Hafızasızlaştırma politikaları toplumlar için büyük bir tehdittir. Hele ki varlık yokluk mücadelesi veren toplumlar söz konusu olduğunda bu durum daha çok geçerli hale gelir. Unutma, görmeme ve bellek yitimi toplumları kökten bir yok oluşa götürebileceği gibi; bunun karşısında toplumsal hafıza refleksiyle hatırlama, unutmama ve anma yok oluşa karşı bir panzehir olarak varlık mücadelelerinin güçlü zeminini oluşturur. Bu anlamda hatırlama ve unutmama gereksinimi zorunlu olarak tarih, kültür, emek, bedel, değer vb gibi olguları tümden özneleştirerek kader tayin edici hale getirir.
Yaşadığımız toplumsal gerçeklik içerisinde zulmün yarattığı acılar kadar, bu zulümleri unutmanın verdiği acıda ne yazık ki çokça karşılaştığımız bir durum olmakta. Kimi zaman; her acı salt yaşayanın ocağına düşmüşcesine bir kimsesizlikle karşı karşıya bırakılırken, kimi zamanda umursamazlık ve duyarsızlıkla içine düşülen pratikler bu kimsesizlik halini daha da derinleştirmektedir.
---
Zeynel Benler; Dersim 38 sürgünü olan ailesinin, mecburi iskan politikaları ile ikamet ettirildiği ana yurdundan uzak diyarlarda, sürgünde dünyaya gelmiş ve sürgün dönüşünden son nefesine kadar geçen zaman diliminde geçim sıkıntıları ve çetin yaşam koşullarına rağmen yurtsever-devrimci mücadelelere desteğini esirgememiş bir değerdi. Ayrıca bir oğlunu (Erdal Benler-Şehid Koçer) özgürlük mücadelesinde yitiren Zeynel Benler, Dersim bölgesinde tartışmasız yurtsever kimliğiyle tanınan biriydi. Bu kimliğini dostuna da düşmanına da kabul ettirmiş ve dostundan saygı görürken, düşmanından ise defalarca işkence görmüştü. (1)
Böylesine net ve berrak bir yaşamı olmasına rağmen alakası ve dahiliyeti olmadığı halde; altını söyleyenlerin dahi dolduramadığı yakışıksız ithamlara maruz bırakılmış, zorlama ve kurgu bağlantılar yaratılarak yaşadığı köyde gerçekleşen bir olayla ilişkilendirilip, 2004 yılında MKP (Maoist Komünist Parti) adlı örgüt tarafından katledilmiş ve bir kızı da kurşunların hedefi olarak yaralanmıştır. Daha sonrasında katledilen Zeynel Benler, Özgürlük Hareketi(KÖH) tarafından sahiplenilerek Şehid ilan edilmiş ve bu katliam iki partiyi çeşitli dönemlerde karşı karşıya getirmiştir. (2)
---
Meselenin ideolojik ve örgütsel arka planını eşelemek ise, katliama hangi tarihsel sürecin sebep olduğu ve Zeynel Benler’in neden hedef seçildiğini daha da netleştireceği için önemli olmaktadır.
Bilindiği üzere Kürt Özgürlük Hareketi henüz yeni şekillendiği yılların hemen sonrasında ‘Ülkeye Dönüş’ kararı alarak Kürdistan’ın farklı farklı bölgelerinde örgütlenme ve kadrolaşma çalışması başlatmıştır. Ülkeye dönüşü ile çeşitli zorluklarla karşılaşan KÖH, Kürdistan’ın birçok yerinde ‘dar-milliyetçi ve Kürt solu’ (örn; KDP ve Burkay çizgisi) diye nitelendirilen örgütler tarafından hedef haline getirilmiştir. KÖH’ün “sömürge Kürdistan” tezi ve bu sömürge durumunu tersine çevirme konusunda ki ciddiyeti, bu çevreleri ürkütmüş ve Kürt sorunu üzerinde kurdukları atıl iktidarlarının ellerinden kayacağı telaşına düşüp yer yer devletten de destek görerek KÖH’e karşı birçok saldırı gerçekleştirmişlerdir.
Genel olarak Kürdistan’da bu minvalde yürüyen çelişkili ve çatışmalı süreç özel olarak Dersim’de de yansımalarını göstermiştir. KÖH’ün örgütlenme ve alan açma girişimleri bu defa Dersim’de “Türkiye solu ve Kemalizm etkisinde ki Türk solu” diyebileceğimiz birçok örgüt tarafından baltalanmak istenmiş ve karşısına meşhur “burası bizimdir, giremezsiniz” sözleriyle özetlenebilecek gerek fiziki gerekse de ideolojik engeller çıkarılmıştır.
Tam da bu süreç içerisinde; Zeynel Benler ve ailesinin yaşadıkları çevrede ilk yurtseverleşen ailelerin başında gelmesi ve Erdal Benler’in(Ş.Koçer) bu bölgeden KÖH bünyesine katılan ilk gerillalardan biri olması, yani kısacası ailenin KÖH’e örgütlenme zemini oluşturmakta ki katkıları bu karşıt çevreler tarafından hedef seçilmesinin ana nedeni haline gelmiştir.
Belli bir aşamadan sonra kendileri için artık ulaşılmaz büyüklükte bir güce dönüşen KÖH’le direkt çelişki ve çatışmalarını çözmektense, daha ulaşılır bir ‘düşman’ olarak gördükleri KÖH sempatizanlarına yönelmek bu çevrelere daha çekici ve kolay gelmiştir. Bu vesileyle Zeynel Benler, oğlu Şehid Koçer ve bir bütün ailesi, kara propagandalar üretilerek hedef seçilmiş ve yukarıda bahsettiğimiz gibi Zeynel Benler bu çevrelerce katledilmiştir..
---
Bu katliamın baş sorumlusu ve azmettiricisi olan Murat Kahraman adlı unsur, ikamet ettiği Avrupa’da eline bulaşan Yurtsever kanını ‘gizleme’ gereği dahi duymadan kendisini ‘Dersim aydını’ kimliğine büründürme çabası içerisindedir. Bu çabayla kitaplar yazmakta, tanıtım günleri düzenlemekte ve panellere çıkarılmaktadır. Kirli odakların reklam desteğini alan bu unsurun takındığı sahte hümanist söylem ve pratiklerle hedefinin ‘aydın-yazar-edebiyatçı’ kimliklerini edinerek, bu kimliklerle kanlı geçmişinin üstünü örtüp, kendine bir meşruluk zemini oluşturmak olduğu kitap içeriklerinden ve sosyal medya paylaşımlarından açıkça görülmektedir.
‘Dersim aydını’ kimliğini kazanma çabasını nasıl sarf ettiği de önemle dikkat edilmesi gereken bir süreçtir. Çünkü bu süreç adı geçen şahsın elinin kanlı olmasının yanında söyledikleri, yazdıkları ve ilişkileri ile nasıl bir karakterde olduğunu ayan beyan ortaya seren boyuttadır.
Murat Kahraman adlı unsur taraftar kazanmak adına Kürt Özgürlük Hareketine(KÖH) karşıt olan her çevreye göz kırpmakta ve bu çevrelerden destek görmek uğruna kullandığı mağdur dilini bir an olsun bırakmadan her olay hakkında KÖH karşıtı anti propaganda üretmektedir.
Örnek vermek gerekirse; kamuoyunda ‘Zazacılar-Zazaistancılar’ olarak bilinen ve Kürt halkına karşı böl-parçala-yönet politikaları ekseninde kurgulanmış çevrelerin desteğini almak adına, bu çevrelerin büyük bir hadsizlikle saldırdığı Kürdistani kimliğiyle bilinen Dersim 38 liderlerinden Nuri Dersimi’yi hedefleyebilmektedir.
Öte yandan “Kemalizm faşizmdir” tahlilini bu topraklarda ilk ve cesurca yapanlardan olan İbrahim Kaypakkaya’nın geleneğinden geldiğini iddia etmesine rağmen, tam aksi yönde bulunan ‘Kemalist-sol’ çevrelerin Kürt fobisinden faydalanarak yine destek görme arayışı içerisine girebilmektedir. KÖH’e karşı her platform ve konuda antipropaganda argümanları üretmekte çok cüretkar olan M.Kahraman, bu cüretkarlığı ile Hüseyin Aygün gibi karanlık yüzlerce ‘Piro’ diye hitap edilecek kadar ‘itibar’ görmekte ve Hüseyin Aygün ve Zazacılarla kurduğu temas ona KÖH karşıtı her kapıyı açtırtmakta ve bu ilişkiden kaynaklı onların hoşuna gidecek hikayeleri her daim uyduran bir enstrüman olmaktan geri durmamaktadır. (3)
‘Dersimnews’ gibi tescilli Kürt düşmanı sitelerde yazarlık yapması, yine Avrupa da “kaçkın, itirafçı” ve istihbarat örgütleriyle ilişkili birçok çevreyle iş tutması, bu şahsın karakterini oldukça açık bir şekilde yansıtan olgulardır. Kurduğu bu ilişkiler adeta ‘Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ özdeyişini kanıtlayan esaslar olmaktadır.
Aynı zamanda kendi zalimliğini gölgelemek adına, dünyada ve yaşadığımız coğrafyada oluşan Ermeni soykırımına dair kamuoyu hassasiyetini kendi lehine araçsallaştırıp, bu soykırımın mağdurlarının trajedilerini kullanmaktan da geri durmamaktadır.
---
Hitler’in propaganda bakanı olan Goebbels’in, meşhur yalan tekniğinin sadece devlet aygıtını yöneten modern diktatörlere miras kaldığı yönünde temel bir yanılgı vardır. İşin aslı bu yöntemi küçük büyük demeden yaşama kast eden bütün zalim ve cellatların kullandığıdır. Çünkü yaşama kastedenlerin destek görme ve kendilerini devamlı kılma adına her daim pratiklerini aklama ve meşruluk sağlama gibi bir dertleri olmuştur. Bu açıdan bir eli silah ve kılıç tutan tarihin bütün zalimleri, öteki eliyle de kalem ve kitap(günümüzde de çeşitli medya organlarını) tutarak kurdukları ‘yalan tekniğini’ ürettikleri manipülatif bilgiler ile hakim kılmak istemişlerdir.
Bahsini ettiğimiz bu çevrelerin yazdığı kitaplarda ve dile getirdiği her sözde de Goebbels’e atfedilen “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa, yalana devam edin. Büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanılır..” taktiğini görmek mümkün.
Bu yalanları da örneklendirecek olursak; Benler ailesinin, aile büyükleri Zeynel Benler’in katledilişini yıldönümlerin de anmak adına zamanın Özgür Gündem gazetesine anma vermesini, mahkemelere “teröristlerin gazetesine anma veriyorlar” diyerek şikayet eden bu unsurlar utanmadan “katliamı neden anlatıyorlar, niye susmuyorlar” anlamına gelecek söylemlerle aileyi yıpratmak ve itibarını zedelemek istemekte ve tüm bunları yaparken de kendilerini sözüm ona “devrimci”, aileyi ise “işbirlikçi” ilan etmek niyetindedirler.
Herkes bilmekte ki; bir cinayet işlenmişse ve aynı zamanda yaralılar da var ise kendiliğinden dahi hukuki bir süreç yargı tarafından işletilir. Öte yandan Benler ailesi devletin adaletinin de, sizlerin “devrimci adaletinizin de” ne olduğunu çok iyi bilmekte. Hem de bu ikili “adaletin”; kurbanı, iftiraya uğrayanı, işkence göreni, tutuklusu vb. olarak..
Ayrıca Ankara’dan gelen “telsiz emirleriyle” askeri operasyonlardan kurtulduğu iddia edilen, aynı zamanda Zeynel Benler’e ilk kurşunu sıkanlardan olan ve şuan Maocu geleneğin dahi “onunla hukukumuz yok” diyerek sorumluluklarını geçiştirdiği; Murat Kahraman’ın dostu, zamanın genel sekreteri(Maocu) Kemal Kutan’mı (Ali Haydar) “adalet” sağlayacaktı? Bu unsurun katliam gecesi Zeynel Benler’e “senin suçsuz olduğunu biliyoruz, ama seni cezalandıracağız. Gelsin Apocular seni kurtarsın.” demesi de bu konu değerlendirilirken akıllardan çıkarılmaması gereken önemli bir husustur.
Kaldı ki; Zeynel Benler’in katledilişinde bu çevrelere büyük desteği olan devlet yetkililerinin, Benler ailesine daha hastanedeyken söyledikleri ilk sözün “MKP değil, PKK yaptı deyin yirmi dört saatte çözelim” olduğunu belirtmek belki olayı daha net açıklığa kavuşturur. Tıpkı katliamcıların sivil bir insanı(Zeynel Benler’i) katlettikten sonra bir partiye karşı ‘eylem’ yapmışçasına “Kahrolsun PKK, yaşasın Partizan” sloganını atmaları gibi.
Ek olarak, bu katliamın gerçekleştiği yaylanın (Hel) etrafı karakollarla çevrili iken, yine yaylaya gidiş yolunun girişinde karakol olmasına rağmen; katliam gecesi adı faili meçhul cinayetlerle simgeleşen “beyaz toros” marka bir aracın yayla altında beklediği, katliama gelen grubun kimi üyelerinin araçlarla yaylaya geldikleri ve katliamın ertesi günü ise bu grubun Erzincan’da lokantalarda görüldükleri, şahitlerin aktarımlarıyla taşları yerli yerine oturtan diğer bilgiler olmakta..
Açık ki bu unsur edebiyatına soyunduğu kurgu olaylardan-Benler ailesine yönelik-(4), bir takım intikam duyguları çıkarmış ve klasik aşiret intikamcılığı mantığıyla bir Komünist partiyi (içinde ki şaibeli unsurlar aracılığıyla) etkileyebilmiş ve tüm bunların yanında katliamı uygulamada devlet tarafından da destek görmüştür. Yurtseverleri “faili meçhul” denilen “meşhur” yöntemlerle katleden devlet, böyle bir imkandan el ayak çeker mi? Aynı dönem Dersim’in farklı yerlerinde 3 yurtseverin katledilmesi bu anlamda çok şey anlatmaktadır. Yukarıda dile getirdiğimiz Kemal Kutan(Ali Haydar) bağlantısı, hastanede aileye yöneltilen teklifler ve görgü tanıklarının aktarımları bu nokta da tekrar hatırlanmalıdır..
Bahsettiğimiz ‘aşiret intikamcılığı’ bu unsurun gözünü öyle bürümüş halde ki, Hüseyin Aygün’le yaptığı ‘dost muhabbetlerin de’ Dersim 38’de sürgün edilenlerin kimler olduğu yönünde ki bilgileri dahi çarpıtmaktadır. Çemişgezek Doğan köyü civarında yalnızca Benler ailesinin(o zamanın soy ismiyle Çelebi) büyüklerinin sürgün edildiği ve katledilen Zeynel Benler’de dahil aile içerisinde ki dönem kuşağının sürgün yerleri olan Denizli doğumlu olduğu ve 11 sene sürgünde yaşadıktan sonra Dersim’e yeniden döndükleri herkesçe bilinmektedir. Bu bilgiler açık, belgeli ve şahitli halde net iken yine bu unsur gerçekleri manipüle edip gizleyerek, kendisine kahramanlık hikayeleri oluşturmaktadır..
Bu şahısın kirli ilişki ağını daha fazla deşifre etmek ve tuttuğu kalemden dahi kan damlamasına rağmen ‘karıncayı dahi incitmemiş’ edalarıyla yazdıklarını başka detay ve örneklerle çürütmek mümkün. Gerekli görüldüğü ve çeşitli çevrelerin konu hakkında bilgi almak istediği vakit, tarafımızca bu da yapılabilir. Lakin tanımak isteyene yukarıda ki bilgilerin bir tekinin dahi yeterli olacağına inanarak, daha fazla bu şahsı gündemleştirmenin onun reklamı olabileceğine inanmaktayız.
---
Benler ailesi yaşadığı acının verdiği olgunlukla bugüne kadar ancak zaman, mekan ve muhatap faktörlerini gözeterek trajedisini anlatma gereği duymuş ve bu koşulların oluşmadığı takdirde süreci yine olgunlukla izlemiştir. Kendilerine yaşatılan acının kurumsal olarak üstlenilmesine rağmen, hiçbir şekilde “Komünist Parti’nin” tümden karşıtı olacak pratiklere düşmemişlerdir.
Yine bu aile üyesi hiçbir birey kişisel kariyer elde etmek uğruna malum şahıs gibi yaşadığı olayı ‘pazarlama’ gayesi gütmemiştir. Fakat bu olgunluklarını sinmişlik olarak algılayan bu şahıs ve çevresi adeta meydanı boş bulmuşçasına istedikleri gibi yazıpçizerek gerçeklerle oynayabilecekleri yanılgısına düşmüşlerdir. Böylesi bir durumda kamuoyunu bilgilendirmek ve gerçekleri dile getirmek zaruriyet olarak kendini dayatmıştır.
Toparlayacak olursak; kelimeleri bükerek gerçekler üzerinde mağdur diliyle karanlık gölgeler yaratıp ve edebiyat yöntemiyle kurgu hikayeler uydurarak katliamcı gerçekliğini unutturma çabasının beyhude olduğu açıktır. Gerçeklerin inatçı yanını bu çabalara girenlerin unutmaması gerekir..
Görmemenin Eleştirisi
Kimsesizliğe itilen acılar bağlamında yaptığımız giriş bölümünü daha net bir dille açıklamak artık bir mecburiyet olmuştur. Çünkü her defasında katledilen Zeynel Benler’in ailesinin acısını bugün yaşanmışçasına tazeleyen gelişmeler olmakta ve aile yine her defasında kendi acısını tekrardan anlatma gibi kahredici bir durumla karşı karşıya bırakılmaktadır.
Kontra karakterini ve KÖH’e karşı söylem ve pratiklerini açıkladığımız M.Kahraman’ın, kendisini son dönemde ‘yazdıklarıyla’ meşrulaştırmak istediğini vurgulamıştık. Tuhaftır ki bu karakterdeki bir unsurun kitaplarının tanıtımı bazı Yurtsever basın yayın organlarında içeriğine bakma ‘zahmeti’ dahi duyulmadan tanıtılmakta ve acılı ailenin tepkilerine ya hiç cevap verilmemekte ya da dengeci yorum ve bilmemezliğe yatan duyarsızlıklarla geri dönüş yapılmaktadır.
Hata ve eksikleri belgelerle önlerine konulan bazı basın çalışanları ‘bağımsız duruş ve polemik içerisine çekilmeme kaygısı’ duyduklarını söyleyerek durumun vahametinden sıyrılmaya çalışmakta ve sorumluluktan kaçmaktadır. Tanıtılan bu kitapların KÖH’e karşı hakaretlerle dolu olduğunu tekrar hatırlatırsak, bu yaklaşımların kendi varlığına yabancılaşma ve kendi kendinin inkarı olduğu açıktır. Yarım asrı bulan varlığıyla büyük değerler açığa çıkarmış ve bu yolda büyük bedeller ödemiş bir halk hareketinin kurumlarında ortaya çıkan bu durumun ne demek olduğunu hep birlikte yeniden düşünmemiz gerekir.
Ayrıca bu yanlışın Avrupa ve Türkiye’de yürütülen basın faaliyetlerinde çeşitli tarihlerde defalarca tekrarlandığını belirtirsek, akıllarda oluşması mümkün olan ‘bir defaya mahsus yaşanmış bir eksikliktir’ algısını engelleyecektir.
Hakeza demokratik siyaset alanının gerek yurt içinde gerekse de yurtdışında ki çeşitli kurumları; adı geçen bu unsurun ve karanlık çevresinin ilişki ağında olan bir takım şahsiyetlerle diyalog kurmakta, yer yer vizyon sahibi yapmakta ve sunulan belgeli eleştirileri çeşitli ‘kaygılar’ dile getirerek savuşturmaktadır.
---
Konjonktürel olarak gelişen ittifak politikalarını, geçmişe dair kurumsal özeleştiri içeren bakış açısını ve bu durumlardan kaynaklı ortaya çıkan esnek yaklaşımları göz ardı etmediğimizin bilinmesini isteriz. Lakin her özgürlük mücadelesi kendi iç ve dış dinamikleri dahilinde var olup geliştiği gibi, Kürt halkının meşru mücadelesi de bu dahiliyet içerisin de ortaya çıkan ve hali hazırda büyük bedeller ödeyip bugüne kadar gelebilen bir mücadeledir. Bu kapsam içerisinde genişleme ve dışarıya açılma gayretleri ne kadar meşru ise, ödenen bedelleri ve acıları unutmadan yürümekte bir o kadar hayatidir.
Dolayısıyla -yabancısı olmadığımız- yurtsever alan(kurum-halk vb) çalışmalarında ilkesel tutum gereği görev ve sorumluluklara karşı duyarlılık ve değerlere yaklaşım konusunda vefa ve saygının varoluşsal önemini vurgulamak, mütevazi bir eleştiri olarak algılanmalıdır.
Yine serzenişin de bulunduğumuz bu konunun nerelerde tartışılması gerektiğinin de aile tarafından bilindiği ve katliamın olduğu 2004 yılından bugüne kadar yöntem olarak bunun denendiği, fakat bahsettiğimiz alanların kimi çalışanlarınca dönem dönem yaralayıcı ‘görmeme’ halinin defalarca tekrarlandığı için kamuoyuna böyle bir yazıyla meramımızı anlatma gereği duyduğumuz unutulmamalıdır. Alanlar arası kopukluklar ve meselenin bir açıdan yerelliği, “görmeme, bilmeme” durumunun telafi edilebilecek gerekçeleri olabileceği gibi; yukarıda belirtildiği tarzda sunulan belgeli bilgilere rağmen yanlışta/eksiklikte ısrar edilmesinin de kabul edilecek bir tarafının olmadığı açıktır..
---
Evet; hiçbir basın emekçisinin ve yurtseverin niyetini ve inancını sorgulayıp bağlılığından şüphe etmiyoruz. Fakat tüm Yurtsever, Devrimci ve Demokrat kamuoyunu hassasiyetini ve kırılganlığını açıkladığımız bu konuda daha duyarlı olmaya ve azami dikkat ile bu konuya eğilmelerini bekliyoruz.
Zira bir Dervişin dile getirdiği gibi “ruhu olan topraklarda” yaşıyoruz. Bu topraklar da yaşamak, bu halkın bünyesinde ve kurumların da çalışma yürütmek dikkati ve duyarlılığı zorunlu kılmaktadır. Aksi takdirde attığımız herhangi bir adım “toprakta ki bir ruhu” incitebilir…
Koçer Haki Pir
Detaylı bilgi için bakınız:
1- https://bianet.org/bianet/insan-haklari/43605-ihd-yasam-hakkinin-ihlali-suctur
2- http://www.bolsevikparti.org/bp/bp148pdf/bp148_sayfalar.pdf
3- https://www.youtube.com/watch?v=Q0BMRyxSFfo
4-Yazdığı Bitmeyen Veda kitabında, Zeynel Benler’in 1994 yılında KÖH bünyesinde Şehid düşen oğlu Erdal Benler’e(Koçer) yönelik çeşitli iftiralar atmakta ve yalan söylemenin ciddi bir zeka gerektirdiğini kanıtlarcasına, Koçer’in şehadet yılından çok sonraları gelişen olayları dahi “o yaptı” diyerek ruh halinin ne boyutta olduğunu ortaya koymaktadır. (Örn: Sağman olayı)
Kaynak: https://vejinmunzur.blogspot.com
Rıza Sağlam / Dersim - Alevi Haber