"Yetmez ama AKP bölücülüğüne ve ayrımcılığına HAYIR"

Referandum Süreci AKP'nin Bölücü ve Ayrımcı Bir Politik Merkez Olduğunu Açığa ÇıkarmıştırTuran ESER  Referandum...

Referandum Süreci AKP'nin Bölücü ve Ayrımcı Bir Politik Merkez Olduğunu Açığa Çıkarmıştır

Turan ESER 

Referandum arifesinde Başbakan ve ekibi iyice saldırgan oldu. Başbakan kucaklayan değil, ayıran, bölen ve dışlayan diline sığınıyor. Sivil toplum örgütlerini tehdit ediyor ve baskı altına alıyor. Yasadışı İslamcı İBDA-C’nın “taraf olmayanın bertaraf olur”  sloganına sığınarak aba altından sopa gösteriyor. 

AKP’ye ve Anayasasına HAYIR diyen Alevileri hedef göstermeye başladı. Kürtlere yönelik ırkçı ve şoven duygularını dışarı vurdu. Başbakan toplumsal gerilim yaratacak yeni söylemini ise Alevilerin kendisini hapse attığı yalanını kullanacak kadar, bölücülüğün ve ayrımcılığın diline sığındı. Önce dedelik kurumunu rencide etti. Sonrada kendisini cezaevine gönderen yargının mezhepçi (Alevi) olduğu gibi, mesnetsiz ama tehlikeli bir gerilim yaratmayı göze aldı. Fakat sağduyu sahibi Aleviler hiçbir provokasyona düşmedi. Aleviler AKP ayrımcılığından tahrik olmadılar. Hukuksal ilkelere sığındılar. Referandum süreci Başbakanın ve AKP’nin bölücü ve ayrımcı bir politik merkez olduğunu açığa çıkarmıştır. Başbakanın ve AKP’nin sığındığı siyaset dili toplumun tüm kesimlerini kucaklayan değil, bölen, ayıran ve dışlayan bir dil olduğu için, politik hayatımız için sağlıklı ve iyi bir örnek teşkil etmediğinin de bilinmesi gerekir.

Başbakan hukukun evrensel kurallarını tanımıyor. Çünkü onun başvurduğu referans ulemanın fetvası ve beslendiği ideolojik kaynak ise Türk Sünni İslam Sentezidir. Bu nedenle de ayrım gözetmeden değil, bilakis ayrımcılık yaparak politik iletişim kuruyor. Ya soy-sop üzerinden ayrımcılık yapıyor. Ya da Türk Sünni İslam Sentezine sığınmış bir dil üzerinden Alevilerle ilişki kuruyor. Yargı ile tartışmasını yargının alanında kalarak değil, Alevilik ve Dedelik kurumu üzerinden sürdürmeye çalışıyor. Aleviliği ve dedeliği olumsuzlaştıran ve bunun üzerinde Sünnilere seslenen başbakan, Alevi istismarı üzerinden referandum kampanyasını sürdürüyor. AKP’nin ve Başbakan’ın Alevi ayrımcılığını açıktan sürdürmesine itiraz etmeyen ve bir söz söylemeyen sözde Aleviler ve söz de solcular, bu doğrudan ayrımcılık karşısında sus pus olmaları ise oldukça manidardır. Başbakan İstanbul’da Sünnilere adres gösteriyor ve Alevileri kastederek “bana bir mezhep ceza verdi ve hapse attırdı” diyebiliyor. Bu saçma, mesnetsiz bir yaklaşım olduğu gibi aynı zamanda ayrımcılığında açık bir ifadesidir.

BAŞBAKANIN AYRIMCILIK DİLİNE SESSİZ KALMAK
 
Son günlerde HAYIR oy tercihlerinde önemli bir artışı ortaya koyan araştırmaların sonuçları AKP hükümetini ve başbakanı huzursuz etmiştir.  Başbakanın saldırı, tehdit ve ayrımcılık diline sığınmasının bir nedeni de budur. Referandum süreci bir gerçeği daha ortaya çıkarmıştır. O da AKP’nin çıkardığı milli görüş gömleğini tekrar giydiği gerçeği. O gömleğini de tekrar giymek için, taktiksel ve dönemin ruhunu şekillendirmek için çıkardıklarını biz biliyorduk. Fakat her nedendir bilinmez bu “Yetmez ama Evet” tutumunun bize demokratikleşme olduğunu anlatmaya çalışan arkadaşlara anlatamadık. Geçmişte olduğu gibi, bugün dahi Alevilere, solculara, Kürtlere, demokratlara yönelik ayrımcılık ve kindarlık politikasını güden Gülen cemaatini ve AKP gölgesinde demokratikleşme derdine düşmüş liberaller ve solcular AKP gerçeğiyle henüz yüzleşememiştirler. Özgürlük ve eşitlik sözünü dilinde düşürmeyenler, Başbakanın sadece son beş mitinginde Alevilere ve Kürtlere yönelik, ayrımcı, dışlayıcı, ırkçı, mezhepçi ve şoven söylemlerine karşı sup pus kalmaları oldukça manidardır. “Yetmez ama EVET” diyenlerin oyunu değiştirmeye sözümüz belki “yetmez ama AKP bölücülüğüne ve ayrımcılığına karşı HAYIR” sözlerinin olmasını beklemek hakkımızın olduğunu bilmeleri gerekir. Çünkü sol buna mecburdur. Solcu solda ise….

AYIRAN DİL KUCAKLAYAMAZ VE DEMOKRATİKLEŞTİREMEZ

Toplumun farklı kültürel değerlerini eşit ve mutlu kılmayan bir siyaset dili, toplumsal kucaklaşmayı sağlayamaz. Toplumsal çeşitliği istismar eden dil, siyaset alanında toplumsal huzuru ve barışı da inşa edemez. İnsanı medeni, siyasi, hukuksal, demokratik, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları ile kucaklamayan bir siyaset dili, ancak toplumsal çatışma ve siyasal alanda gerilim üretir. AKP’nin sığındığı Türk tipi siyaset retoriğine hakim olan da bu ayrımcı AKP retoriğidir. Siyasal iletişimde retorik önemlidir. Toplumsal huzur ve barış için elzemdir.

Peki dile bu kadar önem atfettiğimize göre, Başbakan Erdoğan’ın, “önemli olan boy değil, soy” ya da Alevilikte inançsal, sosyal ve eğitim hizmetlerini üstlenmiş dedelik kurumu rencide eden, farklı inançsal kimliklerin kutsalını siyasi istismar haline getiren siyaset dili insan hakları ve evrensel hukuk açısından nasıl ele alınmalıdır? Bir hükümet düşünün ! Bir Başbakan düşünün ki, insanla ve evrensel haklara sahip yurttaşla iletişim kurmuyor. Soy sop üzerinden ilişki kuruyor. İnsanları kategorileştiriyor. Diline, dinine, inancına ve cinsiyetine göre sesleniyor. Siyaset dilini din ekseninde millileştiriyor. Alevileri dinliyorlar, fişliyor. Dün kara derin devlet fişledi. Şimdi F tipi yeşil derin devlet dinliyor ve fişliyor.

BAŞBAKAN MEZHEPLER VE ETNİK NÜFUS MÜDÜRÜ MÜ?
 
Yurttaşlık ve yurttaşlık kültürü ve hakları Türkiye’ye yabancılaşmaya devam ediyor. Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Aleviyi, Sünniyi, Ermeniyi ve Gayri Müslimleri dinliyorlar ve fişliyorlar. Yeşil derin devlet korku imparatorluğunu kuruyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürtlüğü ve Aleviliği Başbakanın ağzından düşmüyor. Şimdi Yargıda Alevi yurttaşların avına çıkmış mezhepler ve etnik nüfus müdürü gibi çalışıyorlar. Şimdi de Kürtlerin hakkını Kürt olmayanların savunamayacağını ifade ediyor. Kürt siyasetine yönelik ırkçı ve kafatasçı yaklaşım içindedir.

Başbakan şimdide Selahattin Demirtaş, Akın Birdal ile Ufuk Uras’a “önce bir Kürt olun” diyor, “Siz Kürt bile değilsiniz.. şirazeden çıkmışlar” diyor. Sonrada Başbakan hızını keserken basıyor tehdidini; “Çok konuşmayayım ama bunun faturasını da öderler. Kendileri öderler.” Başbakan bu sözleriyle hiçbir zaman Alevilerin, Kürtlerin ve diğer kültürel kimliklere  sahip yurttaşların Başbakanı olmayacağını itiraf etmiştir. Başbakanlığını Türk-Sünni İslam anlayışıyla sınırladığını beyan etmiştir.

KÜLTÜREL BİRARADILIK NEDEN AKP’Yİ RAHATSIZ EDER?

Başbakan Alevinin Sünnilerle yakınlaşmasını istemiyor o nedenle Referandum sürecinde Alevileri darbecilikle ilişkilendirip, “yargıyı ele geçirdiler” diyerek Sünnilere sesleniyor. Yani Sünnileri Alevilerde uzaklaştıran bir dil kullanıyor. “Beni hapse o mezhep attırdı” diyor. Basitleşen ve çirkinleşen diliyle…

Başbakan aynı dili Kürtlerle Türklerin yakınlaşmasına engel olmak için kullanıyor. Türklerin Kürt siyasetine destek verme hakkını ve istediği toplumsal kesimle dayanışma içinde olmasına demokratik hak olarak görmüyor. Kürt haklarını savunmak için “Kürt olma zorunluluğunu” dayatıyor. Bu kafa tasçı siyaset tarzı, Ermenilerle, Türkiyelilerin dayanışmasını da istemiyor. Kadınlar üzerindeki baskıya erkeklerin destek olmasına da karşı. Çünkü AKP’nin ve Başbakanın topluma sunduğu siyaset tarzı kimlik siyasetidir. Kafa tasçı siyasettir. Erdoğan “Türk Türk partilerinde, Kürt Kürt partilerinde siyaset yapmalıdır” anlayışıyla toplumsal ayrışmanın ve siyasi kutuplaşmanın mimarlığını yapmaktadır.   

Bu durumda AKP’nin Anayasasına EVET diyen Ufuk Uras’a, AKP’nin zerre kadar samimiyeti olmadığını anlaması için daha ne türden kanıtlar öne sürelim. AKP hangi politik ve hukuksal adımı atıyorsa, kendisi için atıyor. Çünkü AKP siyasal İslamcı ve kendine demokrat ve kendine özgürlükçüdür. Başbakanın kendi deyimi ile “size gıdım bile yok” ! Şimdi Ufuk Uras ve arkadaşlarının bu gerçeği görmesi gerekmez mi? Bu muhasebeyi yapmaları beklenmez mi?  Ama bu yazının yazarı olarak, Başbakanın, Selahattin Demirtaş, Akın Birdal ile Ufuk Uras’a yönelik dilini ırkçı, şoven ve çirkin buluyorum. Bu ayrımcılık suçu karşında demokratik tutum, bu arkadaşların yanında yer almaktır.

AYRIMCILIK BİR HAK İHLALİDİR VE SUÇTUR

Başbakan, siyasette “boy değil, soy önemli” diyerek yurttaşı ya da bireyi değil, etnik kimliği muhatap alıyor, inancı muhatap alıyor. Etnik kimlik Kürt ve inancıda Alevi olunca, resmi görüşün kapsam alanı dışına düşüyor insan. Başbakanın etnik ve inanç kimlik üzerinden siyaset yapması, hem Anayasa’nın  eşitlik ilkesini, hem de Türkiye Cumhuriyetinin altına imza koyduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ihlal edilmesi anlamına gelir ve bir suçtur. Çünkü Başbakan bir yanda etnik köken, diğer yanda inanç ayrımcılığı fiilini gerçekleştirdiği için  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ikinci maddesini ihlal ediyor.  Aleviler, Kürtler AKP ırkçılığının ve dinci ayrımcılığının hedefi haline getiriliyor.

Başbakanın referandum sürecinde sığındığı politika oldukça tehlikelidir. Toplumsal huzur ve barışı tehdit eden ve bir referandum uğruna ülkeyi ırkçılık, bölücülük gibi toplumu sarmalayacak tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalığın kucağına atmaya çalışıyor. Yıllardır ayrımcılık, bölücülük ve dışlama üzerine kurulu siyasete karşı mücadele eden insanlar olarak, AKP ile bu hastalığın politik virüslerinin yayıldığına tanık oluyoruz. Irkçılık ve ayrımcılık öldürücü bir hastalıktır. Bu hastalığı bulaştıranlara karşı, hukukun evrensel değerlerine sığınmak gerekir.  Ayrımcılığa ve bölücülüğe dayalı siyaset diline sığınanlar, TBMM çatısı altında içtikleri milletvekili andına sadık kalmamıştırlar.  Bireyin temel hak ve özgürlüklerin koruma üzerine olan yeminlerini çiğnemişlerdir. …

BİZ 72 MİLLETİN DİLİNE VE KÜLTÜRÜNE SIĞINIRIZ

Bu ülkenin kültürel hayatına kattığı hoşgörü, sevgi, barış, kardeşlik gibi zengilikler ve Anadolu’nun Rönesansı olarak bilinen Bektaşi öğretisi, ayrımcılığa karşı herkesi kucaklayan 72 milletin diline ve kültürüne sığınmayı önermiştir. O nedenle Alevilerin sığındığı barış ve sevgi dilinde ayrımcılığa yer yoktur. Bu nedenle Başbakan gibi kişi yada kurumlarla olan ilişkimizi ve tartışmalarımızı etnik ve mezhepleri üzerinden kurmayı doğru bulmuyoruz.  Bu nedenle biz siyaset dilinin eşitlikçi ve kucaklayan bir dil olmasını arzu ve talep ediyoruz.

BAŞBAKAN’A EVRENSEL HUKUK NASİHATLARI

İnsan haklarının ihlal edilmemesi için, siyasetçilere, başbakanlara ve hükümetlere hata yapması ve ayrımcılık dilini kullanmaması için, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi uyarılarda bulunmuş ve insan haklarını ayrımcılığa karşı korumak için evrensel ilkeler belirlemiştir. Biz Alevice bir yaklaşımla Başbakana doğru yolu göstermekle kendimizi sorumlu tutalım. Hukukun evrensel değerlerine sığınarak ve şimdilik Başbakana bazı önemli hatırlatmalarda bulunarak yetinelim.

Birinci hatırlatma; Evrensel Hukuk örneğin yöneticilerin soy-sop ile iletişim kurmamasını önermiş ve demiş ki;  “bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davran.”

İkinci hatırlatma; Başbakanın kamu kurumlarıyla derdi varsa, kamu ait dil kullanmalıdır. Kişiyle derdi varsa bireysel zeminde yurttaşla iletişim kurmayı öğrenmelidir. Evrensel hukuk bu konuda;  “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bütün hak ve özgürlüklere sahiptir”  ifadesi ile siyasette  ayrımcılığı dışlamıştır.

Üçüncü hatırlatma; Başbakan’a ayrımcılık ve bölücülük dilini kullanmanın evrensel hukukun eşitlik ilkesine ilişkin “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır. Herkes, herhangi bir ayrımcılığa ve ayrımcı kışkırtmalara karşı eşit korunma hakkına sahiptir.” kuralını hatırlatmak isterim.

Dördüncü hatırlatma; Birleşmiş Milletlerin Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin  Sözleşmede “ırk ayrımcılığı" terimi, siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamındadır.

Beşinci ve son hatırlatma; Yine Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin Ayrımcılık yasağını düzenleyen maddesi der ki; “Bu Sözleşmeye taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın, kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.”

İşte bu nedenle Türkiye’nin Alevileri, Kürtleri, Gayri Müslimleri, Lazları, Çerkezleri ve tüm farklı kimlikleri, Başbakandan etnik kökenine ve inancına dayalı ayrımcılık yapmasını değil, saygı göstermesini talep ediyor.

Alevihaber.com - 7 Eylül 2010

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku