Yüksel IŞIK : Fazıl Sayı anlamak

Yüksel IŞIK : Fazıl Say’ı anlamak Dünyada, “müziğin harika çocuğu” olarak tanınan Fazıl Say’ın bir Alman Gazetesi’ne...

Yüksel IŞIK : Fazıl Say’ı anlamak

Dünyada, “müziğin harika çocuğu” olarak tanınan Fazıl Say’ın bir Alman Gazetesi’ne söylediği sözler üzerine çıkan fırtına devam ediyor. Bütün bir toplum, ışığı da karanlığı da ilk farkeden sanatçılardan birinin söylediği sözlerin şifresini çözmek yerine “gitsin mi, kalsın mı” türü magazinel tartışmayı tercih ediyor. Yetkililerin bir kısmı, giderse üzülmeyeceğini belirtiyor; kimisi de artan kaygıları gidermek için yüreklere su serpeceğine sanatçının toplumuna yabancılaştığını saptıyor. “Dağa çıksın” diyenleri bir yana bırakalım ama “müzik öğretmeni sayısında azalma oldu” sözü nedeniyle MEB tarafından mahkemeye verilmiş olması bile Say’ın nasıl bir psikolojik şiddet ortamına itildiğine işaret ediyor.

Say, dikkatlerimizi kendimize yöneltmemiz için “asıl düşmanımız kültürsüzlük” diyor. Bir müzisyen olarak Say, toplumsal yaşamdaki sığlığa vurgu yaparken, pratik örnekleri, doğal olarak, en iyi bildiği alandan, müzikten veriyor. Say’ın “türban” ve “biz ve onlar” gibi “siyasetin soğuk dili”ni kullanmış olması, sanatçı duyarlılığıyla pek örtüşmese de, gösterilen tepkiler, ne yazık ki, Say’ı haklı çıkartıyor. Say’ın kaygılarını anlamak için adım atılmış olsa, ülkenin bir baştan diğer başa çepe çevre saran siyasetin “siyah-beyaz” ikilemine hapsedildiği görülmüş olacaktı.

Unutmak yenilmektir

Bir sanatçı, “insanın içinden bazen çekip gitmek geliyor” diyorsa, varolan ortam, onu ve elbette kendisini farklı hisseden herkes üzerinde boğucu bir etki yaptığının anlaşılması gerekiyor. Üstelik O’nu boğar hale gelen ortamın, bir seçim sonrasında oluştuğu gibi bir anlam çıkartılmasını istediğine ilişkin hiçbir emare de bulunmuyor. O, ülkenin geleceğine ilişkin kaygısını bütün toplumla paylaşmak istiyor; tepkisini türban ya da “biz ve onlar” üzerinden göstermiş olmasını o kadar da büyütmemek gerekiyor. Önemli olan O’nun tepkilerinin unutmamayı çağrıştırıyor olmasıdır.

Unutmak, hatırlamamak, esasen, yenilgi anlamına geliyor. İstenmeyen bir sürece istenilmeden dahil olmanın verdiği refleks, insanı da, toplumu da çözemediği sorunu unutmaya itiyor. Bir çeşit pişman olma hali! Bazılarının yüreklerini cam kırıntısı batmış gibi acıtan olayları yaşanmamış varsaymak da, yenilginin unutma biçiminde dışa vurması anlamına geliyor. Hesap edemediği, istemeden dahil olduğu bir süreci unutmak isteyen örneğin Sivas, böyle bir şehir görünümü çiziyor. Ancak, unutmak kavramı bazen de unutma çağrısı üzerinden tanımlanabiliyor. “Unutalım” demek, miladı yeniden başlatma çağrısı içeriyor. Çağrı, insanlığı, tek tip, aynı tornadan çıkma, meta gibi değerlendirdiğinden anlamlı sonuçlar üretmiyor. Sonuçta, ateş düştüğü yeri yakmayı sürdürüyor. Ateşi düştüğü yerde söndürmek, acıyı paylaşarak azaltmak, olanı görmezden gelme yanılgısını ortadan kaldırmayı gerektiriyor.  Fazıl Say’ın isyanı bu iki noktada dışa vuruyor. O, toplumdan biri olarak, unutmanın yenilgi anlamına geldiğini bilincinde açığa çıkarmış biri olarak, “unutalım” diyenlere isyan ediyor. Say, “kalpten kalbe bir yol” olduğunu biliyor; bu nedenle Sivrialan’a da gitmişti, Ümraniye’ye de! Kalp yolunun kullanılarak, toplumda yaratılan yapay ayrılıkların giderilebileceğini düşünüyor. Vurgusunu da, Metin Altıok ağıdında olduğu gibi, müzik üzerinden yapıyor.

Fazıl Say, bir yandan dünyanın gözünün üstünde olduğu bir sanatçı; diğer yandan, devlet açısından bakıldığında, kimi özellikleri olan bir yurttaş olarak tepkilerini dile getiriyor. Kamunun üst düzey yöneticilerinin, yurttaşlarından birinin, üstelik sanatçı bir yurttaşının, gösterdiği tepkiye alelacele dışlayıcı, rencide edici tepkiler vermesi, kamu yönetimi etiğiyle uyuşmuyor. Tek tipleştirici, yurttaşından öç alan bir zihniyetin 12 Eylül diktatörlüğü döneminde toplumu nerelere götürdüğünü bizzat yaşayarak gören Kültür Bakanı Günay bile “yabancılaşma” gibi ağır bir sözle tepki gösteriyor. Açıkçası, sonradan söylediği, “sanatçılar özellikle duyarlıdırlar, gönül kırıklıkları olur. Biz o gönül kırıklıklarının üzerine çomakla gitmemeliyiz" sözleri Günay’ı şekillendiren kültüre daha fazla uyuyor.

Sanatçıyı anlamak gerek

İçimden gitmek geliyor” diyerek tepkisini açığa vuran birinin Hükümeti kaygılandırması gerekiyor. Hissetmeleri gereken kaygının, kendilerinin “milli görüş” damarından geliyor olmalarından kaynaklanması gerekmiyor. İster İslamcı, ister liberal; ister sosyal demokrat isterse de merkez çizgide olsun; herhangi bir hükümet, bırakın sanatçı olmayı, herhangi bir yurttaşının vatanına ilişkin umudunun tükendiğini dile getiriyorsa, kaygılanmak için yeterli nedene sahip olduklarını görmeleri gerekiyor. Oysa Hükümet üyelerinin hep bir ağızdan Say’a kapıyı göstermiş olmaları, farklılığı sindirme sürecinde daha çok yol almamız gerektiğine işaret ediyor. Bir adım daha atılıyor; “okullarda müzik öğretmeni azaldı, müzik eğitimi verilmek istenmiyor” dediği için MEB tarafından mahkemeye veriliyor ve bu çok doğal bir şeymiş gibi bütün bir toplum olup biteni sessizlikle izliyor. Oysa Bakanlığın görevi, mahkeme gibi yurttaşını korkutucu bir mekanizmayı işletmek yerine doğru bilgileri kamuoyuyla paylaşmayı seçmesi gerekmiyor mu?

Kaldı ki, Fatih Kız Lisesi müzik öğretmeni Müslüm Akdemir’in başına gelenler Say’ı doğruluyor. Öğrencilerine müziği sevdirdiği için Hrant Dink ile hemşehriliğinin bile aleyhine delil olarak kullanılan Akdemir’in durumu, ülkedeki hoşgörünün derinliğini gösteriyor. Oysa sanat, hoşgörüyü besleyen bir çeşit ana damar görevini üstleniyor. Öte yandan aletsiz edavatsız müzik dersinin zaman kaybı olduğu için kaldırılmasının daha yararlı olacağını söyleyenler açısından da Say’ın sözleri bir çeşit imdat çığlığı anlamına geliyor. Zira, MEB’in görevi, ortamı resmedenleri susturmak için adliye kapılarına koşmayı değil, koşulları, sanat öğrenmek için uygun hale getirmeyi zorunlu kılıyor.

Daha da acı olanı, “durumdan vazife çıkartanlar”ın gösterdiği reflekslerde kristalize oluyor.  Ne zaman ülkenin gidişatına ilişkin kaygılarını dile getiren sorumluluk sahibi biri çıksa, hiç tereddütsüz, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” birileri çıkıp hamaset yapmayı marifet sayıyor. Bu “fevkalede musaadeye mahzar” tiplerin, toplumun vicdanı konumuna gelmiş bulunanlara “akıllı ol” mesajı vermeleri hiç eksik olmuyor. “Bu cennet vatan”ın adını bütün dünyaya duyuran Orhan Pamuk’un “akıllı olmak”tansa, yaşama hakkını güvence altına almak için başka bir ülkeye adım attığı biliniyor.

Fazıl Say’ın açıklamaları karşısında hamaset çizgisinin yeniden ayaklandığı anlaşılıyor. Samsun’da yazarlar Derneği Başkanı bir muhterem zat, nasıl bir ilişki kurmuşsa, konuyu, “bizim ecdadımız dünden bugüne gelinceye kadar büyük mezalimler yaşamış, sürgünlere gönderilmiş; fakat yine de bir başka yerde yaşayıp ölmeyi istememiştir” dedikten sonra, Say’ı “bir karış vatan toprağı için binlerce şehit veren bu yüce milletten özür” dilemeye çağırıyor. Bütün bu hamasetler, ardından, “ünlü olmak” isteğiyle yanıp tutuşan caniler için tetiklemekten başka bir işlev görmüyor. O halde, ülkeyi yönetenlerin, hassasiyetlerini dile getiren sanatçılarla söz yarışına girmeyi bırakarak, kırk kez düşünüp bir kez tepkilerini ortaya koyan bu ülkenin değerlerinin niçin korku ve kaygı duyduklarını merak etmeleri gerekiyor. Fazıl Say’ı anlamak için nesnel olmak her geçen daha da fazla önem kazanıyor.

Yüksel IŞIK /

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy69763 = 'isikyukselk' + '@';

addy69763 = addy69763 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text69763 = 'isikyukselk' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

69763 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


20 Aralık 2007 - www.pirsultan.net

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku