… İkinci eksen ise, “bölücü faaliyetler, Kürtçülük”tür. On yıldan fazla süreden beri, “Kürtçü” tehlikenin önünün alınması için, devlet elinden geleni yaptı. Daha önce de değinmiştik; 1984’ten itibaren, devlet, yasadışı PKK militanlarına karşı psikolojik savaşında “Ermeni uşağıdır; islam düşmanıdır, sünnetsizdir” deyimlerini kullandı. Ayet ve Hadislere dayanarak, Kürt ayrılıkçılarının “kafir” olduğunu ilan etti; havadan ve karadan dağıttığı bildirilerde, halkı, “Cihat”a davet etti.
Psikolojik savaş yetmemiş olacak ki, devletin bazı kesimleri veya günümüzdeki moda deyimiyle “derin devlet” denilen kanat, Şeriatçı Hizbullah’ı destekledi; onu sadece PKK ile kapıştırmadı, aynı zamanda aralarında aydınlar olmak üzere sayısı yüzlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerin tetikçisi haline getirdi. Susurluk Skandalı’ndan sonra çözülen “çete” elemanlarından ve PKK itirafçılarından Murat Demir, 11 Şubat 1997 tarihli Radikal gazetesiyle söyleşisinde bunu kabul etti:
“İlk başlarda Hizbullah diye bir örgüt yoktu. Hizbullah adını 1992’nin sonuna kadar biz kullanıyorduk. Daha sonra, gerçekten PKK- Hizbullah çatışması başladı. İki örgüt arasında provokasyonlar yaratmıştık. Fikir, Yeşil JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım)’den çıkmıştı. Hizbullah adıyla çok sayıda eylem yapıldı. Ancak, Hizbullah örgütü de bir süre sonra Yeşil’in ve Adil’in denetiminden çıktı. Kendi başına eylemler yapmaya başladı; Diyarbakır ve Batman’da kot pantolon giyen genç kızlara karşı şiddet kullandı, insanlara satırlarla saldırdı…”
Özellikle Diyarbakır- Batman- Mardin- Urfa hattında adını satirli ve silahlı saldırılarla duyuran devlet destekli bu Şeriatçı gücün arkasında devlet ile dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan’ın olduğu Cumhuriyet gazetesi İstanbul muhabiri Halil Nebiler’in dizi yazısı ve Urfa muhabiri Mehmet Faraç’ın haberi aracılığıyla kamuoyuna duyuruldu. Gerçi, sol ve Kürt basını konuyu yıllar önce yazmış; “Hizb-ül Kontra” (yani kontrgerillanın kurduğu/yönettiği Hizbullah) başlıklı sayısız ha bere yer vermişti. Ancak, o tarihlerde Hizbullah henüz devletin işine yaramaktaydı ve duyarlı olabilecek yetkililer ya olaya göz yumuyor ya da sol ve Kürt basınındaki haberleri “asılsız-mesnetsiz” diye niteleyip işi ciddiye almıyorlardı.
İlginç değil mi; “Kürtçülük/bölücülük” tehlikesine karşı, “yasadışı iyi adamları (veya şeriatçı güçler)” kullanan devlet, işi bitince Hizbullah’ı “posası çıkmış limon gibi” kenara attı. Fakat “irtica” tehlikesi başgösterip Hizbullah da “devlete silah sıkınca”, bu kez şeriatçı örgüte karşı operasyonlar başlatıldı.
Emniyet Genel Müdürlüğü, Hizbullah örgütüne ilişkin raporunda şu bilgileri veriyor: “Son 5 yılda Hizbullah örgütüne karşı ger çekleştirilen operasyonlarda çok sayıda öldürme, yaralama, tehdit ve kaçırma olayına karıştıkları saptanan 1.578 militan yakalandı. Eylemleri sırasında 255 kişiyi öldürdükleri, 219 kişiyi yaraladıkları saptandı. Yakalananlardan 444’ü tutuklandı, 1.134’ü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Örgüt üyelerinin üzerlerinde ve hücre evlerinde 77 kalaşnikof otomatik silah, 251 tabanca, 6 bin mermi ile 40 el bombası ele geçirildi. Deşifre edilemeyen 3.000 örgüt üyesi ise, yeniden örgütlenmek üzere yeraltına çekildi.”
“1993-94 yılları arasında kadınlar ve liseli çocukları da öldürmeye başlayan örgüt, giderek eylemlerini laik Cumhuriyeti tehdit edecek boyutlarda güvenlik kuvvetleriyle, çatışmaya kadar vardırdı. Gerçekleştirdiği eylemlerinin ardından çok az elemanı yakalanan Hizbullah’a yönelik kapsamlı operasyonlar, 1995 yılında sıklaştırıldı. Güvenlik güçleri, örgütün en etkin olduğu Silvan’ın Suse Köyii’ne kapsamlı bir operasyon düzenledi. Militanların karşı koymasına imkan tanımayacak biçimde gerçekleştirilen operasyonda, Hizbullah’ın çok sayıda militanı gözaltına alındı. Operasyonlar sırasında, örgüte ait dokümanların yanı sıra çok sayıda silah ve patlayıcı madde ele geçirildi.1
“Kapsamlı bu operasyonun ardından örgüt yeraltına çekildi. Ancak, 1996 yılında Hizbullah militanları, Diyarbakır’da ilk kez, ‘devlete silah sıktılar.’ Pirinçlik beldesine bağlı Hatuni Köyü’ne operasyon düzenleyen Özel Tim mensuplarına, köyde örgütlenen Hizbullah militanları otomatik silahla ateş açınca çatışma çıktı. Ablukaya alınan örgütün 6 militanı yakalandı. Olaydan birkaç ay sonra, örgüt üyelerinden oluşan Hatuni köylüleri, kent merkezine gelen Güleçoba Köyü’nden korucu minibüsünü pusuya düşürerek 3 korucuyu öldürdü. Çıkan çatışmada 1 Hizbullahçı öldürüldü.”
“Örgüt; Batman’ın Seki, Diyarbakır’ın Hatuni ve Silvan’ın Suse köylerini kamp olarak kullanıyor. Ayrıca hücre evleri, çevresinde toplandıkları kitabevleriyle özellikle Silvan, Batman ve Diyarbakır’daki mahallelerde yoğunlaşıyor.”
“Hizbullah, OHAL dışındaki eylem yerlerinden Şanlıurfa, Suruç, Ceylanpınar ile Gaziantep’te büyük darbe yedi. Özellikle ‘Melle’ diye adlandırılan iki liderinin Suruç’ta PKK militanlarınca öldürülmesinin ardından yeraltına çekildi, çok sayıda militanı da yakalandı.”
“Polis, geçen yılın Ramazan ayının ilk günü Batman’ın İpragaz Mahallesi’nde ortaya çıkardığı bir hücre evinde 1.5 yıldır rehin tutulan, aralarında sendikacı, muhtar, öğretmen ve askerlerin de bulunduğu 25 kişiyi kurtardı. Polis, hücre evde örgütlenen 30 kişiyi de gözaltına aldı. Bodrum katında özel olarak yapılmış hücrelerde ayaklarından zincirlenmiş şekilde bulunan 25 kişinin çoğunun da fitre ve zekat verme, cami tartışmaları ve örgüte yönelik aleyhte propagandalarla suçlanarak rehin tutuldukları belirlendi.”
“Güvenlik güçlerinin operasyonları sonucu militanlarının büyük bir bölümünün safdışı edilmesi üzerine, Hizbullah örgütü bir dönem korku saldığı Batman’ın Bağlar, Pazaryeri, Karşıya ve îpragaz mahallelerinde yeniden örgütlenme çalışmasına girdi. Batman’daki ilk eylemini 1991 yılında, örgütün liderlerinden Şefik Polat’ın evinde, İHD Batman Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Sıddık Tan’ı öldürerek duyuran ve dört yılda yüzlerce cinayet işleyen Hizbullah, sessizliğini uzun aradan sonra geçen yılın son aylarında bozdu. Hizbullah, 1996 yılının Kasım ayında oto galericiliği yapan Veysi Baş’ı, Bankalar Caddesi’nde yaylım ateşine tuttu. Olayda yaralanan Baş’ın Hürriyet Mahallesi’ndeki evi de bir gün sonra örgüt üyelerince tarandı. Bir ay sonra da Bankalar Caddesi’nde kuyumculuk yapan Mehmet Suna ve Fuat Suna adlı kardeşleri de cadde ortasında kurşun yağmuruna tuttu.”
“Hizbullah, eylemlerini 15-18 yaş arası tetikçilerle, gündüz saatlerinde, tek kişiye yakın mesafeden, hedefin baş bölgesine, ayrı ayrı silahlarla son derece profesyonelce yapıyor. Örgüt, silahlı eylemlerindeki; hem çok bilinmeyen bir olayın karanlık yanı aydınlanabilsin, hem de devletin “tehlike” kavramını nasıl keyfi biçimde ele aldığını, gayr-i nizami güçlerin de bu sistem tarafından nasıl yaratıldığını iyice anlayabildim.
Yeniden, devlet ricalinin “başdüşman” tehlikesine göre politika üretmelerine dönüyoruz.
Devlet; “PKK belası”ndan kurtulmak için, günümüzdeki bazı tarikat ve dinci cemaatlerin o bölgelerde örgütlenmesinde, özel okullar açmasında, yurt kurmasında, Kur’an kurslarını ve dergahlarını faaliyete geçirmesinde sakınca görmedi. Bu konuda resmi yardım ve teveccühe en fazla mazhar olan iki cemaatten biri Fethullah Gülen Hoca- Mehmet Kırkıncı Hoca çevresinde toplanan Nurcu kesimin Milliyetçi- Turancı-Mukaddesatçı kanadı; diğeri ise, özellikle Adıyaman Men- zilköy dergahı çevresinde toplanan ülkücü-şeriatçı kanattır. Bu sonuncusunun eskiden MHP’ye, şimdilerde Muhsin Yazıcıoğlu başkanlığındaki BBP’ye açıkça; Hizbullah adının çokça duyulduğu 1990 başlarında ise üstü kapalı biçimde bu örgüte destek verdiği basında yazıldı (23 Ekim 1996 tarihli Radikal gazetesi).
Fethullah Hoca-Kırkıncı Hoca’ya öylesine güven duyuldu ki; “Kürt meselesinin devletçi çözümünün, her ikisine havale edildiği”ne ilişkin haberler dolaştı ortalıkta. Erzurum çevresinde etkin olan İspirli yoksul bir aileden gelen Kırkıncı Hoca’nın, il merkezindeki hemen her türlü faaliyetine kolaylık gösterildiği biliniyor. Çünkü, Kırkıncı Hoca, 12 Eylül darbesini desteklemiş, Evren’i de “Ulu’l Emr” (müminlerin imamı/önderi) olarak niteleyip, “kendisine itaat etmenin vacip olduğunu” telaffuz etmişti.
Diyanet îşleri Başkanlığı’na özel görevler verildi; bölgeye atanacak imamların nasıl olacakları ve hangi tür dinsel propagandaya ağırlık verecekleri ayrıntılarıyla belirlendi. DYP’nin Kürt politikalarının mimarlarından Necmeddin Cevheri’nin, Diyanetin özelleştirilmesine, “Güneydoğu bölgelerindeki bölücü faaliyetlere ve PKK teröristlerinin dini istismar etmek suretiyle yaptığı propagandalara karşı, etkili bir silahtır” gerekçesiyle karşı çıktığını yukarıda görmüştük zaten.Aynı düzlemde, “irticai faaliyetler nedeniyle ordu (GATA)’dan atılına” olayına karşı çıkan Erenköy Cemaati’nden İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren, makalesinde soruyor: “Kendi kendime soruyorum, ne olacak bu işin sonu? Acaba, Ata ata ayıklarız diye mi düşünülüyor? Komuta kademesine, bunun toplum bünyesinde açtığı yaralara ilişkin hiç mi sağduyu ikazı ulaşmıyor? Bakın, PKK, Ordudaki kıyımları TC’niıı din politikasındaki kıyıcılığın bir örneği olarak olarak propaganda ediyor Doğu’da. Yani yaptığınız iş, PKK’ya propaganda malzemesi oluyor. Bu da Irşad Heyetleri’ kanalıyla yaptığınız İslam merkezli tüm politikaların etkisini sıfırlıyor….”315
“Kürt belasına karşı dinci söylemlere ve şeriatçı propagandaya sarılma” politikasını doğrulayanlardan biri de CHP milletvekili ve Kültür eski Bakanı Fikri Sağlar, şunları açıkladı: “Hükümette görev yaptığım süre içinde MGK’nin Avrupa ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlara dini propaganda uygulanması ve dini ağırlıklı dernek/vakıf kur- durulmasına yönelik talimatlarını bakanlık bünyesinde yürürlükten kaldırdım. MGK’nin çok gizli kaydıyla Bakanlığa gönderdiği talimatını, Bakan olunca öğrendim ve karşı çıkarak, MGK’ye başvurdum. Kendi görev alanımda uygulattırmadım. Dinci vakıf ve dernekleri bugüne getiren Evren ve Özal’lı MGK’dir. Bugünkü radikal İslamcı belanın müsebbibi, bizzat ordudur. Sözde İslamcılar, ordudun kucağında beslenip büyütülmüş; şimdi önü alınamaz noktaya taşınmıştır. Güneydoğu’daki Hizbullah örgütünün neredeyse kurucusu, besleyicisi hatta kullanıcısı da Silahlı Kuvvetler’in üst komuta derecesidir. 1985’te MGK’de alınan karar üzerine, Hizbullah büyütülüp güçlendirilmiş; hatta kimi silahlı kuvvet karargahlarında eğitilmişlerdir”.316
“Kürt belasını önleme” taktiği güden devlet, 1994 yerel seçimlerinde, Kürter’in yoğun olduğu illerin birçok yerinde RP’nin kazanması için dolaylı/dolaysız propaganda yürütmüştür. Aynı devlet, Aralık 1995 genel seçimlerinde bara] sistemini getirmek suretiyle, HADEP gibi partilerin parlamentoya girmesine engel olmuş; bu partiye giden oyların RP’yi güçlendirmesine ve neredeyse o bölgede tulum çıkarmasına yol açmıştır.
İktidara geldiğinde RP’nin, Kürt meselesini “Müslüman kardeşliği temelinde ve mutlaka devlet lehine” çözmesi” istenmiş veya umut edilmiştir. Fakat RP, küçük açı farkıyla meseleye yaklaşınca, Genelkurmay Kürtler ile RP arasındaki diyaloga şiddetle karşı çıkmış;317 bunun üzerine Erbakan, “maksat dostlar pazarda görsün” kabilinden ortaya attığı Kürt çözüm paketini hemen rafa kaldırmış ve buna ilişkin politikalarını değiştirmiştir.
Erbakan’ın Kürt meselesindeki görüşlerine itiraz eden koalisyon ortağı DYP’lilere, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir azarlarcasına cevap vermişti. Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu toplantısında görüşlerini belirten Bir, DYP’li bakanlara, “15 yıldır sizi dinledik. Geldiğiniz nokta ortada. Artık dinlemeyeceğiz. Erbakan’ın askeri mücadelenin yanı sıra sosyal ve ekonomik açıdan olaya bakılması yolundaki fikirlerini destekliyoruz” dedi.318
Tarikat çevreleriyle dinci vakıflara verilen desteğin yanı sıra, eğitimdeki dinci kuşatmanın Kürtlerin yoğun illerde özellikle iktidarlar tarafından desteklendiği bilinmektedir. Gerçekte, kokusu henüz gitmemiş mafya-devlet-çete ilişkisinin OHAL bölgesi ve çevre illerdeki boyutunda üniversitelerde tarikatçı-dinci kadrolaşması yatar. “Kürt belasına karşı orada kurulan tarikatçı-İslamcı-Şeriatçı-ülkücü barikatın cephe gerisinde “derin devlet” destekli mafya-korucu-Hizbullah bağlantısı bulunur. Bu mesele, yeterince araştırılmış değildir.
Özel notlarımıza göre, Siverek-Urfa-Batman hattındaki Hizbullah- aşiret-korucu-çete örgütlenmesini bizzat oradaki üniversitelerin bazı öğretim görevlileri yapıyordu.
Ama biz, gazete haberini vererek bu bölümü bitirelim: “DSP Adana milletvekili Tuncay Karaytuğ, bir soru önergesiyle Harran Üniversitesi’nde köktendinci kadrolaşmaya gidildiğini gündeme getirdi.”319 Cumhuriyet gazetesinin 1 Şubat 1997 tarihinde yayınlanan Şanlıurfa çıkışlı habere bakılırsa, Nurcular’ın verdiği iftar yemeğine, vali Şahabettin Harput başkanlığında çok sayıda yerel mülki ve idari devlet temsilcisi katıldı. Nur ayinlerinin yapıldığı salonda ise “tarikat erbabının dinsel içerikli konuşmaları dinlendi. ”
Benzer şey Malatya, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van gibi illerdeki üniversiteler için de söz konusudur.
“Geçmiş deneyimler, özellikle TSK’nin çeşitli tarikat liderlerine takındığı tavrın hiç de olumsuz olmadığını açık biçimde gösteriyor.”320 yolundaki görüşlere katılıyoruz.
Günümüzde “irtica” baş tehlike olunca, “Kürtçülük belası”nın ikinci plana itildiğini gösteren; hatta şeriatçılara karşı, Kürtler’e göz kırpma politikasını en iyi özetleyen MGK üyesi Oramiral Güven Erkaya oldu: “Şeriatçılık, Apo belasından daha tehlikeli”321
Ek nokta: Stratejik Araştırmalar Vakfı’nın 1996 sonunda yayınladığı tarikatlar anketine göre, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde tarikat mensubu oranı % 40’lara yaklaşıyor. Türkiye genelinde ise Türkler arasında tarikat üyesi oranı % 6, Kürtler arasında ise %11’dir. Anlamı şudur: Kimliği inkar edilmiş, yoksulluk ve siyasi baskılar altında ezilmiş insanların sığınacağı tek yer tarikatlardır. Yani, günümüzde çokça şikayet edilen “şeriat yuvalaradır. Böylece, anılan her iki bölgedeki yanlış politikalar üreten devletin kimi yetkilileri, tarikatların güçlenmesine yardım ediyor. Tarikatlar ise, 10 yıldan fazla süreden beri devam eden çatışmaların, huzursuzluğun, zorunlu göçün ve yoksulluğun nimetlerini toplayıp Şeriatçılığa dönüştürüyor; bundan siyasi ve ekonomik rant elde ediyor.
1997
Faik Bulut
Ordu ve Din
Sayfa 117-124 (2 Baskı)
Dipnotlar
285) Abbas Güçlü, Vakıf Üniversiteleri, Milliyet, 4 Ekim 1996. Ayrıca, M-r F. Bulut, Tarikat Sermayesinin Yükselişi, (Belgeler Veriler bölümü)
286) Hulusi Turgut, Said-i Nursi’deıı Fethullah Gülen Hoca’ya Nur llun-k0 Sabah. 19- 28 Ocak 1997.
287) Bkz: Cumhuriyet, Milli Eğitim’e Dış Kuşatma, 12 Nisan 1995; Cı/fl huriyet, Fethullah Gülen’in Serüveni, 21 Ağustos 1995; Aktüel. !’-> Eylül 1996.
318) Radikal, Askerden Erbakan’a Destek, 13 Aralık 1996.
319) Radikal, 6 Mart 1997.
320) Avni Özgürel, Devlet Tarikata Karşı Değil, Radikal, 6 Mart 1997.
321) Yavuz Donat, Demokrasiyi Seviyoruz, Milliyet, 25 Şubat 1997.