Zamanımızın kahramanlarından Tuncay Özkan’ın Kanaltürk’ü can düşmanı bildiğimiz bir gruba satışı görüyorum ki gerçekten büyük şaşkınlık yarattı. Umudunu darbeci çeteci paşa eskilerine bağlayıp başını taşlara vuran samimi ulusalcı kesim bu kez de bir başka yiğitleri tarafından yüzüstü bırakılmanın acısını yaşıyor.
Milliyetçiliğin bizatihi ağır bir görme bozukluğu olduğunu bilirdik. Buna rağmen her fırsatta bayrağını kaptığı gibi sokaklara dökülen coşkulu Cumhuriyet mücahitlerinden arada bir de olsa şöyle bir geçmişe bakma, söz hakkı verdiklerinin sabıka kayıtlarını biraz olsun tarayıp tartma yeteneği beklenmez miydi?
O meydanları dolduran her yaştan ve her kesimden insanın doğal liderlik teslim ettikleri eşhas kadar samimiyetsiz olmadığını biliyoruz elbet. Ama şu yakıcı soru o kalabalıkla aramızda duruyor: Tuncay Özkan’ı ne zannediyorlardı?
Tuncay Özkan’ın Türk siyaseti ve basınında kapladığı yer değil, ama işte bu soru kanımca hayati bir önem taşıyor.
Meraklısının izlediği reytingi düşük dizinin bir bölümünde şunlar olmuş.
Kanaltürk’ün devir teslim işlemleri sürerken yeni patron “...Akın İpek, televizyonu yeni dönemde yönetecek olan Fatih Karaca, Bugün Gazetesi yazarı Can Aksın, Akın İpek’in sağ kolu Ayhan Yurttaş, Kerimcan Kamal’ın odasında sohbet ediyorlardı. Birden içeriye Tuncay Özkan girdi. Nuh Gönültaş’ı orada görünce önce kısa bir şaşkınlık geçirdi. Sonra da yarı şaka yarı ciddi hareketlerle Nuh Gönültaş’ın yanına geldi ve ona ‘Bana vatan haini dersin ha...’ diyerek vurmaya başladı. Özkan’ın şakayla karışık vuruşlarına Gönültaş karşılık vermedi. Sadece bir fırsat bulup Özkan’ın elini yakaladı ve ‘Hayırlı olsun’ dedi! Tuncay Özkan böylece Nuh Gönültaş’ın hakkında yazdığı yazılardan dolayı intikamını ondan almış oldu!”
Ne kadar candan, ne kadar sevimli bir sahne, değil mi?
Hatta sportmence demek bile mümkün.
Nuh Gönültaş, Kanaltürk’ün yeni yüzü olmaya ant içmiş olsa gerek, son zamanlarda Leyla Gencer’in külleri konusundaki kelamıyla ortalığı karıştırıp kariyerinde vitesi artırdı. Leyla Gencer’e hitapla, ‘Küllerinizle Boğaz’ı kirletmeyin’ deme edepsizliğinin boyutlarını ulusalcılar hesap ededursun, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kendisi hakkında yayınladığı kınama için de yeni yiğit Müslüman Nuh bey şöyle yanıt veriyordu: “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti... Kim ki bunlar, kilise kökenli opera müziği bunları neden ilgilendiriyor da hemen kınama yayınlıyorlar.”
Şimdi yukarıda aktardığım karşılaşma sahnesinin utanç verici olduğu tartışılmaz. Ama Özkan’ın tanık olduğumuz hayatı da zaten utanç verici durumlardan pişkinliğin daniskasını sergileyerek kurtulma çabalarıyla geçmiştir.
Sözgelimi Nuriye Akman’ın bir zamanlar Aydın Doğan’a ‘baba’ diye hitap etmesinden yola çıkarak sorduğu, “Bir gazetecinin patronunun elini öpmesi sana yakışıksız gelmiyor mu?” sorusuna, “Yoo, gazeteci eğer patronu ile bütünleşip, onun talimatları doğrultusunda yazı yazarsa yakışıksız olur. Ben büyüklerimin elini öperim. Ben Anadolu terbiyesi almış, çocukluğunda Kur’an kursuna gitmiş bir adamım. Bir büyüğün elini öpmenin, şahsiyet bozukluğu olarak görülmesine şaşırıyorum” cevabını yapıştırıveriyordu.
Ama Doğan’ın da belirttiği gibi Özkan’a milyon milyon dolarlar vermişlerdi. O da babasını terk etmiş, onun ‘Kendini kullandırtma’ tavsiyesine pek kulak asmamıştı.
İkbal kapısını değiştirir değiştirmez Karamehmet’in gözü kendinden kara mücahidi olarak sık sık eline durduğu eski babasına karşı müthiş bir mücadele başlattı.
Kanaltürk’e çıkan yolunun üstünde Mesut Yılmaz’a başta olmak üzere türlü çeşitli halayıklık performansıyla tanıyanlarının yüzünü kızarttı.
Ama Karamehmet ve kim bilir hangi bağlantılarından edinmiş olduğu (Belki bir gün açığa çıkar da öğreniriz) sermayeyle Kanaltürk’ü kurdu.
O andan itibaren geleceğin ak yüzü, CHP’nin müstakbel başkanı, laikçilerin devrim darbesinin yüksek kurul üyesiydi.
Şimdi parasızlık yüzünden, Cumhuriyet’e gönül vermişlerin sorumsuzluğu ve ilgisizliğinden karargâhını boşaltan komutan gözyaşları döküyor. Ciner’in ve daha kim bilir kimlerin tekliflerini yetersiz bulup çoktandır bir televizyon kanalından çok daha fazlası olarak yaşamını sürdüren Kanaltürk’ü satan Tuncay Özkan, başından beri aynı Tuncay Özkan’dı.
Onun durduğu yerde para ve iktidarın hiçbir zaman kemiği olmamış, bu Kur’an kursu görmüş Anadolulu yiğidin, palazlandığından itibaren sahip olduğu yegâne etik, kasaba celeplerininki olmuştur.
Şimdi denizini bu toprakların yetiştirmiş olduğu en parlak sanatçılardan birinin küllerinden korumaya çalışan Fettullahçı Nuh Gönültaş ile eski kanalının bir odasındaki cilveleşmesi, aynı hamurdan yoğrulmuş olduklarındandır.
Tuncay Özkan’ın bir anlık şaşkınlık sonrası toparlanarak cebinden şıpınişi uygar ve sevimli bir erkek şakası çıkarıvermiş olması bize kadar yansıdığına göre mesajını değerlendirmek zorundayız. Özellikle de onun bayrağının ardında yürüyen Cumhuriyetsever nüfus.
Bu şirin şirin itişen iki haytanın uygarlıklarının başladığı yer parayla damgalı.
Tam da tiyatro festivali başlamışken birkaç dramaturga danışsak; bu tavır, neyi anlatmaktadır? Bu sahnenin muradı nedir? Bu iki yıldız, bize ne anlatmaya çalışıyor?
Burası, iktidarın demlenme odası, gerçekliğin kurulduğu yerdir. Aslolan, yönetici odasındaki tavrımızdır. Burada birbirimize dokunamayız. Dokunmayız da.
Birbirimizden alır, birbirimize satarız. Öteki tarafsa, bu iktidar makamı dışında kalan dünyaysa, bir sahne. Şov dünyasının düsturları geçer orada. Orada gırtlak gırtlağa gelsek bile burada buluştuğumuzda yaşanmış olanla gırgırımızı geçeriz.
Çünkü ikimiz de biliyoruz, bütün bu itişip kakışmalarımız, bir oyun. Spor. Maç. Bittikten sonra, ya da devre aralarında, yani asıl dünyada kendimizi öyle ameleler gibi yormayız. Hatta gerekirse birbirimizin terini siler, bir sonraki raunt için şans dileriz.
Her an çıkınımızda hazır bekleyen, birbirimize de sıkça çaldığımız ‘vatan haini’ karası da kolayca yıkanabilir.
Hitabet yeteneğinden sitayişle bahsedilen Özkan’ın Berkan’a hakaretler yağdırdığı klibini internetten izledim. Son olarak seçim gecesi dayanamayıp yüzünü göresim gelmişti.
O gece gözleri fincan fincan olmuş, acıdan kavrulmuş, öfkeyle sertleşmiş, denetimini tamamen kaybetmişti. Karşısında kader arkadaşı Mine G., iki gün önce anketlere bakıp OHA çekmiş olduğu sonuçlar karşısında sakin ve inançlı görünmeye çalışıyordu. Özkan’ın hırstan boğularak anlattıkları, Mine G’nin pek kötü şaşkınlık taklitleriyle kesiliyor, güçleniyor, karşısına geçip eğlenmeye niyeti olanı bile mahcubiyetin en derinine yolcu ediyordu.
İlkellerin ilkeli taklidi yaptığı bu yenilgi müsameresinin de son derece gülünç ve sahte bir mizanseni vardı.
Berkan’a küfrederken de kendi kendini dolduruşa getiren, inandırıcı olabilmek için arada kafa patlatan ama heyhat patlatsa da yardımını alamayıp yine küfre sarılan bir mahalle çocuğuydu. Çok eğlenceli bir stand-up gösterisi olarak ucun ucun Şahan’ın Recep İvedik olmadan önceki skeçlerini hatırlatıyordu.
Besbelli bundan sonra da onun çeşitli gösterilerini izleyeceğiz. Kimileri yine her şeyi unutup onun ardında bayrak açacak. Sahi sizkaçkişisiniz?
YILDIRIM TÜRKER
RADİKAL - 19 Mayıs 2008