Bir Kurban Bayramı daha geldi, bayramın ilk güç gününde Hicaz’da ve İslam dünyasında on milyonlarca hayvan kesildi. Bayram öncesi Türkiye’de büyük kentlerde hayvan pazarları kuruldu, kameralara yansıyan görüntülerdeki hayvancıkların masum ve mazlum bakışları, dilimizdeki “kurbanlık koyun gibi bakmak” deyiminin ne kadar isabetli olduğunu bize hatırlatıyordu.
Hayvan hakları savunucuları her Kurban Bayramı’nda inanca dayanan bu iptidai geleneğe karşı itirazlarını dile getirirler. Kurban kesecek kişi tabii ki kesmekte ısrar eder. Hayvan koruyucuları ise kurban kesmek yerine aynı miktar paranın hayır kurumlarına bağışlanmasını, örneğin çocuk okutulması, açların doyurulması, muhtaçlara el uzatılması, son derece kötü olan sağlık sistemimizin iyileştirilmesi için harcamayı önerirler. Karşıtlık böylece sürüp gider. Nereye kadar? Ta ki, topyekûn insanlık bilinci kuşaktan kuşağa gelişene ve İslam dünyasında artık kurban kesmenin terk edileceği güne kadar.
ÇOK TANRILILIKTAN KALMA RİTÜEL
Kurban bayramlarında hayvan öldürmeyi tapınılan Tek Tanrıya karşı borç sayanların çok eski çağlarda yaşamış ataları tapındıkları tanrılara hayvan değil insan kurban ederlerdi. İnsanlığın avcılık evresinde de, çobanlıkta da, toprağa yerleştikten sonra da, hatta ticaretle uygarlığa geçildiği, tarihin başladığı antik toplumlarda da insan kurban edildi. Çin’de, Hint’te, Mısır’da Aztek’te, Afrika’da, Roma ve Yunan’da da böyle oldu. Kurbanlar daha çok bakireler ve çocuklardı. Sonra yavaş yavaş insanın yerini hayvan aldı. Hayvan kurban etmek tanrıya tapınılan çağlarda başlamıştı. Tek Tanrılı dinler –ve bu arada İslam-- insanların besleyip yetiştirdikleri –kullanım (ve mübadele) değeri olan-- hayvanları kurban eden toplulukların uygulamasını benimsediler.
Demek ki, kurban kesmek İslamiyet'e özgü bir inanç değil. Çok tanrılılığı “puta tapmak” olarak niteleyen, birden fazla tanrıya inananı “müşrik” (Allah’a şirk/ortak koşan) diye en büyük günahkâr kabul eden, kendinden önceki Yahudi—Hıristiyan din kültürünü ve mitolojisini derece derece tevarüs etmiş Tek Tanrılı İslamiyet, çok tanrılılıktan kalma bir inancı sürdürdüğünü aynı şekilde (insan kurbandan- hayvan kurbana geçilmesini) ifade eder: İslam’a göre İbrani kavminin atası İbrahim (Avraham= “kavimlerin atası” demek) rüyasında üç kez Tanrı’yı görür, Tanrı ondan oğlunu kesmesini ister. O da İsmail’i (Yahudi-Hıristiyan inancına göre İshak’ı) “alnı üzerine” yere yatırır, tam kesecekken Tanrı Cebrail’le bir koç gönderir ve İbrahim çocuk yerine koçu keser. Tanrı ona “Ey İbrahim sen rüyayı gerçekleştirdin, işte biz güzel düşünüp güzel davrananları böyle mükafatlandırırız, bu hiç kuşkusuz bir imtihandı, biz iyilik edenleri mükafatlandırırız” der (Saffat suresi, Ayet: 102-11.)
Ne var ki, böyle bir öykü İbrani mitolojisiyle sınırlı değildir. Yunan mitolojisinde Kral Agamemnon donanmayla Troya seferine çıkarken yelkenlere rüzgâr estirmesi için Tanrıça Artemis’e büyük kızı İfigenya’yı kurban eder. Yaygın bir başka anlatıya göre Artemis son anda bir “dişi ceylan” göndererek genç kızı kurtarır. Demek ki, kurban olarak hayvan öldürmek İslamiyet'ten çok çok önce başlamıştı.
Kurban sözcüğü (udhiye), yukarıdaki İbrahim—İsmail anlatısı dışında, Kur’an’da sadece üç yerde geçer, biri “şefaatçi” yerine, diğer ikisi (Âli İmran ve Maide sureleri) kelimenin bu yazıdaki (kesilen hayvan) anlamında kullanılmıştır, surelerin hiç bir yerinde kurban kesmek buyrulmamıştır. Bugün dindar Müslümanların olmazsa olmaz kabul ettikleri “kurban kesmek” Hicret’in 2. yılında, miladi takvimle 623’te getirilmiş ve koşulları gene hadislerle va’zedilmiştir. Oysa kurban kesilmesi, hayvanın vasıfları ve kesme usulleri Yahudilerin Kutsal Kitabının Tekvin bölümünde ayrıntılı olarak yer alır. Buna rağmen, günümüzden çok önce ne Yahudilikte, ne Hıristiyanlıkta kurban kalmıştır. Ama İslam’da hâlâ sürmektedir. Müslümanlar kurbanı “Allah için” keserler ve hayvan boğazlanırken tekbir getirilmezse, Allahu Ekber (Tanrı Uludur) denilmezse o kurban caiz olmaz.
AKILA DEĞİL İNANCA DAYANIYOR
Bütün bu saptamalar nesneldir ve akılla ilgilidir. Kurban kesme olayının İslamiyetten 1400 yıl sonra bile sürmesi ise akıla değil, inanca dayanır, kişinin aynı zamanda dinsel inançlarıyla da belirlenmiş iç dünyasına ait bir olgudur. İnancı gereği hayvan boğazlayan/boğazlatan kişi o fiiliyle huzur duymaktadır, çünkü Allah’a karşı görevini ifa ettiğine, fakir fukarayı doyurduğuna inanmaktadır. (Oysa o etleri kurban sahibi kişinin kendisi hariç, bütün aile mide fesadına uğrayacak kadar yer, eş dost, konu komşu yer, etten gerçek muhtaçlara, düşkünlere “devede kulak” kalır. Zaten İslamiyetin fakirler için öngördüğü pay üçte birdir. Yani kurbanın dinde fakir fukara için getirildiği savı abartılıdır.) Kurban bayramı dışında kefaret ve adak (eski dilde “nezir”) olarak da hayvan kesilir. Kurban kesmek maddi bir olaydır, kurbanın mübadele değeri vardır, konu şöyle veya böyle ticaridir, ama maneviyat dünyasına ait sayılmaktadır.
“MÜSLÜMAN DEVLET” YETKİLİSİ
Son yıllarda kurban kesilmek yerine o miktarda bir paranın hayır kurumlarına verilmesi talepleri toplumda yükselmeye başladı. Böyle bir uygulama henüz sınırlı da kalsa yadsınamayacak bir toplumsal adımdır.
Gelgelelim, resmi görevliler --mesela Diyanet İşleri– medyaya yaptığı açıklamada “para bağışı yapmak kurban kesmenin yerini tutamaz” demektedir. 2007 Türkiyesi’nde bir devlet yetkilisi böyle konuşmaktadır. “Türkiye laiktir, laik kalacak” diyenler nerdesiniz? Türkiye Cumhuriyetini siz laik mi sayıyorsunuz. Bu devletin dini vardır, Müslümandır, Sünnidir ve Hanefidir. Bırakınız gayrimüslimleri, İslamiyet'in bir parçası olan Batıniliğe mensup bulununlar bile orada yokturlar.
Devletin dini olmaz. Olursa laik değildir. Laik değilse, kamuyu (toplumu) temsil eden devlet Müslüman gibi konuşur. Diyanet İşleri kaldırılmadıkça, bilumum din adamının maaşı devlet tarafından ödenmeye devam ettikçe laiklikten söz edilemez. Ve devlet kalkar “hayır kurumlarına bağış yapmanın kurban yerine ikamesi caiz değildir” diye imam gibi vaaz verir. Örneğin “kurban parasını öğrenim çağındaki ihtiyaç sahiplerine maddi olanak sağlayan kurumlara, diğer hayırsever teşekküllere bağışlamayın, hayvan öldürün, kurban kesmenin sevabı ayrıdır” buyurur. Bugünkü rayiçle Türkiye’de kurbana 1,3 milyar YTL harcanmaktadır. (Hacda ise Suudı Arabistan’ın salt deve, sığır, koyundan sağladığı paraları varın siz hesap edin.)
Türkiye binlerce yıl öncesinden kalma kurban hurafesinin peşinden gitmese ve kurban keserek iyilik yaptıklarına inananlar o paraları iyilik yapan kurumlara bağışlasalar, 1 milyar doları aşkın bir para muhtaçlara ulaşabilecekti. Bayram günleri tıka basa et yemek yerine böyle yapmaktan daha iyi manevi tatmin mi olur?
Diyanetin bir yetkilisi (Ragıp Kaya) TV kameraları önünde uhrevi bir edayla şöyle diyordu: En büyük dost Mevla’ya gönderilecek kurban salınırken [kesilirken] gönül serttir. Ama kurbana zarar vermemek gerekir.
İstanbul Belediyesi de yaptığı açıklamada kurban kesmeyle ilgili uyarıları sıralarken, aynı sözü tekrarlamış ve “kurbana zarar verilmemesi gerekir” demiştir. Bu sözden kurban keserken hayvanın canını incitmeyin kastedilmektedir. Devletin din görevlisi kurban keserken “gönlün sert olduğunu” ama bu fiilin insanın en büyük dostu Mevla için yapıldığını söylemekte ve “hayvanı canını yakmadan boğazlayın” diyerek kurbana merhametini dile getirmektedir.
“Kurban” ve “bayram” gibi iki karşıt kavram nasıl yan yana geliyorsa, "sertlik" ile "merhamet" de o şekilde bir araya gelmiş.
Diyalektik dedikleri bu olsa gerek!..
Yalçın YUSUFOĞLU / Sesonline.net yazarı
(Dünya Yalnız Bizim Değil, BirGün Gazetesi, 22 Aralık 2007)