Yakıldılar, Yandılar... Ama Kül Olmadılar...

Yakıldılar, Yandılar... Ama Kül Olmadılar...Reyhan CÖMERTSivas vahşetinin üstünden 17 yıl geçti…Yazık, Koray Kaya 12 yaşından...

Yakıldılar, Yandılar... Ama Kül Olmadılar...

Reyhan CÖMERT

Sivas vahşetinin üstünden 17 yıl geçti…

Yazık, Koray Kaya 12 yaşından 13’üne gelmiş olacaktı. Serpil Canik, İngiliz dilini kazanacaktı. Gülender Akça, Açık öğretimi bitirecekti. Muammer Çiçek ile İnci Türk nişanlanmış olacaktı… Olmadı…

Asım Bezirci bir inceleme kitabını daha bitirmiş olacaktı. Behçet Safa Aysan gene bir şiir kanatacaktı. Hasret Gültekin gene notalara basacak ve bizi ağlatacaktı… Olmadı… Katil sürüsü buna izin vermedi…

Tam 17 yıl geçti… Kimi unuttu, kimi sineye çekti… Ama benim gibi düşünen çoğu insan ne unuttu ne de sineye çekti…

Katliam olduktan sonra ki ilk beş yıl gerek davalarda gerekse suçluların cezalandırılması için çok koşuşturuldu. Tabi bu koşuşturanlar ölenlerin yakınları ve onlarla gönül ortaklığı yapmış insanlardı… Bu onlar için namus borcuydu. O zaman ki süreci kısaca anlatırsak, DGM’de ki en alt görevliden en üstüne kadar olaya ne kadar duyarsız olduklarını görmüş, Türkiye halkının büyük çoğunluğunun, katiller ellerinde benzin bidonlarıyla kapılarına dek dayanmadıkça, kıpırdamayacaklarını anlamıştık. Ya da o zamanın aydınlarının korkularından mıdır bilinmez kumdan kafalarını çıkarmadıklarını gördük.

Sivas vahşetini yaratanların, onu aynı zamanda örtme, unutturma, geçiştirme azminde ve kararlılığında olduklarını da kavradık.

Bütün bunlara rağmen mücadele etmek gerekiyordu, eksiğimizle, fazlamızla ettik, ediyoruz…

Bugün, olayın sıcaklığı geçtikten, duygusal ortamdan uzaklaştığımızda neyi ihmal ettik diye dönüp baktığımızda şu noktalar göze çarpıyor:

1- Şenlikten iki hafta önce, şenlik programı açıklandıktan sonra, 16 Haziran 1993 tarihli imzasız bir mektup geliyor Pir Sultan Abdal Derneği’ne. Bu mektubun kimi satırları şöyle; ‘Sizler, Hz. Ali’ye tabi olduğunuzu iddia ederek… Aleviyim diyerek Kemalist olmak, iki yüzlülük ve şirktir. Size tavsiyemiz kimliğinizi Kemali olarak değiştirmenizdir. Neden ki; Hz. Ali sizden davacı olmasın. Ancak ve ancak müminler kardeştir. İnancımıza saldıranlarla savaşmak cihadımızdır.

Kardeşimiz de değil. Çağdaşlık, inancını her çağda muhafaza etmektir. Çağa göre fikir ve şekil değiştirmek değildir. Yaşamın sorumlulukları nefse olan sorumluluklar değil, Allaha olan sorumluluklardır. Güzel toplumumuzun bünyesine vurulmuş birer paslı çivi olan Laiklik ve Demokrasi hiçbir zaman insanlara huzur sağlayamaz.HUZUR İSLAMDADIR.’

Sivas Gemerek’ten postaya verilen bu mektup hiç tartışılmadı…

1994 Ağustos tarihli Teori dergisinde Dr. Şükrü Günbulut’un yazısından alıntılarla anlatalım:

KATLİAM HAZIRLIKLARI:

Sivas’a vardığımız 1 Temmuz sabahı, Madımak Oteli önünde ki, sokağın Cumhuriyet Caddesi’ni kestiği köşede bir taş yığını gördük. Bu yığının, biz gelmeden biraz önce getirilip konulduğunu öğrendik. Taban çapı iki; yüksekliği bir buçuk metrelik bir küme oluşturan bu taşlar, otelin taşlanmasında ilk elde kullanılmıştır.

Bahanesi ne olursa olsun (kaldırım onarımı vb.) bu yığıntının, bizi taşlamak amacıyla önceden bilinçli olarak yerleştirildiği kanısındayız…

…Taşlamanın en ateşli, kalabalığın en çok olduğu akşam saatlerinde, otelden ceketsiz, beyaz gömlekli bir adam fırladı. Kapının önünde ki arabanın tepesine çıkarak, arabaya saldıranlara tekmeler savurmaya ve bağırıp çağırmaya başladı.

Taşlayanlar bir anda çil yavrusu gibi dağıldı. Bu gösteriyordu ki, eğer orda yönetim, katliamı önlemek için azıcık çaba sarf etselerdi, bu caniler kalabalığını dağıtabilir ve katliamı önleyebilirlerdi. Bunu adım gibi biliyorum…

…Otel yakıldı. İçinde 37 can yakılarak öldürüldü. Yaralılar daha da fazla. Kara adamlar doymuş uykuya döndüler. O gece ve ertesi sabah, bu cinayetin asıl başları, ellerini kollarını sallayarak Sivas’tan kaçtılar. Ne bir barikat, ne bir işlem, ne bir arama… Yollar kesilip, hiçbir şekilde arama yapılmadı. Nerden mi biliyoruz? Otelden kurtulan bir kişiyle katliam gecesinin sabahında elimizi kolumuzu sallayarak, Sivas caddelerinden geçtik. Hani o saatte Sivas’ta sokağa çıkma yasağı vardı? Kenti serbestçe geçtik, garajlara gittik, biletimizi aldık. Sorup soruşturan yok! Kimsiniz, nereye gidiyorsunuz diyen yok!

…Peki, 78 yaşında ki Aziz Nesin’i itfaiye merdivenlerinden aşağı savuran, yumruklayıp tekmeleyen kişi… O zamanın Refah partisi üyesi…

O ölüm kalım anında, en büyük birkaç yazar ve düşünürümüzden biri olan Nesin için ‘Asıl ölecek kişi o,gebertin! O insan değil hayvandır!’diyen ve demir kancalarla öldürmeye çalışan kişi… Bu kişi o merdivenin orda ki bir sürü polisin önünde nasıl kaçabilir?

Bunlar gibi aslında cevapsız o kadar çok soru var ki… Otelden yaralı olarak çıkanların kurşunlanmış olması, hastaneye götürülenlerin kayıt listesinden daha da fazla olması ve tanımadık, yani otelde kaydı olmayan, garip kıyafetli insanların olması daha da şaşırtıcı değil mi?

Ne yazık ki bütün bunlar zamanın tozlu yapraklarına gömülerek unutturuldu ve bizde unuttuk…

Aslında Sivas bu yakılma olayına ilk kez şahit olmuyordu.1590’larda zamanın aydını ve bilgesi Pir Sultan Abdal’da yine burada yakılarak öldürülmüştü. Pir Sultan Abdal’da o zaman Osmanlı’nın isteklerine karşı gelmiş, onlarla aynı düşünmediği için bu şekilde cezalandırılmıştı.

Ancak bir şeyi engelleyemediler, Pir Sultan’ın düşünceleri ve öğretileri günümüze kadar gelmiş ve birçok aydına ışık tutmuştur…

Aslında bu yakılma olayları tarih boyunca dünyanın her yerinde gerçekleşmiş ve hepsi da din başlıklı olaylar ekseninde olmuştur. Avrupa’dan örnek vermek istersek, Giordano Bruno ilk aklıma gelen…

1548 yılında İtalya’da Napoli yakınlarında doğmuştur. Bruno, ünlü bir filozof, matematikçi ve astronomdur. Çağdaş bilime öncülük eden kuramlarının en önemlileri, evrenin sonsuzluğuna ve birden çok dünyanın varlığına ilişkin olanlardır. Bruno, geleneksel yer merkezli astronomiyi reddeder. O, Katolik ve Protestan Kiliselerinin Avrupa’yı Hıristiyanlaştırma mücadelelerinin olduğu bir dönemde yaşamıştır. Böylesi bir dönemde, aykırı görüşlerini inatla korumuş ve görüşleri nedeniyle yakılarak öldürülmüştür.

Bruno, çorbada tuzu bulunan herkesin yaptığını yapmış, kendisi için değil, gelecekteki insanlık için yaşamıştır. Yaşamını yakılarak yitirmiş olması onu yok edememiştir. Çünkü gerçeklere ulaşmada engel tanımamış, fikirlerinden ödün vermemiş, eserleriyle düşüncelerini insanlara ulaştırmıştır…

Şunu söyleyebiliriz ki, bugün gerek Sivas’ta ki aydınları, gerek Pir Sultan Abdalı, gerekse Bruno’yu yakanlar değil, yakılanlar galip gelmiştir… Düşünceleri ve yaptıkları yıllarca anlatılmış, şiirleri, şarkıları ve sözleri dilden dile dolaşmıştır…

Yazımı 2 Temmuz 1993 Sivas’ta Madımak Otelinde yanarak hayatını kaybedenlerden Metin Altıok’un birkaç dizesiyle bitirmek istiyorum:
 
-Bilmemem gereken, şeyler öğrendim.
 Sorular sordum, sormamam gereken,
 Gördüm apaçık görmemem gerekeni,
 Söylenmezi söyledim.
 Suçum büyük ve taammüden.

-Rüzgarlarla aşındı, yıllar yılı bedenim,
 Çağıdır şimdi kurgusal bütün kötülüklerin,
 Kıyamet çoktan koptu,
 Haberiniz yok…
 Siz hala güneşin, her sabah doğuşuna güvenin…

                          
KAYNAKLAR:

- Teori Dergisi (1994-Ağustos) Dr. Şükrü Günbulut’un ; Sivas’ta İlk Sabahımız adlı makalesi.
- Teori Dergisi (1994-Temmuz) Ali Balkız’ın;  Geriye Baktığımızda Sivas adlı  makalesi.
- Ana Britannica, 5.cilt
- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. İletişim Yayınları,1.ve 8.cilt
  
KAYNAK : Alevihaber.com - 1 Temmuz 2010

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku