen şey de İslam’ın Batıni bir yorumu kılıflamasıyla İslam inancının ve Türk milliyetçiliğinin payandası haline getirmektir. Günümüzde kimilerin ırkçı milliyetçilerle ve siyasi İslamcılarla yan yana gelmesine şaşmamak gerekir. Bu tiplere kalkıp Alevi demenin bir anlamı da yoktur. Kişinin Alevi bir aileden gelmesi insanı Alevi yapmaz. Alevi felsefesini ve ahlakını yansıtmadan; özgürlükçü, eşitlikçi, paylaşımcı dünya görüşüne sahip olmadan Alevi olunmayacağını herkes bilmelidir. Yine herkes bilmelidir ki bu felsefeyi, ahlakı, dünya görüşünü benimseyen herkimse Alevidir; tarih buna şahittir: işte, ŞEYH BEDREDDİN!
Bir toplumda sınıf farklılaşmasının ortaya çıkması o toplumdaki inanç dahil tüm kültürel geleneklerin de farklılaşmasını beraberinde getirir. Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı Sultanlığın gelişim seyri içinde bunu kolaylıkla izlemek olanaklıdır (Orhun yazıtlarında bile kimi Hakanların Türk töresinden kopmaya başladıklarından yakınılır). Bu farklılaşma geleneklerinden inancına, yaşam tarzından dünya görüşüne varıncaya kadar bütün boyutuyla bir kimlik farklılaşmasıdır. Mülk sahibi feodal sultanların, beylerin kimlikleriyle mülksüzlerin
kimliklerinin birbirinden tümüyle ayrışacağı aşikardır. Din, bütün feodal toplumların ideolojisi olmuştur. İslamiyet de Selçuklunun ve Osmanlının ideolojisiydi. İslam dini, kamusal ve bireysel alanın düzenleyici hükümlerini içerir; feodal düzenin ideolojisi, şeriatıdır; düzenin kanunu, yasası, ahlakı, kültürüdür. Bu düzenin feodal İslam ideolojisinin karşısına kendi ideolojilerini ortaya koymadan Anadolu yoksullarının; yani Baba İlyasların, Baba İshakların, Hacı Bektaşların, Abdal Musaların, Torlakların, Börklücelerin, Şeyh Bedreddinlerin, Şah Kuluların, Kalenderlerin… Selçuklu ve Osmanlı feodal sömürü düzenlerine karşı çıkabilmeleri düşünülemezdi. İşte bu sınıf mücadelesi görülmeden Alevilik anlaşılamaz. Alevi kimliğini yaratan Anadolu yoksullarının devrimci mücadelesidir. Alevilik Anadolu yoksullarının sesi, çığlığı olmuştur. Alevilerin bu devrimci direnci ve mücadelesi olmasaydı bugün Alevilik diye bir kimlik olmazdı. Dünden bugüne Alevilere saldırının nedeni, Aleviliği asimile etmeye çalışmalarının nedeni, Aleviliğin içini boşaltmaya çalışmalarının nedeni işte bu Alevilerin devrimci kimliğidir. Bunu çıkardığın zaman geriye Ali ve 12 imamlara dizilen övgüler ve gözyaşları içinde dövünmelerden başka bir şey kalmaz. Geçmişin devrimci kültürel geleneğin temsilcileri olan Aleviler egemen güçler tarafından bu özünden koparılmak istenmektedir, amaç bellidir: günümüz devrimci proleter hareketinden ayırmak. Bunu da “Alevi” burjuvaların ve mevki makam beklentisi içinde olan kimi dedelerin ideolojik saptırmalarıyla yapmalarına da şaşmamak gerekir. Bunların dönekliği Aleviler için bir kayıp değildir; ama Alevilerin, özünde farklı bir bakış açısına sahip olmayan ülkemiz Sünni veya başka inanç sahibi emekçilerini kazanabilecek olmaları çok büyük kazanç olacaktır.
Kazım Eroğlu
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.