Yaşar Kemal : "Alevileri çok seviyorum"
Radikal'in en küçük muhabiri Helin Zeynep Miser sordu:
Dokuz yaşındaki Helin Zeynep Miser, edebiyatın dev çınarı Yaşar Kemal'le söyleşi yaptı
"(...) Üstelik de Alevileri yazdım çokça. Onlar da çok zulüm görmüş insanlardır. Ben zulüm gören insandan yanayım yazar olarak. Çünkü onlar zulüm gördüler, onları öldürdüler, onları dövdüler. Yine de o sevgi dininden vazgeçmediler, onlar çok cesur insanlar. O nedenle Alevileri çok seviyorum."
‘Şu anda bir gazeteci gelse, benimle röportaj yapmak istese, onunla da aynı şeyleri konuşurum. Benim için çocuk, çocuk değildir, bizim gibi insandır” diyen Türk edebiyatının dünyaca ünlü yazarı Yaşar Kemal’in karşısına dokuz yaşında bir muhabir çıkarsa ne olur? Yaşar Kemal kendi hayatından başladı anlatmaya, ülkenin gidişatına dair gözlemleriyle bugüne geldi. Tane tane anlattı; hem yaşı küçüklere hem büyüklere mesajlar yolladı. Müjdeler de verdi. Örneğin önümüzdeki yıl şiirlerinden oluşan bir kitap yayımlayacak! 23 Nisan vesilesiyle Yaşar Kemal’in evine konuk olduk. O anlattı, biz dinledik...
Kitaplarımın hepsini beğeniyorum
Bugüne kadar 43 kitabım yayınlandı. Kitap yazmaya geç başladım, gazeteciliği bırakmıştım o zamanlar. Hepsini beğeniyorum yazdıklarımın. Yoksa çıkarmazdım. Ben çok çalışan ama zor yazan bir insanım. Kafamda düşünürüm bir romanla ilgili her şeyi. Düşünürüm, düşünürüm... Yıllarca ama... Ondan sonra bir vakit gelir ki ondan sonra yazmaya başlarım.
Ağıtları derledim
Bizim oralarda, yani Anadolu’da, Çukurova’da, Toroslar’da ölülerin ardından ağıtlar söylenir. O ağıtları topladım. Çukurova’daki 750 köyü tek tek dolaştım. Ağıtları kadınlar bilir. İlk defa Türkiye’de bir Macar bestecisi var, Bela Bartok... O Türkiye’ye, bizim bölgeye gelmiş ve ağıt toplamış. Türkmen derler, kökeni Orta Asya’ya uzanır; onlar ağıt söylerler ölülerin ardından. 900 kadar ağıt topladım ama bir kısmı kayboldu elimden. Evimi basan jandarmalar bir kısmını almış, götürmüşler; bir daha da alamadım onları. Geriye kalanları da, arkadaşlarımdan, Dil Kurumu’ndan aldım ve 1943’te kitap halinde Adana Halkevi bastı. İlk kitabım budur. Bu sene de elimdeki ağıtları ekledim. Ağıtlar, müthiş güzel bir kitap oldu.
Aşık olmayı isterdim
Ben Çukurovalıyım, orada doğdum ama Kürdüm. Ailemiz Van’dan gelmiş. Ben Türk yazarıyım. Şiirler yazmaya başladım çocukken, söylemeye başladım aşıklar, halk ozanları gibi. Bizim köyde de vardı aşıklar... Aşık Rahmi diye çok büyük bir aşık geldi. Beni çok sevdi, bir de saz verdi bana cura dedikleri; çocuk sazı... Ben de ortaokuldaydım, türküler söylerdim. Onunla gitmeyi, aşık olmayı çok istedim.
Şiir kitabı çıkaracağım
Şiir kitaplarım yok benim, belki de bu sene veyahut gelecek sene bir şiir kitabı çıkarıyorum. Eskiden yazdığım şiirleri çıkaracağım. İlk defa da sana söylüyorum: İki yıl içinde şiirlerimi bir kitap yapacağım. İnsanlar sever mi, sevmez mi? Bilmiyorum. Sevilen kitaplarım da var, sevilmeyenler de vardır belki.
Sigara kâğıdı
İlk romanım ise ‘Hüyükteki Nar Ağacı’dır. Höyük nedir biliyor musun? Höyük, eski şehirler yeridir, yani toplantılar yeridir. Bizde çok höyük vardır. O eskiden kalmış şehirleri kazdıkları zaman birtakım heykeller çıkıyor, kap kacaklar çıkıyor... Tepeler var bir de, tepeler höyük değil.
İstanbul’a geldiğim zaman, aradım aradım bulamadım; kaybolmuş bu kitabım. Ne yapacağımı şaşırdım, vazgeçtim... Sonra bir gün Adana’nın, şimdi Osmaniye’nin oldu, Kadirli kasabasına gittim, anam ölmüştü; cenazesini götürdüm. Orada anamın sandıkları var, kardeşim onların içinde bir defter bulmuş. Getirdi bana verdi onu. Anamın cenazesini defnettik, İstanbul’a geldim, bu defter ne diye bakayım dedim. Baktım yıllarca aradığım kitabım ama beş sayfası eksik. Bu sefer de beş sayfayı arıyorum. Sonradan öğrendim ki, köye akrabalarımızın misafir gelmiş ve sigara içmek istemişler. Anam o beş sayfayı koparıp sigara sarmaları için onlara vermiş.
Cumhuriyet gazetesinde çalışıyorum o yıllar; beni işten kovdular. Sonra da benden yazı istediler. O eksik beş sayfayı yeniden yazdım ve gazeteye verdim. Sonra ciddiye almadım o romanı; kitap bile yapmıyorum. Sonra bir ara kitap yaptım ve bir gazeteci arkadaşımız okumuş, eleştiri yazmış. O yazı çok tutuyor... Ondan sonra Almanya’dan adamın biri telefon etti ve ‘Hüyükteki Nar Ağacı’nı basıyorum dedi. Almanya’da öyle çıktı.
Çocuk romanı yolda
Bir çocuk kitabım var, bir tane daha yazacağım. Şu anda bir romanım var, çok uzun. 550 sayfasını yazdım, hâlâ da yazacağım. Ben kitaplarımı el yazısıyla yazdığım için geri kalan 450 sayfasını yazdığım zaman o kitabım da bitmiş olacak. ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’, ‘Karıncanın Su İçtiği’ ve ‘Tan Yeri Horozları’ adlı kitaplarım var. Bu serinin son kitabı da ‘Çıplak Deniz, Çıplak Ada’ olacak. Mübadele diye bir şey var, sen onu bilemezsin; Osmanlı devrinde Türkiye’de olan Yunanlıları Yunanistan’a, Yunanistan’da olan Türkler’de buraya geliyorlar. Seneler senesi bunu düşündüm ve bir roman yazmaya karar verdim ve dört kitap oldu.
Elle yazıyorum
Romanlarımı hep el yazısıyla yazarım. Siyah kalemle yani kurşun kalemle yazarım. Ondan sonra röportajları daktiloyla yazdım. Anadolu’da gezip halkın başına gelen belaları yazdım daha çok. Fakirliklerini, iyiliklerini, kötülüklerini... Üstelik de Alevileri yazdım çokça. Onlar da çok zulüm görmüş insanlardır. Ben zulüm gören insandan yanayım yazar olarak. Çünkü onlar zulüm gördüler, onları öldürdüler, onları dövdüler. Yine de o sevgi dininden vazgeçmediler, onlar çok cesur insanlar. O nedenle Alevileri çok seviyorum.
İki şair var...
Aşık Veysel de arkadaşımdır ve çok büyük bir şairdir. İki tane büyük şairi var Türkiye’nin; biri Nâzım Hikmet, diğeri Aşık Veysel’dir. Bir tanesi halkın içinde büyümüştür, okur yazarlığı yoktur ama çok dehası vardır.
İnce Memed’e adımı koymayacaktım
‘İnce Memed’, ‘Hüyükteki Nar Ağacı’ndan sonraki ikinci kitabım. 1953’te yazdım ve bir yılda bitirdim. 1953 ve 54’te Cumhuriyet’te çıktı bölüm bölüm, yani tefrika edildi. Sonra da kitaplaştırdım, çok tuttu, çok sattı. Sonra Türkiye’deki şimdiye kadar yazılmış romanlara Yaşar Nadi, Varlık dergisinde bir ödül açtı. O zaman bütün Türkiye’nin yazarları girdi bu yarışmaya. ‘İnce Memed’ ilk roman olduğu halde birincilik aldı. ‘İnce Memed’, dünyada ilk çıkan bestseller (çok satan) Türk kitabıdır. 46 dile çevrildi, 41 sene içinde.
‘İnce Memed’e adımı koymayacaktım. Onunla birlikte ‘Ortadirek’ romanını yazıyordum, ilk kitabım o olsun istiyordum. Ama Cumhuriyet, ben tanındığım için ismi koymak istedi. Adımı koyduktan sonra, ‘Bu İnce Memed neymiş’ diye ben de şaşırdım. Klasik dedikleri, dünyaya mal olmuş kitaplar arasına girdi.
Uygar değiliz
Atatürk ölmeden önce Cumhuriyet yeni kuruluyordu. Yeni imkânlar getirdi Atatürk, Türkiye’de olmayan bir dünya... Çok, çok iyi bir dünya kurdu Türkiye’ye için fakat gittikçe kötüleşti bu dünya. Atatürk öldükten sonra birtakım ilerlemeler elbette var ama çok az. Yani biz şu anda, dünyadaki uygar ülkelerden daha az uygarız. Onun için çocuklara bunu söylemiyorlar. Oysa çocuklara söylemeli esas bunu, büyüdüklerinde şaşırmasınlar.
Bugün Türkiye, uygar bir ülke değil. Demokrat olan ülkeler daha uygar, yaşamaları daha kolaylaşmış, ama Türkiye öyle bir ülke değil. Bugün biz daha demokrasiye ulaşamadık. Bu, bir gericiliktir. Yani biz dünyada büyük bir Osmanlı Devleti’nin sonucuyuz, bu sonuç böyle olmamalıydı.
Berkan, iyi uçurtmacı
Ben gençken, Mahmutköy diye bir yerde oturuyordum. O mahallede çocuklar vardı. O çocuklar benim ahbabımdı, arkadaşlarımdı. Büyük uçurtmalar yapıyordum onlara. İşte şimdi o çocuklardan bir tanesi İsmet Berkan, Radikal gazetesinin genel yayın müdürü, senin babanın patronu yani... Ben onun uçurtma başkanıydım, İsmet de iyi bir uçurtmacıydı. 90 kişi var uçurtmacı, beraber uçurtma uçuruyorduk. Bir tane Sabah gazetesinde Umur Talu var, bunlar iyi uçurtmacılar... Yine içlerinden biri var, Türkiye’nin en iyi doktoru oldu.
Atatürk için şiir yazdım
Atatürk öldüğünde ben ortaokul 2’deydim. Çok üzüldüm, bir de şiir yazdım onun için. Şu an hatırımda değil. O şiiri bir öğretmenim aldı elimden. Çok üzüldüm Atatürk’ün öldüğüne. Aklım eriyordu onun ne kadar büyük bir insan olduğuna. Büyük bir adamdı, Türkiye’yi bugünkü haline getiren adamdı. Onun kurduğu Türkiye, çok kötü yönetilmesine rağmen hâlâ yıkılmadı. Türkiye’nin, Mustafa Kemal olmasaydı ne olacağı belli değildi. Hâlâ Atatürk’ün gücü duruyor bu toplum üzerinde ve o bize güç veriyor. Yoksa Türkiye batmıştı.
Daha güzel bir dünya
Türkiye çok kötü yönetiliyor ne yazık ki, inşallah size güzel bir dünya bırakacağız. Türkiye, büyük bir devlet, uygar bir ülke olsun diye çok uğraşanlar var. Birtakım insanlar, canlarını koyup, daha uygar bir ülke olmamız, demokrasi için çalışıyorlar. Yazarların çoğu da bu insanlardan... Bu insanlar biraz zulüm görüyorlar, çoğu hapishaneye girdi ama bugünlerde biraz daha serbestledi Türkiye... Benim arkadaşlarım var yazarlardan, hapishaneye girenler, zulüm görenler içinde... Ve bunların hepsi de demokrasi için çalıştı. Ben de onlarla çalışmaya çalışıyorum, demokrasi Türkiye’ye gelsin diye çalışıyorum. Başım da belalara giriyor ekseri. Birkaç senedir girmedi gerçi ama bundan sonra ne olur bilmiyorum. Türkiye, demokrasiye doğru gidiyor, Avrupa Birliği var, o birlik bizi alırsa daha güçleneceğiz, daha demokrat olacağız ve size daha iyi bir ülke bırakacağız, inşallah.
Çocuklar kendi kültürünü öğrensin
Yazar olmak isteyen çocuklar, çok okusunlar diyorum ben. Önce kendi kültürünü öğrensinler diyorum. Türkiye’deki birtakım insanlar var; Kürtler, Çerkezler, Lazlar... Bu kültürler Anadolu’da serbest bulunmalı ve yardım etmeli herkes...
Köy Enstitüleri kapanmamalıydı
Cumhurbaşkanlığı’nda size verilen ödül töreninde, “Köy Enstitüleri gelecekte dünyamızı gerçek insanlığa kavuşturacak tek eğitim düzenidir” dedim. Köy Enstitüleri diye bir sistem yapıldı Türkiye’de. Bu okul, çocuklara eğitimi görerek veriyordu, topluma faydalı bireyler yetiştiriyordu. Bu okullarda hiçbir zaman dayak yok, hakaret yok; çok iyi yetişiyorlardı. Türkiye’de yasak edildi bu okullar. Yeni bir pedagoji dünyası olması lazım. Hiroşima’nın üzerine eli titremeden atom bombasını atan adam, bu düzenin okullarından geldi. Oysa Köy Enstitüsü gibi okular dünyada yaygınlaşmış olsaydı, eli titrer, o bombayı atamazdı.
Çocuklar insandır
Polise taş attıkları için çocuklar tutuklanıyor. Bugünkü yöneticiler işine gelmediği zaman çocukları da hapsediyor. Çocukları hapsetmesinler diye, ‘Çocuklar bu işlerle uğraşmayın’ demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ayıp oluyor bu da çok; çocukları küçümsemek oluyor. Şu anda bir gazeteci gelse, benimle röportaj yapmak istese, onunla da aynı şeyleri konuşurum. Benim için çocuk, çocuk değildir, bizim gibi insandır. Ben, ‘Çocuklar İnsandır’ diye de bir kitap yazdım. Çocukları, çocuk diye bunlar küçümsüyorlar, nefret ediyorum bundan. Çocuklar da küçük görünerek normal insan olamıyorlar. Doğal insan yetişmiyor çocuklar. Böyle bir dünyada savaş da durmuyor. Çocuklara iyi bakmayı öğrensinler, okullar çok kötü. Daha güzel bir eğitim dünyası yaratabilir insanoğlu. Ben onun için de biraz uğraşıyorum. Onun için sen gelebiliyorsun buraya, benim gibi bir yazarın yanına. İlkokul 3’te diye getirmiyorlar, onu adam saymıyorlar, çocuk yerine koyuyorlar. Oysa çocuk da bir insandır. Benim arkadaşlarımdır çocuklar, sen arkadaşımsın. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bütün çocuklara kutlu olsun.
GELECEĞİN YAZARI: HELİN ZEYNEP MİSER
Yaşar Kemal’le bu söyleşiyi yapan dokuz yaşındaki Helin Zeynep Miser, Ankara Batıkent Refika Aksoy İlköğretim Okulu’nda 3. sınıf öğrencisi. Yazar olmak istiyor ve güzel resim yapıyor. Helin Zeynep’in Mustafa Rıfat isminde bir de kardeşi var.
RADİKAL - 23 Nisan 2009