OKTAY AKBAL / Cumhuriyet
“Çünkü beyaz bir gemidir ölüm/ siyah denizlerin hep çağırdığı/ batık bir gemi/ sönmüş yıldızlar gibidir/ yitik adreslere benzer/ ölüm/ yanık otlar gibi/ sen bu şiiri okurken ben belki bir şehirde ölürüm.”
Behçet Aysan Sivas’a gelmeden mi yazmış? Bir sezgi mi? Bir çeşit bekleyiş mi, yoksa? Doktordu Behçet Aysan... Sendikacıydı, devrimciydi... Sevdiğine niye bu acı seslenişi duyurmak istemişti?
***
Bugün 2 Temmuz! Sıvas’ta otuz beş kişinin yakıldığı, dumanlar içinde boğularak öldüğü gün... Öldürüldüğü demek daha doğru!.. Çünkü bir otele kapatılmış, dört yanı düşmanlarla çevrilmiştiler. Telefonlarla ulaştırmak istedikleri çağrılar boşa gitmişti. Sıvas Valiliği bile yobaz yığınların gözetimindeydi. Otelin önünde kendinden geçmiş bir ilkel kalabalık meşaleleri pencerelere uzatıyor, sevinçli seslerle ‘ölüm’ü çağırıyorlardı.
***
Bugün 2 Temmuz! Sıvas’ta otuz beş kişinin yakıldığı, dumanlar içinde boğularak öldüğü gün... Öldürüldüğü demek daha doğru!.. Çünkü bir otele kapatılmış, dört yanı düşmanlarla çevrilmiştiler. Telefonlarla ulaştırmak istedikleri çağrılar boşa gitmişti. Sıvas Valiliği bile yobaz yığınların gözetimindeydi. Otelin önünde kendinden geçmiş bir ilkel kalabalık meşaleleri pencerelere uzatıyor, sevinçli seslerle ‘ölüm’ü çağırıyorlardı.
O meydanda askerler de vardı, polisler de, itfaiyeciler de... Filme çekildiğinde görüldü, subayların da yığınların içinde olduğu... Ama kimse bu vahşete dur demiyordu. Belki de içlerinden alkışlıyorlardı! Aziz Nesin ve arkadaşlarını yok etmeyi kutsal bir görev mi sayıyorlardı, yoksa insan dışı varlıklarının bir gereği mi?
Rastlantıyla ben Sıvas’ta değildim. Ama pek çok dostlarım ordaydı. Kimi, akıl almaz bir talihle ölümden kurtulabildi, ama şairler, yazarlar, genç sanatçılar ölümden kaçamadı... İçlerinden biri de sevgili Asım Bezirci’ydi. Son dakikaya kadar ellerinde sopalarla katilleri bekleyenlerden biri de oydu...
***
O fotoğrafı nasıl çekmişler? Ellerine geçirdikleri sandalye parçaları, süpürge sapı gibi şeylerle kendilerini korumaya hazırlanmışlar! Üç şair... Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar... O uydurma silahlar bir işe yaramadı. Alevler içinde, dumanlar altında, her an saldırgan kalabalıkların gelmesini bekleyerek çekip gittiler dünyamızdan... Yazılmış yazılmamış şiirler bırakarak...
Pek çok kitap yazıldı. Destanlaşan anlatımlarla anıları ölmezleştirildi. Ama neye yarar? Katiller, o insanlık dışı yaratıklar şimdi bir yerlerde yaşamaktalar... Duruşmaları yıllarca sürdü. Yargıç karşısında, işledikleri suçun önemini anlamadan, otuz altı yurttaşın gözler önünde yok edilişinin sorumluları olduklarını benimsemeden, hatta bir çeşit gurur bile duyarak...
***
Sıvas güzel bir kenttir. İnsanları da bizdendir. Ben kaç kez geldim gördüm, Sıvas’ı, Sıvaslıları... Hiçbir benzerlik yok, 2 Temmuz günü aydınlara saldıran o kalabalıktakilerle hiçbir yakınlıkları yok! Nerden, nasıl geldi o ilkel kalabalık, hangi korkunç dürtülerle insan olmaktan çıktı?
2 Temmuz 2009 günü okumanızı istediğim bir kitap var. Olayı yaşamış bir yazarın romanı.. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatan, nerdeyse tarihsel de bir önem taşıyan ‘Burhan Günel’in “Ateş ve Kuğu”su...
***
Metin Altıok da Behçet Aysan gibi önceden duymuş gelecekte bir şeylerin olacağını şöyle yazmış:
“Üzülme altıok metin/ hüzünlerle geçen tarazlanmış ömrüne/ Sen yoğun sis içinde sesi duyulan/ uzak bir çandın bir zaman”...
Evet, zaman geçer utanç kalır!
Cumhuriyet - 02.07.2009