BİRGÜN GAZETESİ SÖYLEŞİ DİZİSİ - 5
Alevilik üzerine yazılarıyla tanınan Yüksel Işık, “Anadolu’da Müslümanlığın ve özellikle de ‘Sünni İslam'ın kalmış olması biraz manidar değil mi?" diye soruyor ve hemen ardından ekliyor: “Anadolu’nun nasıl soluklaştırıldığını, hepimizin düşünmesi gerekiyor”
AKP’nin Aleviler için yeniden bir “açılım” ihtiyacı duyduğu ve önümüzdeki günlerde düzenleyeceği “çalıştay” ile “açılım”ı sürdürmekte kararlı olduğu anlaşılıyor. Sonuçta söylenebileceği baştan söylemeliyim ki, hangi saikle hareket edilirse edilsin tartışmak iyidir. Zira, tartışılan konu, “şişede durduğu gibi durmaz”.
Öncelikle bir konuya açıklık getirelim. Bu ülkenin anlamlı çoğunluğunun hesap defterine kaydedilen Alevilerin hak ve taleplerini tartışmakla Aleviliği tartışmak aynı şey değildir. İsteyen Aleviliğin nasıl bir tarihsel süreç izlediğini tartışabilir; bu tıpkı, İslamiyet’in, Hıristiyanlığın, Museviliğin tarihsel süreçlerini tartışmak gibidir. Ancak semavi dinlerin tarihsel süreçlerini tartışmak, bahse konu bu üç semavi dinin bir realite olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyorsa, Aleviliğin hangi tarihsel kökten geldiğini, orijinin nerede olduğunu tartışmak da, Alevilerin bugünkü hak ve taleplerinin tartışılmasını gerektirmez. AKP’nin birinci “açılım” girişimi sırasında yapılmak istenen Aleviliği önce resmiyetin kalıbına dökmek; sonra da bazı talepleri kabul etmek şeklinde tezahür etti. Gerçekleşmiş olsaydı bile, gerçekleşen şeyin Alevilikle doğrudan ya da dolaylı bir bağı olmayacağı baştan belli olan böyle bir “açılım”ın, yeniden deneniyor olması, umulur ki, yaşanan tecrübelerden ders çıkarıldığına işaret etsin.
Tarih, biraz da egemenlerin, 'öteki'leri, önce kendi istediği kalıba dökme, sonra da onları tanıma sürecidir. Tektipleştirmenin sıkça karşılaştığı alanların başındaysa inanç alanı gelir. Bugünden geriye bakıldığında, bir zamanlar farklı dinlere mensup Anadolu’nun, bugün 'yüzde 99’u Müslüman' bir hale gelmesinin bir 'gönül rızası' ile oluştuğu şeklinde bir hava egemen gözüküyor. Oysa tektipleştirmenin hangi süreçlerden geçip geldiğini az çok yakın tarih okuyanlar bilir. Hangi süreçler yaşanmış olursa olsun, bugün bunlardan geriye sadece Müslümanlığın ve özellikle de “Sünni İslam”ın kalmış olması biraz manidar değil mi? Dinsel çoğulculuktan tekleşmeye gidilen sürecin doğal bir seyir olmadığı genel bir kabul gördüğüne göre, Anadolu’nun nasıl soluklaştırıldığını hepimizin düşünmesi gerekiyor. Her konusuz kaldığında, başta Alevilik meselesi olmak üzere, sık sık “açılım” yapmaktansa, biraz da empati kurabilme zemini yaratılabilmeyi, hepimiz ve özellikle de hükümet eden AKP düşünmeli.
ALEVİLİK İSLAM'IN İÇİNDE Mİ?
Bir çeşit ironi olsa gerek; Anadolu’ya hoşgörünün vatanı denir. Bu kavram, doğal olarak, Yavuz’dan bu yana kırım ve katliamlar yaşamış Alevileri çağrıştırıyor. “İslam’ın içinde mi, dışında mı” tartışmalarına konu edinilen Alevilerin de bu topraktan şekillendikleri biliniyor. “Hak, Muhammed, Ali” üçlemesiyle zahiride İslam ile ortak bir dil kullanan Aleviliğin, ibadet ritüelleri itibariyle İslamiyet’ten farklılaştığı biliniyor. Kimisi bunu, “Aleviliğin asıl İslam olmasına”; kimisi de “farklı bir inanç olarak Aleviliğin İslam’dan etkinlenmesine” bağlıyor. Mesele Alevilik olunca, sorun çözme konusunda baş gösteren kısırlık, sorunu dallandırıp budaklandırmada pek bir maharete dönüşüyor.
ALEVİLERİN TALEPLERİ
Aleviler, eşit yurttaş muamelesi görmek ve resmi dine mensup olduklarını her fırsatta dile getiren hükümet edenlerin, tıpkı, diğer egemenler gibi, Aleviliğe çekidüzen vermekten vazgeçmelerini istiyor. Bir inanca mensup insanlara, “sizin esasen şöyle olmanız lazım” demenin, sorunu baştan içinden çıkılmaz hale getirdiği, birinci “açılım” sırasında da görülmüştü. Dolayısıyla nasıl ki, Müslümanlar için “uygun form arayışı”, tepkilere neden oluyorsa, Alevileri tanımlamanın da aynı sonuçlara yol açtığını kavramak gerekiyor.
Aleviler, ibadethane olarak cemevini, Tanrıya sığınma şekli olarak da cem törenlerini işaret ettikçe, karşılarında, “Alevilik Ali’yi sevmekse biz de Aleviyiz” gibi tuhaf refleksleri buluyor. AKP’nin Alevi “açılım”ına ruhunu veren bu reflekslerin ilkinde sonuç almadığı ortada. İkincisine başlarken, öncelikle bu çarpık yaklaşımdan vazgeçmek gerekiyor. Alevilerin, dinsel törenleri farklı; bu töreni gerçekleştirdikleri mekanlar da camiiden farklı. Aleviliği İslam’ın içinde görenler de, İslam’ın dışında değerlendirenler de, cem, cemevi gibi kavramlar üzerinde uzlaşıyor. Aleviliği, İslam’ın dışında görenler de “Hak, Muhammed, Ali” üçlemesini bir amentu gibi tekrarlıyor. Öncelikle bu realiteyi kabulle başlamak lazım.
Alevilerin, Alevilik konusunda uzlaşıp, toplumun karşısına öyle çıkmaları gerektiği iddiası bir bahanedir. Hiçbir dinin tek yorumu yoktur. Daha önce de vurgulamıştım; İslam’ın da birbiriyle zıt farklı yorumları bulunuyor. Yorum farklılığı, bir inanışın ortak ritüellerinin gerçekleştirilmesine engel değildir. Osmanlı’da da, Cumhuriyet döneminde de devletin resmi dini haline gelmiş Sünni İslam’dan farklı olarak Aleviliğin farklı yorumları bulunduğu muhakkaktır. Bu durumun Alevi kimliğinin tanınmasını engellemek için bir bahaneye dönüştürmek, “kırk dereden su getirme”ye benziyor.
İnanç, hassasiyeti yüksek olan manevi bir duygudur. Bir topluluğun inancını, o topluluğu hiçe sayarak, tartışmaya açmak ve o inanca dışarıdan kural dayatmak, en hafif ifadeyle inciticidir! İnanç ve ibadet biçimleri farklılık arzeden Alevileri, bir çeşit resmi din haline dönüşmüş Sünniliğin kalıbına dökülmesi için devletin olanaklarını sonuna kadar kullanmanın anlaşılır ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Bu ülkenin problemi, inanan, inanmayan herkesin kendisini özgürce ifade edebileceği bir inanç özgürlüğü sisteminin kurulmasından yoksun bırakılmasıdır. Dolayısıyla ikinci kez “açılım”a hazırlanan AKP’nin öncelikle yapması gereken şey, Alevilere elbise biçmekten vazgeçmesidir!
***
ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU ESKİ GENEL BAŞKANI TURAN ESER: Strateji belli; Alevileri devletleştirmek
“AKP’nin yeni Alevi stratejisinin adı belli: Tüketemedik, eritemedik, asimile edemedik, öyleyse devletleştirelim”
Alevi toplumu ile bağı kopmuş ve Aleviliği Türk İslam Sentezi içinde eritmeye çalışan Cem Vakfı’nın niyeti açıktır; Alevi-Bektaşi toplumunu ve inancını mevcut resmi din-devlet ilişkisine entegre etmek. Yani Alevi inancını devletleştirmek. Oysa din eğitimi, genel eğitim sistemimiz gibi kökten sorunludur. Yani Türkiye’nin demokratik, laik, çağdaş, katılımcı ve özgürlükçü ekseninde köklü bir eğitim reformuna ihtiyaç var. Cem Vakfı ve AKP hükümeti, din eğitimi konusunda, farklı tecrübelerden faydalanmak zorundadır. Din ve devlet ilişkilerinin laiklik ve evrensel hukuk değerleri zeminde kabul edildiği çağdaş ülkelerde, devlet din eğitimi zorla vermez. Bu dersin içeriğini belirlemez. AKP hükümeti, AB siyaset ve hukuk belgelerinde belirtilen, bireysel özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kültürel çeşitliliğin tanınması, demokrasi ve din ile devlet ilişkilerinin ayrılığı üzerine kurulmuş olan tanımları görmezden geliyor. Din eğitimi alma, verme ve içeriği hakkında global ölçekte kabul gören bir çok hukuksal düzenleme ve evrensel değerler mevcuttur. Devlet, farklı ülkelerin tecrübelerinde faydalanabilir.
AB ülkelerinde din eğitimi seçmeli, isteğe bağlı ve özel okullarda, ayrımsız olarak verilir. Fransa'da ise 1904 yılında devlet okullarından din dersleri kaldırılmış, özel okullarda ise seçmeli olarak serbest bırakılmıştır. Ancak ne Cem Vakfı, ne de AKP hükümeti, Avrupa ülkelerin başarılarından ve hukuksal kazanımlarından ders almak istemiyor. Çağdaş, laik ve demokratik devlet anlayışı, vatandaşının inancına karışmayı, inancını tanımlamayı ve yazmayı, inanç, vicdan ve kanaat özgürlüğüne müdahale olarak algılar. İşte bu nedenle din eğitimini, ilgili dinin temsilcisi cemaatlere ve özerk kurumlara bırakmıştır. Dersler zorunlu değildir. Seçmelidir. Türkiye'de ise Şeyhülislâmlık'tan günümüze kadar İslam din öğretisi, topluma tek din dersi olarak dönem dönem zorunlu eğitimin bir parçası olarak dayatılmıştır. 1982 Anayasası zorunlu din dersini bir özgürlük olarak değil, toplumu dinsel yönde tertipleştirmenin ideolojik gerekçelerine dayanarak yasalaştırmıştır.
ESKİ VE RESMİ EZBER BOZULMALI
Oysa din ve vicdan özgürlüğü, insanların dindışı kalabilme hakkını da kapsar. İnsanların dini öğrenme, öğrenmeme, öğreneceklerse de bütün dinleri öğrenebilme hakkı isteğine bağlı olmak şartıyla olmalıdır. Böyle bakıldığında "Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır" biçimindeki kural, aynı maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlüğü prensibine aykırıdır. Aynı zaman da, "kimse dini inançlarını ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, kınanamaz" biçimindeki güvenceye de aykırılık teşkil ediyor. Mevcut uygulama sadece Alevileri ve gayrimüslimleri değil, inanmayanları da rahatsız ediyor.
İşte bu çerçeveden bakılınca, AKP ve Cem Vakfı tarafından hazırlanacak bir Alevilik anlatımı, Sünnilik doğrultusundaki resmi din eğitimi anlayışına, ve yine “Türk-Sünni İslam Sentezi"ne, “Türk Alevi İslam Sentezi” olarak eklemlenmek isteniyor. AKP hükümetinin yeniden gündemine aldığı “Alevi Açılımı” yine sorunlu bir zeminde şekilleneceğine dair işaretler vermeye başladı. Birinci yanlışı, sorunu hukuksal zeminde ele almıyor. AKP’nin ikinci önemli yanlış yönelimi ise, din, vicdan ve inanç özgürlüğünü, laikliğin evrensel ilkelerine uyumlu olarak tartışmaması. Üçüncü yanlışı, din ve vicdan özgürlüğünü değil, Alevi inancını ve Alevilerin vicdanını devletleştirmeyi hedefliyor. Dördüncü yanlışı ise, şimdiden diyalog ve çözüm dilinden uzaklaşıyor, ayrımcılık içeren bir dile başvurarak, Alevi kurumlarının demokratik ve katılımcılık hakkını dışlıyor olması. Türkiye’de Alevi Bektaşi Federasyonu, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, Avrupa Birliği üye ülkelerinde yıllardır örgütlü olan Alevi Birlikleri Federasyonu’nun çatı örgütü olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu'nu dışlayarak ve yoksayarak, buluşulamaz.
Alevilerin taleplerinin karşılamanın ilk adımı olarak, eski ve resmi ezber bozulmalıdır. Cumhuriyetin kuruluşunda “asli unsur” olan Alevilerin köylerine, Cumhuriyet'in Diyanet'i zorla camiler yapmaya başladı. Cumhuriyet'in demokratik, laik ve çağdaş eğitiminden yana olan, Köy Enstitüleri'nin devamını savunan Aleviler, bu kez “laik Cumhuriyet okullarında” namaz kılmak, oruç tutmak, dua ezberlemek ve zorunlu din derslerine katılmak yoluyla Alevi kimliklerini ifade edemez oldular. Yani inkarın ve imhanın çözemediği, devletin Türk-İslam Sentezi eksenindeki tektipleştirme amaçlı asimilasyon politikasıyla çözülmek istendi. Şimdi mevcut yanlışa, devletleştirilmiş Alevilik eklenerek “açılım” olmaz. Türk demokrasi, laikliği ve hukuk tarihi Alevisiz bir karaktere sahiptir. AKP hükümeti dahil, geçmiş hükümetler, Alevilere yapılan bunca haksızlık ve ayrımcılık karşısında kendi hatalarını kabul etmiyor ve sürmekte olan hak ihlallerine devam ediyor.
Alevi hareketi siyasi iktidarın resmi ezberini bozmayı zorlayan bir güce ulaşmıştır. Türkiye’de yasaklanmasına rağmen, Alevilik ve Aleviler Avrupa’nın bir çok ülkesinde resmen tanınmış inanç topluluğu ve kimlik olarak kabul gördü. Almanya’nın bir çok eyaletinde, devlet okullarında Alevilik, seçmeli isteğe bağlı ders olarak verilmeye başlandı. Alevi hareketinin son 20 yıllık mücadelesinin sonucu ve güncel gelişmeler karşısında, AKP hükümetinin yeni stratejisi belirginleşmeye başladı. Stratejinin adı bellidir: Tüketemedik, eritemedik, asimile edemedik, öyleyse devletleştirelim. Aleviliği devletin resmi dini kayıtları içine sokarak, köklerinden ve bağlarından kopararak ona resmi aşı yoluyla yeni şekil verilemesine göz yummak mümkün değil. Aleviler, Aleviliği kendi özüne yabancılaştıracak siyasi projelerin, arkasındaki hesapların ve gizli pazarlıkların bilincinde ve bilgisindedir.
OZAN BİLİR / BİRGÜN - 16 Mayıs 2009