Hakan MERTCAN* / Radikal 2
İzmir'deki Alevi mitinginde zorunlu din dersine, asimilasyon politikalarına hayır diyen 'Arap Alevi Üniversiteliler' kararlılıklarını hem sözle hem eylemle ortaya koydular
Bu ay İzmir’de yapılan Alevi mitinginde büyük bir kalabalık ve yağmura aldırmayan coşku dalgası içerisinde, alışılmışın dışında pankart ve sloganlarla, küçük de olsa, renkli bir grup dikkat çekiyordu. Arapça olarak “Yekfi! Yeter Artık” ibaresiyle başlayan pankartta, zorunlu din dersine, anadil asimilasyonuna hayır deniyordu. Ve altında “Arap Alevi Üniversiteliler” imzası bulunuyordu. Grup Arapça ve Türkçe sloganlarla etnik ve dinsel aidiyetlerine saygı talep ediyor, bilimsel, parasız, anadilde eğitim isteklerini vurguluyor ve demokratik bir Türkiye özlemini dile getiriyordu (Dikkat çekici bir husus da hep unutulagelmiş olan Türkiye’deki Alevilere karşı girişilen ilk kanlı provokasyon olan 1971 Kırıkhan olaylarının hatırlatılmasıydı). Çevreden gruba gösterilen ilgi dikkate değer ölçüdeydi. İnsanlar pankarttaki Arapça ibareyi merak ediyor, Arap-Alevi tanımlamasına ilgi gösteriyor, kimileri dilleri döndüğü ölçüde Arapça sloganlara katılmaya çalışıyordu.
Miting genel olarak Aleviler için büyük öneme sahipti. Büyük Alevi Kurultayı’nda yapılması kararlaştırılan bu miting Alevilerin, kendileri için gittikçe daraldığını hissettikleri bu ortamda eşit yurttaşlık, baskı ve asimilasyon politikalarına son verilmesi, demokratik bir anayasa ve yeni bir Türkiye taleplerini daha güçlü seslendirmek ve örgütlü güçlerini ortaya koymak gibi anlamlar taşıyordu. Özel olarak Arap-Alevi gençleri içinse uzun zamandır, bağımsız bir hareket olarak hazırlıklarını yaptıkları düşünsel platformlarının kamusal alanda görünürlük kazanması, kimliklerine ilişkin meşru bir mücadelenin kıvılcımlanması, “hayalden gerçeğe” doğru bir ilerleyiş manasına denk düşüyordu.
Büyük bir adım
Önceki yıllarda Hatay ve Adana’da yapılan -1 Mayıs, Maraş Katliamı anması gibi- bazı eylemlerde Arapça pankartların taşınıp Arapça sloganların atılmasına şahit olunmuştu. Çok müstesna olan bu tavır bir Arap-Alevi hareketi biçiminde olmaktan ziyade bazı sol-sosyalist yapıların yerele yönelik bir politikası olarak ifade buluyordu. Fakat 6 Mart İzmir buluşmasında üniversite gençliği herhangi bir kurum, siyasi yapı vb.ye yaslanmadan, başlı başına “Arap-Alevi” nitelemesiyle kamusal bir görünürlük kazanma iradesiyle fiziken küçük fakat manen büyük ve kıymetli bir adım atmış oldular.
Ulusal Eylem Cemiyeti
Arap-Aleviler, milli mücadele döneminde, özellikle Çukurova bölgesinde Kemalist harekete destek vererek bölgenin kurtuluşuna büyük hizmetler sunmuşlardı. Cumhuriyet’le birlikte de Kemalist politikalara uyum göstermeye ve sistemle çatışmaktan uzak durmaya çalıştılar. 1939 gibi daha geç bir tarihte Türkiye’ye katılan Hatay’ın durumu Alevilerin tutumu bakımından çok daha girifttir ve bu yazının sınırlarını aşacak ölçüdedir. Fakat birkaç cümleyle ifade edecek olursak, Arap-Alevi toplumundan gelen Zeki Arsuzi, M. Ali Zerka gibi genç aydınların öncülüğünde gelişen Usbet el-Amel el-Kavmi (Ulusal Eylem Cemiyeti), Arap ulusalcı düşünceyi temsil etmekte ve o zamanki adıyla Liva İskenderun’un bağımsızlığını ve Arap coğrafyasına aidiyetini dillendirmekteydi. Bu hareket önemli ölçüde Arap-Alevileri etkiledi. Buna karşın durumun ciddiyetini fark eden Ankara hükümeti Arap-Aleviler olmaksızın Hatay’ın Türkiye’ye katılımının imkansızlığını anladı ve bu yönde harekete geçerek Alevi ileri gelenlerini “ikna” –öte yandan Usbecileri de tasfiye- çabasına girdi. Neticede Alevi liderlerinin “ikna” olmasıyla Hatay’ın Türkiye’ye katılımı mümkün oldu. Bu tarihten sonra Hatay’daki Aleviler de yoğun asimilasyon politikalarına ve ayrımcılığa rağmen, sistemle çatışmaktan kaçınarak, sükun ve sükut içerisinde varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.
1960’ların ikinci yarısından sonra Türkiye’de yükselen sol dalga bu topluluğun bireylerini de sardı ve genel olarak bu insanlar sol siyaset içerisinde –ağır bedellerle kapanacak- bir dönüşüm sürecine girdiler. 12 Eylül’ün karanlık günleriyle birlikte tekrar kendi kabuklarına çekilerek geleneksel suskunluğuna sarılan topluluk 1990’ların başlarından itibaren çeşitli sivil toplum kuruluşları aracılığıyla kamusal alanda kendi varlıklarını “cılız” bir sesle de olsa ifade etmeye çalıştılar. Bugün belli bir ölçüde etki gücü olan sivil toplum örgütlerine sahip olsalar da, genel olarak Arap-Alevi toplumunun halen kendi kimliklerine ilişkin faaliyetlerinin, hak taleplerinin düşük düzeyde olduğu ve pasifist bir tutum içerisinde oldukları gözlemlenebilir.
Mücadelede bir ilk
İzmir mitingine ilişkin temasa geçtikleri kendi toplulukları içerisindeki çeşitli kesimler ve kurumlardan hiçbir destek bulamamalarına rağmen alana çıkan ve bir ilki başarmanın heyecanı içerisindeki Arap-Alevi gençler, hem sistemin kendilerine karşı asimilasyon-baskı politikalarına ve yaratılan her türlü eşitsizliğe karşı hem de kendi topluluklarının değişen dönemin gereklerini anlamayan ve buna ilişkin tavır geliştiremeyen, geri tutum sergilemekte ısrarcı kesimlerine karşı mücadele iradesinde olduklarını hem sözle hem eylemle ortaya koymuş oldular.
Taşıdıkları pankartla kimliklerinin iki temel öğesine, etnik ve dinsel aidiyetlerine, ilişkin taleplerini dillendiren bu gençlerin hareketi, Hatay-Adana-Mersin hattındaki kıpırtılar ve arayışlarla birlikte okunduğunda, yeni bir sürecin başlangıcına işaret ediyor. Bundan sonra, Arap-Alevi toplumu açısından, daha dinamik ve geleneksel suskunluğu bozan bir dönemin söz konusu olacağı öngörülebilir. Zaman ve fizik koşullarının baskısı altında çözülmeye açık olan, esnek yapılı diğer öğrenci hareketleri gibi, bu genç topluluk da zamanla dağılabilir; fakat arkalarında yürünecek yolun işaretini bırakmış olarak. Tam da denildiği gibi, artık “önemli olan buzun kırılmış, yolun açılmış olmasıdır.”
*Arş. Gör., Ankara Üni.
Radikal 2 - 20.03.2011