Son günlerde gazetelerde okudunuz; Kaz Dağları yabancı maden şirketleri tarafından yok ediliyor... Aynen daha önce Latin Amerika’nın damarlarının kesilmesi gibi...
Değerli dostlar, bugün sizlere Türkiye’nin 2001 sonrası içine düştüğü durumu ve özellikle son dönemi çok iyi anlattığını düşündüğüm bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitabın adı, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”.
Peki bu kitap “neden bahsediyor ve en önemlisi Kaz Dağları’nda maden çıkarma” ile alakası ne?
İsimler ve yerler farklı olmakla birlikte özünde “bizden”, olanlardan ve olacaklardan bahsediyor. Yaşadığımız sıcak para destekli “her şeyi sat, devletin dinamiklerine su kat” sürecine “ekonomik büyüme”, “küreselleşme”, “Avrupa ile entegrasyon” diyenlerin; Latin Amerika’nın geçmişinden ders almak amacıyla bu kitabı mutlaka okumaları gerekli.
Değerli dostlar, kitap, “bugünlerin bizlerini” anlatan çok net bir cümle ile başlıyor: “Aptallığa oldukça benzeyen bir suskunluk içindeydik”. Evet, aynen bugün Türkiye’de yaşayan her kesimden milyonların, yani bizlerin olduğu gibi.
Kitabın detaylarına gelince... Alıntıları aynen aktarıyorum:
* Uluslararası iş bölümü sonucu bazı ülkeler kazanırken, bazıları da kaybediyor. Bizim bugün Latin Amerika diye adlandırılan toprağımız, kendisini kaybetmeye adamış durumda. Rönesans Avrupalılarının, dişlerini boğazımıza geçirmek üzere okyanusa atladıkları uzak çağlardan beri bu böyle. Fetih ganimetleri, altınla örülü vadiler, gümüşle kaplı dağlar karşısında hayal gücünün şaşkınlığa düştüğü o eski yerler değil artık buraları. Ama bölge hizmetçi konumunu koruyor. Yabancı gereksinimlerin hizmetinde olmaya, dışarısı için tükenmez petrol ve demir, bakır ve et, meyve ve kahve, hammadde ve zahire kaynağı olmaya devam ediyor. Zengin ülkeler bütün bunları tüketirken, Latin Amerika’nın bütün bunları üretirken kazandığından daha fazla kazanıyorlar (bu cümleye lütfen dikkat!).
* Latin Amerika’nın yabancı sermaye gruplarına tanıdığı imtiyazları mutlaka duymuşsunuzdur. Ama ABD’nin başka ülkelere tanıdığı imtiyazları asla duymazsınız. Başkan Wilson şöyle diyordu: Bir ülke oraya yerleşen sermayenin kesin egemenliği altına girer.
* Kesik damarların kıtasıdır Latin Amerika. Keşfedildiği günden beri burada her şey, önce Avrupa daha sonra da Kuzey Amerika sermayesine dönüşmüş ve o uzaktaki iktidar merkezlerinde öylece birikmiştir. Her şey, bütün her şey: Toprak ve tüm ürünleri, zengin madenler ile dolu yer altı, insanlar, insanlarımızın tüketim ve üretim güçleri, tüm doğal ve insani kaynaklar.
* Sistem, yabancı patronlar bakımından ve tabii ruhunu Faust’un yüzünü kızartacak kadar düşük bir fiyata şeytana satmış olan yerli komisyoncular tarafından son derece akla uygun bir yapıdır. Ama onlar dışında kalan herkes açısından öylesine akıl dışıdır ki, geliştikçe tüm dengesizlikleri, gerilimleri ve çelişkileri de gelişip sivrilmektedir. Bağımlı ve gecikmeli olan düzeniyle, eşitsiz toplum yapısı içinde süregiden sanayileşme, işsizliğin çözümüne yardımcı olacağı yerde daha da yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Yoksulluk artmakta, zenginlik belli noktalara yoğunlaşmaktadır.
Sonuç: Kitapta Latin Amerika ülkelerinin bankacılık, petrol, tarım, madencilik gibi ana damarlarını, hatta içme suyu şebekelerini ele geçiren ailelere, şirketlere dair detaylı örnekler bulacak ve her okuduğunuz satırda “Türkiye’de de böyle oldu ve oluyor” diyeceksiniz. Daha neler olacak!
Son söz: Yaşadığımız “vahşi kapitalizm-küreselleşme-AB’lileşme” süreci Türkiye’yi finansal döngü içinde, kısa vadede sıcak para girişi ile büyüyor gibi gösterse bile, detaya bakınca durum çok açık: Türkiye’nin de damarları kesiliyor. Yerine yeni damarlar bağlanıyor ama bazılarının da anlayamadığı gibi o damarlar bizim değil.
Not: Kaz Dağları’nda yürütülen maden çıkarma adı altında bölgenin doğasının bu ülkenin halkı hiçe sayılarak yok edilmesi aynen Latin Amerika’da yaşananlar ile birebir örtüşüyor. Bu teslimiyet sürecinin bir sonucu Kaz Dağları operasyonu... Ama bilin ki; bu yaşanan “ilk” değil “son” da değil...
VATAN / 08.11.2007