Yasaklar geçmişte de sonuç vermedi

Yasaklar geçmişte de sonuç vermediBir dönemin en ünlü içkisi kızlı rakıydı. (solda) İmparatorluk asırlarında kimi kahvehaneler...

Yasaklar geçmişte de sonuç vermedi

Bir dönemin en ünlü içkisi kızlı rakıydı. (solda) İmparatorluk asırlarında kimi kahvehaneler meyhane ve meddah gösterilerinin de mekanıydı.

AVNİ ÖZGÜREL

Osmanlı asırları boyunca içki ve tütün tüketimi yasaktı... Hatta ulema kullanana kadar kahve de... Ama hiçbir dönemde yasak sonuç vermedi, imparatorluğun pek çok bölgesi ürettiği içkiyle ünlendi..

Ankara’da Keçiören Belediyesi zabıta görevlilerinin içki satan bir büfeyi basıp sahibini şiddet kullanarak yıldırmaya kalkmaları geçtiğimiz hafta basının gündemindeydi... Alkol tüketiminin övülecek, savunulur yanı yok elbette ama yasaklamanın da ne Türkiye’de ne dünyada caydırıcılık açısından sonuç verdiği görülmedi... Görünen şu ki; gerçek manada ahlaki çözülmenin işareti olan rüşvet, yolsuzluk türünden dertleri giderecek tedbirlere yönelmekte zorlanan siyasetin içkiyle uğraşmak kolayına geldi..

Şimdi böyle olmuş değil bu, geçmişte de durum pek farklı değildi... 10. asırda Karahanlılar devrinde kaleme alınan Kutadgu Bilig’de hükümdara verilen öğütlerden biridir:  “Bey içki içmemeli ve fesatlık yapmamalıdır. Bu iki hareket yüzünden, sonunda ikbal elden gider. Dünya beyleri şarabın tadına ulaşırlarsa, memleketin ve halkın bundan çekeceği zahmet çok acı olur. Bey içki içer ve oyunla vakit geçirirse, memleket işini düşünmeğe zaman bulamaz

Yasak ve tavsiye böyle ama işin bir de siyasi yanı var... Osmanlı tarihinde içki, tütün kullananlara yönelik yoğun takiplerin gerçekleştirildi ve ağır cezaların uygulandığı dönemlere bakın, bunların  imparatorluğun ağır askeri kayıplara uğradığı yıllar olduğunu görürsünüz... Nitekim yenilgilerin, ordudaki başıbozukluk, kumandanları zaafı, silah teknolojisindeki gelişmeleri izleyemeyiş gibi gerçekçi tahliller yerine ‘Ahalinin Allah’ın emirlerine uymayı terk etmesine gösterilen müsamahanın başa getirdiği musibet’ olarak değerlendirilmesi âdet olagelmiştir...

Basında zaman zaman içki kullanan Osmanlı padişahlarından söz edilmesi de yanlış bence... Zira kullananları değil kullanmayanları saymak daha kolay... İçki yasağı konusunda en şedid padişahların aynı zamanda içkiye en fazla itibar edenler olduğu da bilinmez değil... Tarihlerin ‘Sarı’ ya da ‘Sarhoş’ lakabıyla andığı 2. Selim daha şehzadeliğinde içki düşkünlüğüyle ünlenmişti... Tahta çıkmak için İstanbul’a girişinde kendisini karşılayan ve babası Kanuni’nin koyduğu içki yasağını hatırlatarak uygulamanın onun saltanatında da devam etmesini beklediklerini söyleyen iki veziri azletmek için saraya gidene kadar bile sabredemedi ... Nitekim içkili halde saray hamamına girdiğinde ayağı kayıp düştüğü için öldü...  28 yaşında ölen 4. Murad da hem alkol bağımlısı hem yakın zamanda yapılan incelemelerden anlaşıldığı kadarıyla aynı zamanda şeker hastasıydı... Keza Abdülmecid de... Bir yandan yasağın diğer yandan içki âlemlerinin sürdüğü 3. Ahmed döneminin ünlü şairi Nedim’in şiiridir: Sakiya meclise gel, cismime gelsin canım/ Ahdlar, tövbeler ol sağara kurban olsun/ Ayağın sakınarak basma aman sultanım/ Dökülen mey kırılan şişe-i rindan olsun’ (=Ey içki sunan güzel, sen meclise gel ki gövdeme can gelsin/ İçki içmeyeceğim diye verdiğim sözler, tövbeler o kadehe kurban olsun/ Aman sultanım kadehi sakınarak yere basma/ Dökülen içki kırılan rindlerin şişesi olsun...)

4. Murad’ın kıyafet değiştirerek akşamları teftişe çıktığı, belli bir vakitten sonra sokakta dolaşanlar da dahil, bacasından tütün kokusu gelen evlerin sakinlerini kapı önünde öldürttüğü bilinir. İstanbul’da zabıta hizmeti verenlerin sabah namazından önce kağnı arabasıyla yolları dolaşıp akşam padişahın hışmına uğramış insanların cesetlerini topladığı dönemdir bu..

Ona özenen 18 yüzyıl padişahları arasında en ilginci sayılabilecek 3. Osman da tebdili kıyafet halk arasında dolaşma meraklısıydı... Bazen şehri gezmeye sabah namazı saatinde başladığı akşama kadar dolaştığı olurdu... 4. Murad’tan farkı kadın düşmanı olmasıydı... Hareme iltifat etmeyen, gözüne kadınların ilişmemesi için ayakkabılarının altına gümüş kabara çaktırıp adımlarını duyan kadınların ortalıktan kaybolmalarını isteyen odur... Hafifmeşrep kadınları bostancı kayıklarına doldurup Marmara açıklarında denize attırdığı da söylenirdi..

Tebdil-i kıyafet gezerken kim olduğunu soranlara kendini ‘Topkapılı Osman Ağa’ olarak tanıtıyordu 3. Osman... Şehir dolaşmalarının iki mekanı vardı, cami avluları ve kahvehaneler... Çevresine toplanan insanlarla memleketin durumunu tartışır, sıkıntıların rüşvetçi, suiistimal yapan hırsız memurlardan kaynaklandığını anlatır, erkeklerin karılarına sahip çıkmaları gereken dönemde yaşandığını söylerdi... Özetle bir tür konferans verirdi...

İlginç olan şu ki, saray görevlileri onun ne zaman nereye gideceğini bildikleri için seçilen mekâna kendi adamlarını gönderirler, bunlar da söz konusu mekana geldiğinde padişahı güya tanımadan onun konuşmaktan hoşlandığı mevzularda bilinen kanaatine uygun şeyler söyleyip ‘ Vallahi padişah olacak adamsın...’ diye iltifatlar ederek bol bol ihsanını alır ve kazançlarını saraydaki ortaklarıyla paylaşırlardı...

Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde, İstanbul esnafını tek tek sayıp anlatırken, her birinde onlarca insanın çalıştığı rakı imalathanelerinden, çoğunluğunu Hıristiyan ve Musevi azınlığın oluşturduğu Arakçıyan esnafından söz ediyor... Bunların karanfilli, muzlu, hardallı, narlı, anasonlu rakılar imal ettiklerini ve meyhanelerin, İstanbul’un dört bir yanında bulunduğunu söyledikten sonra hükmünü şöyle veriyor: Galata demek meyhane demektir

Araki’den rakıya

Orta Asya asırları boyunca içki olarak ‘Kımız’ı ve onun damıtılmasından elde edilen ‘Arika’yı bilen Türkler Batı’ya göç sürecinde özellikle Anadolu’da şarapla tanıştılar... Ve 17. yüzyıla kadar içki denildiğinde kastedilen şarap oldu... Rakı’yı İstanbul’a Irak Türkmenlerinin getirdiği söylenir... İçkinin ‘Rakı’ adıyla anılması beki bu yüzden... Bilinen bu imbiklenmiş sert içkinin Osmanlı erkeklerinin hoşuna gittiği.... ‘Giouzo’ kelimesinden türeyen bizim ‘Uzo’ dediğimiz Ouzo ise adını İngilizce ‘for use’ yani ‘kulanılabilir’ ifadesinden alıyor.. Nitekim rakının Osmanlı dönemindeki ilk adı Uzo.. Ve yasaklamalar dolayısıyla üzerinde ‘Ouzo Massalia’ damgasıyla Marsilya’da satılacağı belirtilerek bulundurulduğu biliniyor... 4. Murad’a Pire’den getirilen içkinin üzerine ‘Ouzo Sultan’ diye yazdığını söylemeye gerek yok herhalde..

1880’e kadar bizde rakı imali genelde Rumlara mahsus bir işti... Ta ki, 1880’de Sarıcazade Ragıp Paşa, Tekirdağ yolu üzerindeki Umurca Çifliği’nde rakı imalatına başlayana kadar.... Nitekim Balat’ta Kaptan Asteri’nin Agora Meyhanesi’ni açtığı tarih 1890... Osmanlı zamanında İstanbul’da üç tip meyhane olduğu biliniyor... En yaygın olanı ‘Gedikli Meyhane’ denilen ruhsatlı yerler... Kebir Meyhane dendiğinde kastedilen ise mekanın büyük olması... Bir de ‘Ayaklı’ ya da ‘Piyade’ denilen seyyar meyhaneler var...

Günümüzde yolu Midilli Adası’na düşen herkesin uzo imal eden fabrikalar arasında ‘Osmanlı’ üzerinden bir rekabeti olduğunu görmesi mümkün.. Nitekim Yunanistan’ın en büyük rakı imalatçısı Barbayani, Sultan Abdülaziz’in aileye verdiği ‘irade’yi hala muhafaza ediyor.. Midilli Limanı’nın karşısında Veto Uzo fabrikasının broşürlerinde de hâlâ Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit’in tuğrası var...

AVNİ ÖZGÜREL
RADİKAL - 31 Ağustos 2008

Tarih Haberleri

Aleviler Pavlikan kökenli mi?
"Balgat Katliamı" sanığının sırrı
Alevi Danişmend Devleti
Pir Sultan Abdal’ın katlini vacip kılan resmi gerekçeler