Yüksel IŞIK : Laiklik mi, çok hukukluluk mu?

Laiklik mi, çok hukukluluk mu? ... / Yüksel IŞIK    Dinin kontrol altında tutulması üzerine kurulmuş bir yaklaşımın Cumhuriyet...

Laiklik mi, çok hukukluluk mu? ... / Yüksel IŞIK   

Dinin kontrol altında tutulması üzerine kurulmuş bir yaklaşımın Cumhuriyet Türkiye’sini, en iyimser haliyle “ılımlı İslam ülkesi” noktasına getirdiği gerçeği göz önüne alınırsa “gerektiğinde” demokrasiyi dışlayacak bir laikliğin tutulacak bir tarafı olmadığı anlaşılıyor.

AKP’nin hazırlattığı Anayasa taslağı hakkındaki tartışmaların ana eksenini, türban ve zorunlu din dersleri dolayısıyla laiklik oluşturuyor. Küresel güçlerin Türkiye’ye biçtiği misyonun “ılımlı İslam” olduğu ön kabulü nedeniyle, ülkeyi nasıl bir gelecek beklediğini resmetmek için Malezya örneği de sık sık veriliyor. Karşı çıkanların Malezya’ya ilişkin yorum ve görüntülerindeki dehşetengiz durum, destek verenlerin “cehalet” tanımına çarparak muhatapsız kalıyor. Anlaşılıyor ki tartışmanın konusuna ilişkin tarafların teorik arka planı dikkate alınmadan bir çeşit kör dövüşü sürdürülüyor. Böyle bir kör dövüşünün kimseye yararı olmadığına göre tartışmayı dikkat çekilen arka plan üzerinde yürütmek gerekiyor.

Bizdeki uygulamanın tuhaflığı laikliğin ucu açık bir kavram gibi algılanmasına neden oluyor. Oysa laiklik, kabaca dinin devlet işlerinden yalıtılması anlamına geliyor. Bu özelliği nedeniyle de laiklik devletin dinler karşısında tarafsızlığını güvence altına alan bir ilke özelliği taşıyor. Bu tarafsızlık, hem herkesin dini inancını hiçbir baskıya maruz kalmadan yerine getirebilmesini hem inanmama hakkını özgürce kullanmasını hem de din özgürlüğünün kötüye kullanılmasını engellemeyi içeriyor. Buradan hareket ederek söylenebilir ki, Sünnisinden Alevisine inançsızından Hristiyanına kadar herkesin din ve inanç özgürlüğünü, hiçbir baskıyla karşılaşmadan yerine getirebilmesi açısından laiklik anahtar kavram rolü görüyor.

Laiklik, demokrasiyi dışlamaz

Bu durum, maymuncuk gibi her kapıyı açar hale getirilen laikliğe, esas olarak, negatif bir anlam yüklüyor. Anayasa tartışmalarından da anlaşılıyor ki taraflar, laikliği dünyaya bakış açılarına göre anlamlandırmaktan politik çıkarları bulunuyor. Kimisinin savunduğu laiklik, “gerektiğinde” demokrasiyi dışlıyor; kimisinin laikliğiyse çok hukukluluğa kadar uzanıyor. Oysa laiklik, ne demokrasiyi dışlıyor ne de kamusal yaşamın inanca göre sürdürülmesini öngörüyor.

Ali Fuad Başgil, laikliği, “Devlet ne din bezirganlığı yapar ne de din düşmanı kesilir. Buna mukabil, din de ne devlet müşavirliğine ne de siyaset kahyalığına kalkışır” biçiminde tanımlıyor. Bu, aynı zamanda, devletin bir dine, diğer din ve inanışlara (inançsızlara) oranla daha fazla öncelik vermemesi gerektiği anlamına geliyor. Sorunu böyle kavramak, hem Müslüman inancına mensup çoğunluğun hem de İslamcı damardan gelen AKP’nin hükümet olduğu bir ülke açısından daha da büyük önem kazanıyor.

Dinin kontrol altında tutulması üzerine kurulmuş bir yaklaşımın Cumhuriyet Türkiye’sini, en iyimser haliyle “ılımlı İslam ülkesi” noktasına getirdiği gerçeği göz önüne alınırsa “gerektiğinde” demokrasiyi dışlayacak bir laikliğin tutulacak bir tarafı olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle “gerektiğinde”cilerin Malezya’ya uzanıp, orada karşılaştıkları “din polisi” uygulamasının üzerine “mal bulmuş Mağribi” gibi atlamaları, en hafif tanımıyla cehaletlerini de sergiliyor.

Hisbe teşkilatından din polisine

Benzer uygulamalar için Osmanlı tarihine bakmak yeterli. Osmanlı Devleti’nde önemli bir yeri bulunan “hisbe teşkilatı”nın “din polisi” gibi bir işlev üstlendiğini bilmek için tarih uzmanı olmak gerekmiyor. “Devletin vaz'ettiği kanunları icra, aykırı hareketlerden sakındırma ve belde ahalisinin işlerini İslâm hukukunun esasları çerçevesinde kontrol etmek görevine ihtisab” deniyor. Muhtesib olabilmek için “Müslüman, tam ehliyetli, erkek, âdil, görevlerini ifaya muktedir bulunmak ve yükleneceği görevi yürütebilecek kadar ilim ve fazilet sahibi olmak” şartları koşuluyor. Muhtesibin görevleri arasında, “ibadetlerin ifası, umumî âdabın korunması için yasaklara uyulup uyulmadığının kontrolü ve İslâm hukukunun caiz görmediği muamelelerin önlenmesi” gibi görevler de bulunuyor. İran ve Malezya’da nüfusa Müslüman olarak kaydedilenlerin başına gelen ürkütücü iş ve işlemler de kaynağını bu mantaliteden alıyor; bu mantalite de İslam Hukuku’ndan kaynaklanıyor.

Bu nokta tam da “çok hukuklu” laiklik anlayışının açmazlarına da işaret ediyor. Bugün AKP’de kendisini silik bir biçimde sürdüren İslamcı damar, herkesin inancının gerektirdiği hukuk çerçevesinde ve başkalarının hukukuna saygı duyarak kamusal yaşamın sürdürülebileceği iddiasını taşıyor. “Medine Vesikası” denilen tarihi belgeden hareketle bunun mümkün olabileceği dile getiriliyor. Oysa “Medine Vesikası” din ve inanç özgürlüğü açısından bir güvence oluşturmuyor; tam tersine, uygulamada, “hisbe teşkilatı” yada “din polisi” gibi sevimsiz otoriteler üzerinden totalitarizme yol açıyor. Tarihsel süreçte de, Taha Akyol’un dikkat çektiği gibi, gayrimüslimler üzerinde, “bir itaat statüsü olan zimmet konumuna” dönüşmüş bulunuyor.

Hiç kuşkusuz, İslam, gayrimüslimliği bir vakıa olarak kabul ediyor. Müslümanların dinin emrettiği gibi yaşamalarını öne çıkartacak çok hukukluluk, fiilen inançsızlığın ifade edilmesini, İslam dininin Alevilik örneğinde olduğu gibi farklı yorumlanmasını engelliyor. Zaten Osmanlı’nın Alevileri “zındık ve mülhid” olarak değerlendirip, “katli vacip” görmesinin altında öve öve bitirilemeyen çok hukukluluk mantığı yatıyor. Çok hukukluluk anlayışı, herkesi doğumdan ölüme bir dinin hanesine yazıyor. Oysa insanlığın kendisine sunulanla yetinmediği; daha iyiye ulaşmak için arayış içine girdiği biliniyor.

Özgürlükçü laikliğin önemi de bu noktada açığa çıkıyor. Herkes hem inancının gereğini yapabilme hakkına sahip olacak hem de başka inançlara yada inançsızlığa müdahale etmeyi kendisine hak görmeyecek. Dolayısıyla AKP’nin de diğerlerinin de direnç noktalarını bir yana bırakıp, çağın toplumsal ortak paydası olan laikliği eksen alan bir tartışma yürütmeleri gerekiyor.

Yüksel IŞIK
PSAKD GYK Üyesi
27.09.2007

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku