…./Sivas, yiğitlik midir emanet cana kıymak? /Yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kurban etmek? /Söyle, hangi kitapta vardır elleri kolları bağlıyı yakmak? /Var mıdır kardelen akında bir avuç inciyi ateşe tutmak…/ diyordu Grup Yorum Madımak’ta hayatlarını kaybedenlerin anısına…. Sivas Katliamı’nın üzerinden tam 15 yıl geçti. Canı yananların hafızasından hiç gitmedi Sivas 93. 33 kişiyi diri diri yakmışlardı Madımak Oteli’nde. Sekiz saat boyunca kurtarılmayı bekledi içeridekiler. 12 Yaşında bağlama çalmaya heves eden Koray Kaya, 70 yaşındaki bilge araştırmacı yazar Asım Bezirci, Doktor- Şair Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Muhibe Akarsu, Edibe Sulari Ağbaba, Asaf Koçak, Asuman Sivri, Yasemin Sivri, Huriye Özkan, Yeşim Özkan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Belkıs Çakır, Serkan Doğan, Ahmet Özyurt, Murat Gündüz, Serpil Canik, İnci Türk, Muammer Çiçek, Gülsün Karababa, Sehergül Ateş, Handan Metin, Sait Metin, Mehmet Atay, Gülender Akça, Carina Cuanna, Erdal Ayrancı, Nesimi Çimen, Menekşe Kaya, Nurcan Şahin, Özlem Şahin…
33 aydın, sanatçı ve yazar Sivas ellerinde yangına terk edildi bundan tam 15 yıl önce. Bizde bir hatırlatma yapalım dedik… Malatya, Maraş, Çorum’da olduğu gib Sivas’ta aynı güçlerin kurbanıydı. Tüm bunları hatırlatırken 6-7 Eylül olaylarını da unutmadık. Mekânlar farklı olsa da aynı olan tahammülsüzlüktü…
Sivas’ta olayın tanıkları 15 yıl öncesine gidip, o günü tekrar yaşıyormuşçasına anlatırken araştırmacı yazar Turan Eser ise yazısında toplumu tarihsel yüzleşmeye çağırdı…
Serdar Doğan Kardeşi Serkan’la birlikte Madımak Oteli’ndeydi. Sürecin her anını yaşadı Doğan. Ağır yanıklarla çıkmıştı yangından, ancak kardeşi o yangınlarda kalmıştı. Uzun süren tedavi sürecinden sonra hayata dönen Serdar Doğan Madımak ile ilgili bir de oyun yazıp sahneye koydu. (Simurg) Oyun için turneye çıkan Doğan’la 15 yıl öncesine gittik. Onun için anlatması ne kadar zorsa bizim için de sorması o denli zordu… Ama unutturmamak için de konuşmak gerekti…
» Aradan tam 15 yıl geçti. Madımak yakın tarihin en acı veren olayıydı. Sizde yangından yara alarak kurtuldunuz. Ama kardeşiniz Serkan o yangılarda kaldı... Hiç unutamadığınız o anları tekrar anlatın desem unutturmamak için...
Önce otelin elektriklerini kesip, ardından ateşe verdiler. Otelin ilk iki katı ahşap kaplıydı, yerler halıfleks ve her kat yatak, yorgan doluydu. İpek bir eşarp gibi tutuştuk anında… Kardeşim Serkan’ın sesini duyuyor, elini tutamıyordum… Yan yana gelemiyorduk. Abisiydim ve bana emanetti ama ben emanetimi korumayıp, Madımak’ta bıraktım diğer dostlarıyla…
» Kardeşinizle o çaresizlikte neler yaşadınız?
Serkan’ı bir süre barikatta yanımda tuttum. Barikata fiili saldırılar olunca onu yukarı katlara gönderdim. Ateş ve dumanın yoğunlaşmasıyla bir birimizi kaybettik. Elimle yoklayarak bulduğum odaların kapısını aralayıp, aradım, seslendim… Sesini duymama karşın yan yana gelemedik. Serkan’ı ararken, bir aşağı bir yukarı çıkarken artık bedenim beni taşımıyor, nefesim yetmiyordu. Ateş ve duman solumaya başladım, ağzım burnum köpük köpük olmuştu, beynim ve iç organlarım ağzımdan geliyor gibiydi, o anki çaresizliğimi ve acımı kelimelerle ifade edemem. Artık bilincimi yitirmek üzereydim ve kardeşlerimin, dostlarımın çığlıkları yanı başına düştüm… Benimde adım açıklanan ölü listesi içinde varmış. Ankara’da ki ailem, iki oğlunun cenazesini almak için yollara düşmüş, iki tabutla… Şehre giriş yasak! Katliamcılara, kaçan katillere açık olan kent, ölülerini almaya gelen acılı insanlara yasak…
» Siz de ağır yaralı olarak çıktınız... Biraz bize kendi sürecinizden söz edebilir misiniz?
Sabah varabildikleri kentte, saatlerce de ölülerini aramışlar. Teşhis için babamı morga çağırmışlar; girememiş. Dayım bu zor görevi üslenip inmiş. Cesetlerimiz üst üste atılmış, son bir nabız kontrolüyle verecekler. Doktor, zayıfta olsa nabzımın attığını müjdelemiş. Dayım beni aldıktan sonra babamın yanına koşmuş; “Serdar yaşıyor, Serdar yaşıyor” diye bağırmış. İki oğlunun cenazesini bekleyen iki gözü iki kanlı çeşme babam; bir yanı koma halinde ağlarken benim morgdan yaklaşık 12 saat sonra çıkıyor olmama, sevinmiş… Aynı yanık merkezi yoğun bakım ünitesinde tedavi olan Metin Altıok 6 temmuza kadar direnip, düşerken; Lütfiye(latif annem) Aydın ve eşi Cafer Can Aydın ile ben, hastaneden ağır yanık ve acılarla çıkabildik. Halen reflekslerimi, sesimi kullanmakta çok yetersizim. Bedensel ağrılarınız, sızılarınız geçiyor da, yüreğinizdeki sızı dün gibi kor yanmaya devam ediyor.
» Bu saldırı da her şeye rağmen bu kadar pervasızca olunacağını düşünmediniz değil mi?
Binlerce şeriatçı tarafından kuşatılınca korkmadık desek yalan olur, ama bu kadar pervasız, acımasız olabileceklerini düşünemedik. Otele ve dolayısıyla bizlere saldıra bilir, çok sıkı kavga eder, iyi bir dayak yer, kafamızı kolumuzu kırarlar ama daha fazla ileri gidemezler diye düşündük, ya da öyle olmasını umut ettik. Belki onlarda bu kadar ileriye gitmezlerdi ancak yaklaşık 8 saat süren saldırılarına kolluk güçleri tarafından sert bir müdahale gelmeyince, aksine omuzları sıvanınca. Cumhuriyet’in kurulduğu bu kentte Cumhuriyeti yıkmanın provasını yaptılar.
» 15 yılda neler değişti peki?
Katliamdan hemen sonra tadilatı yapılarak altına bir et lokantası açılan Madımak, yanmaya devam ediyor. 1993 yılında 21. yy’ la giren Türkiye’nin bütün dünya insanlığına yaşattığı ve halen yaşadığı utancıdır Madımak! O günün iktidarının bir kanadının maddi ve manevi desteğiyle hazırlanan şenlik; derin ya da çukur güçler tarafından katliamla sonlandırıldı. Ne o günün iktidarı ne geçen bu 15 yılda hükümet etmiş olanlar, Sivas’ta yaşanan utanç adına bir hüküm bildirmiştir. Madımak derhal kamulaştırılıp, utanç müzesi haline getirilmelidir. Devlette devamlılık esastır. Ama bu devamlılık iyiden, doğrudan, hukuktan yana olan bir devamlılıktır. Katliama ve katillere sahip çıkma devamlılığı değil…
***
Kurtulacağız umuduyla bekledik
RIZA AYDOĞMUŞ (PSAKD Eski Genel Sekreteri 1993 Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri Tertip Komite Üyesi)
Otel sarılmıştı. İçeride bulunan kimi yönetici, yazar ve bilim adamları hemen hükümete fakslanmak üzere “bir bildiri kaleme alalım” düşüncesinde birleşildi, yazma işini Asım Bezirci üstlendi. Bilge adam bildiriyi yazmış ve bizlere okumak üzere masa başına geldi. Atılan taşlar yüzünden, metnin okunması tamamlanmadan üst katlara kaçışmak durumunda kaldık. O saate dek otelin çalışır durumdaki telefonlarından Vali’ye, Ankara’ya, Bakanlara, hatta Başbakan’a ulaşıldı; “durum vahim, kurtarın bizi” diye. Verilen yanıt hep aynıydı “merak etmeyin, devletin güvenlik kuvvetleri duruma hâkim ve kurtulacaksınız”.Bizler hep kurtulacağız umuduyla bekledik, bekletildik.
O günün belediye başkanı, siyasal İslamcı ve laiklik karşıtı olduğu için daha sonra kapatılan Refah Partisi’nden Temel KARAMOLLAOĞLU’dur. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği aylar öncesinden etkinliğe hazırlanırken, gericiler de bir başka hazırlık içerisinde olmuşlar. Ve tabii tüm bunlar olurken, devletin istihbarat kurumları bihaber(!) imiş.
OTELDE ENDİŞELİ BEKLEYİŞ
İl de tugay komutanlığı ve hemen karşımızda jandarma alay komutanlığı var. Oralardan değil, ilçe karakollarından gece bekçileri takviye kuvvet olarak geliyordu. Bize telsiz aracılığıyla “endişe etmeyin kurtulacaksınız” deniliyordu. Belediyenin kaldırım yenileme bahanesiyle otelin karşı köşesine yığdığı birkaç kamyon taş tümüyle otel içine atıldı, otelin dış cephesinde kırılmadık cam çerçeve kalmadı, perdeler lime lime oldu. Kaldırımda atılacak taş kalmayınca karşı binaların çatılarına çıkılıp, kiremitler fırlatıldı.
KALABALIK TAHRİK OLUYOR
Telsizden içeriye talimatlar da yağıyordu; “cam önünde durmayın kalabalık tahrik oluyor” diye. Otele kıstırılmış olan bizler de karanlık koridorlara ve arka odalara geçtik. Kültür merkezi önünden belediye ekiplerince sökülen “ozanlar anıtı” kamyon ile otel önüne getirilip, kalabalığın önüne bırakıldı. Her istedikleri yerine getirilen güruh, çılgınca hareketler yapıyor,azgınlaşıyor ve kimileri de şuursuzlaşıyordu. Hatta kimileri tırnaklarıyla anıttan parça koparmaya çalışıyor, kinini, hırsını dışa vuruyordu. Kültür merkezine saldıran güruh içerdekilerin direnişiyle karşılaşınca, oradaki kalabalığı otel önüne getirip, tüm sardırganlar bir araya toplanmıştı. Artık tüm dikkatleri ve saldıracakları yer tekleşmiş ve otel üzerine olmuştu. Otelin arkasındaki aydınlığa açılan pencereden de saldırıya uğramış ve çıkış, kurtuluş ümidimiz kalmamıştı. Aydınlığa açılan pencereden tehdit edilip, saldırılan yer; BBP il başkanlığı imiş ( sonradan öğrendik). O daire BBP değil de sıradan bir işyeri veya daire olsaydı belki de hiçbir canımızı kaybetmeyecektik.
MADIMAK OTELİ MÜZE OLMALI…
Madımak katliamından hemen sonra devletin ödediği tazminatla otel boya badana yapılarak hemen hizmete açıldı. Yetmedi, alt katına da Et Lokantası açıldı. Madımak Katliamı’nın utancından kurtulmanın yolu unutmak ve unutturmaktan değil, aksine yüzleşmekten geçer. Otel istimlak edilip, bir utanç müzesine dönüştürülmeli. Bu yapılmaz ise, Sivas ve ülkeyi yöneten siyasal iktidarlar, insanlığın yüz karası bu utançla yaşamaya devam edecektir.
***
Ne özür dileyen var, ne de yüzü kızaran
TURAN ESER Araştırmacı-yazar
İşte tüm bu acı hikâyelerin mağdurları olarak, acılarımızı 2 Temmuz’da Madımak Oteli önüne karanfil bırakarak, 6-7 Eylül’de Balıklı Rum Kilisesi önünde mum yakarak, Türkiye’de tarihsel yüzleşmeyi başarmalıyız. Bunun için herkese dönüp “sana da ihtiyacımız var” diyebilmeliyiz. Çünkü acılarımız bizi müsahipleştiriyor…
Burada ‘tahrik’ mazeretlerinin tarihsel ‘tesadüflerden’ ibaret olmadığını, 6-7 Eylül olaylarında, Çorum, Maraş, Gazi ve Madımak katliamı’nda gördük ve yaşadık. ‘Tahrik’ ile etnik ve dini temelli ‘milli galeyan’ların haklılığını izah eden ve bu izah biçimlerinde yaşanan zorlamalara tanıklık ettik. Yani 6-7 Eylül 1955 olaylarından 2 Temmuz 1993 Katliamı, Aziz Nesin ve Madımak Katliamı’nda öldürülen Asım Bezirci üzerinden nasıl bir tahrik politikasının sürdürüldüğünü göstermeye çalışacağım.
6 EYLÜL 1955
6-7 Eylül Olayları 1955 yılında basına “Atatürk"ün Selanik"te doğduğu eve bomba atıldı” olarak taşındı. ‘Tahrik edici’ bu haber üzerine 6 Eylül akşamı başlayıp ve 9 saat süren olaylar sonucu İstanbul’da 16 Rum ve 3 Ermeni vatandaşı hayatını kaybetti, 32 Rum da ağır yaralandı. 4.348 Rum’a ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika ve İstanbul’daki 74 kiliseden, 70’i yakıldı, yıkıldı. Mezarlıklar ile 1000"in üzerinde Rumlara ait ev tahrip edildi. Gerekçe belliydi; tahrik! Evet devletin temsilcileri olayın adını “Komünist tahriki” olarak koydular.
Dönemin sıkıyönetim komutanı Nurettin Aknoz, tutuklanan solcular için “İstanbul’u yaktıran o heriflerdir. Hepsine müstahak oldukları cezayı verdireceğim. 10-15’ini sallandıracağım, geri kalanını da 25’er, 30’ar yılla zindanda çürüteceğim” diyerek, bu olaylarda “komünistler dışında” adres gösterilmeyeceği tehdidini duyurmak zorunda kaldı.
Tahrikçiler kim mi? Oda belliydi. Devletin temsilcileri onlarında adını duyurdu; Aziz Nesin, Asım Bezirci ve Tahir Kemal gibi elli civarında solcu aydın! Devletin temsilcileri bu kişileri ‘tahrikçi’ ve ‘sorumlu’ olarak tutukladı.
Tesadüf buya, 2 Temmuz 1993 katliamına neden olarak gösterilen ‘baş tahrikçi Aziz Nesin’ 1955 yılındaki bu vahşi saldırılarda da Kemal Tahir gibi 47 solcu aydın arkadaşıyla ‘tahrikçi’ ve ‘tertipçi’ olarak tutuklandı. Bu tutuklamanın en ilginç yanı ise ‘suçlular listesi’nde olaylar öncesinden ölmüş ve o dönem halen askerde hizmet verenlerde vardı!
2 TEMMUZ 1993
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta kökten dinci örgütler, Aziz Nesin’in ve Pir Sultan Abdal etkinliklerine gelenlerin cezalandırılması için tahrik haberlerini yaymaya başladı. Bildiriler yayınlandı ve camilerde dağıtıldı. Bildiride “gün Müslümanlığın gereğini yerine getirme günüdür” denilerek, “Aziz Nesin ve şeytana dost olan bu insanların öldürülmesi” emri veriliyordu. “Şeriat gelecek zulüm bitecek” ve “Sivas Aziz’e mezar olacak” sloganları eşliğinde Madımak katliamı için düğmeye basıldı.
Hükümet ve devletin güvenlik kurumları sadece süreci seyretmekle geçirdi. Katliam günü dini temelli ‘milli galeyan’ yaratıldı. Madımak oteli ateşe verildi ve 9 saat boyunca otel içinde bulunan aydın, sanatçı, Pir Sultan gençleri ve 2 otel çalışanı dahil 35 insan, devletin gözü önünde vahşice katledildi. Madımak Katliamı’nda, devlet tarafından 6 Eylül 1955 olaylarının ‘faili’ ve ‘tahrikçisi’ olarak gösterilen Aziz Nesin yaralı kurtulurken, Asım Bezirci vahşice öldürüldü. Yüzlerce insan yaralandı ve Sivas’ın üzerini kara bir duman kapladı. Gerekçe belliydi; Tahrik! Suç “Aziz Nesin’nin tahrik edici konuşması”ymış! Asıl suçlular ve tahrikçiler halen serbest ve yargı önünde hesap vermedi. Her iki olayda da aslında mesele ‘tahrik’ değildir. 6-7 Eylül 1995 Etnik ve dinsel kültürel kimliği yok etme üzerine kurulurken, 2 Temmuz 1993 katliamı demokrasi, laiklik, insanlık değerleri ile birlikte Alevi kimliğine yönelik ideolojik bir kıyımdı. Aziz Nesin her iki olayda, Asım Bezirci ise sadece 6-7 Eylül olaylarında ‘tahrik eden’ değil, mağdurları ve kurbanlarıydı.
Sivas’ta katliam günü, belediyece otelin karşısına kamyonlarca taş dökülmüş, otel önündeki güruha destek sağlanmıştı. Tanıkların ifadesine göre Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu imiş. Belediye başkanı, yanında belediye çalışanları eşliğinde otel önüne kurdukları mobil ses düzeninden kalabalığa “Gazanız mübarek ola” diye saldırganlara deste vermiş. Cumhurbaşkanı Demirel “Halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” talimatını verdi. Güvenlik güçleri ise saldırganlara “müdahale etmeyin” emrini çıkarttı. Demirel katliamın ardından verdiği katilleri ve güvenlik güçlerini aklamaya çalıştı “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır” Başbakan Tansu Çiller ise katliamcıları açıkça savunan açıklamalar yapmıştır. “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir!.. Halktan kimsenin burnu kanamamıştır ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüşlerdir.” Daha da ileri giderek bir cehalet sergileyip, gazetecilerin bir sorusu üzerine “Olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi” diyebilmiştir. Katliamın tüm destekçileri ve devlet adına seyredenler hesap vermedi
Bu katliamda Belediye Başkanı, Vali, Tugay komutanı, General, cumhurbaşkanı, başbakan, cumhuriyet savcısı katliamı, 6-7 Eylül 1995 yılında olduğu gibi 9 saat boyunca seyretmiştir
Bu topraklarda farklı kimliklere sahip insanların ortak düşleri ve ortak gelecekleri parçalanırken, egemenler buna bir haklılık kılıfı arıyordu. 6 Eylül 1955’de Rumların kiliselerindeki çanlar ve değerli eşyalar “Ya Taksim, ya ölüm“ sloganları eşliğinde yağmalanırken ve kilise papazı öldürülürken, Madımak oteli „Yaşasın Şeriat!, Kanımız Aksa da Zafer İslamın“ sloganları eşliğinde ateşe veriliyordu. Tek farkı yer, tarih ve mekan. Ortak yanı ise farklı olanı yok etme ve tekleştirmekti. Evet kısacası, Balıklı Rum Kilisesi papazını öldüren, gaz dolu bidonlarla kiliseyi yakanlar, Madımak oteline benzin döküp 35 insanı diri diri yakan güruh arasında bir fark yoktur. Tek fark, farklı zaman dilimlerinde aynı siyasi mühendisliktir. Aslında 2 Temmuz’larda ve 6-7 Eylüllerde sokakta olmak ve unutturmamak üzerine sürdürülen mücadele, Türkiye’nin kendisiyle ve tarihiyle yüzleşmesine çağrıdır. 2 Temmuz’da Madımak oteli önüne karanfil bırakmak, tarihin karanlık olayları, katliamları ve yaraları ile cesaretle yüzleşmek ve hesaplaşmak için bir çağrıdır. Paslanmış kulakların açılması, kilitlenmiş dillerin çözülmesi kemikleşmiş önyargıları kırılması ve çürümüş vicdanların canlanması için çağrıdır.
Bu konuda uluslar arası tecrübelerden yararlanmayan bir ülke olarak Türkiye, geçmişle hesaplaşmak ve yüzleşmek zorunda olan bir ülkedir. Çünkü bu ülkede kabuk bağlamayan ve tedavi edilmemiş derin yaralar ve travmalar halen diriliğini korumaktadır. 12 Eylül darbesi, 6-7 Eylül Olayları, 1 Mayıs, Çorum, Maraş, Gazi, Madımak katliamlarının bıraktığı derin yaralar ve travmalar halen sürmektedir. Bu yaralardan ve travmalardan bazıları eskiye dayanmakla birlikte, tarihsel bir yüzleşme yapılmadığından yeni yaraların açılmasına da sebep olmuştur.
6-7 Eylül olaylarında benzin dökülerek yakılan Hrisantos Mantas, 90 yaşında iken, Madımak Otelin’de benzin dökülerek yakılan Asım Bezirci 71 yaşındaydı. 6-7 Eylül’de, Hebe Giolma kaçırıldı, tecavüz edildi ve hunharca öldürüldü. Adı ve yaşını kimse bilmiyor, fakat bilinen tek şey, 7 Eylül’de halk tarafından Eminönü’nde linç edilerek öldürüldü. Koray Kaya ise 12 yaşında Madımak otelinde diri diri yakıldı. Isak Uludağ, çalıştığı okul kundaklandı ve yanarak öldü, tıpkı Madımak otelini kundaklayan yobazların Serpil Canik’i öldürmesi gibi.
Hikâyeleri ortak insanlar. Renkleri farklı. Farklı tarihlerde ve farklı mekânlarda, aynı güçlerin kurbanı oldular. Katliamcılar ve ‘tahrik’ olanlar aramızda dolaşıyor…
Yıllar geçiyor, ne özür dileyen var, ne de yüzü kızaran…. İşte tüm bu acı hikayelerin mağdurları olarak, acılarımızı 2 Temmuz’da Madımak Oteli önüne karanfil bırakarak, 6-7 Eylül’de Balıklı Rum Kilisesi önünde mum yakarak, Türkiye’de tarihsel yüzleşmeyi başarmalıyız. Bunun için herkese dönüp “sana da ihtiyacımız var” diyebilmeliyiz. Çünkü acılarımız bizi musahipleştiriyor.
***
Sivas’a gitmeme kararı aldım, 15 yıldır da gitmiyorum
İLHAN CEM ERSEN Araştırmacı-yazar (Madımak’ta yanan semahçıların hocası-Yangından yaralı kurtulanlar arasında)
» Sonraki süreç sizi nasıl etkiledi, biraz bize duygularınızdan söz edebilir misiniz? Madımak ve Sivas bugün sizin için ne anlam ifade ediyor?
Sonraki süreç beni oldukça etkiledi. Çünkü yananların içinde benim semah ekibimin tüm elemanları vardı, onları gözlerimin önünde kaybetmiştim. Uzun bir süre psikolojik travma yaşadım. Olayın şoku devam etti. Çünkü böyle bir olayın olduğuna, öğrencilerimin öldüğüne inanamıyordum. Her an birisinin çıkıp geleceğini bekliyordum. Televizyonda bir yangın sahnesi gördüğümde kirpi gibi istenç dışı toparlandığımı, büzüldüğümü anımsıyorum. Halen Madımak’ta kaybettiklerimizin fotoğraflarına bakamıyorum, hemen gözlerimi kaçırıyorum.
Sivas, artık benim için gericiliğin simgesi lanetli bir kent, Madımak da ateşin simgesi. Bu nedenle ne Sivas’ta 2 Temmuz etkinliğine, ne de Banaz’da yapılan Pir Sultan Abdal’ı Anma etkinliklerine katılıyorum. Sivas’a gitmeme kararı aldım ve 15 yıldır da hiç gitmedim.
» Tam 15 yıl geçti katliamın üzerinden, bugün neredeyiz? Ne kadar yüzleşebildik? Yüzleştik mi?
Olaylara 15 yıl sonra baktığımızda halen güzel ülkemin 21.yüzyılda olmamıza ve de Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in kazandırdığı çağdaş kazanımlarına karşın gericiliğin, yobazlığın ve derin güçlerin elinde hırpalandığını görüyor ve üzülüyorum. Neden ülkeyi yönetenler, Cumhuriyetin değerini, çağdaşlaşmanın önemini bilmezler de halen gericiliğe, dinciliğe prim verirler? Cumhuriyet kurulalı 85 yıl olmasına karşın halen Ortaçağ özlemi içinde bir nüfusu barındırıyoruz. Şimdiye dek bu özlemin kökünün kazınması gerekirdi. Ama ne yazık ki güzel ülkem iç ve dış güçlerin elinde oyuncak. Ülkem insanı nice acılar çekti, savaşlar gördü, yokluk yoksulluk gördü, ama hakkettiği bir yaşama hâlâ geçemedi, buna üzülüyorum.
Aradan 15 yıl geçmesine karşın henüz ne o dönemin dernek yöneticileri olarak ne de devletin yöneticileri olarak yüzleşemedik. Devlet, gerçek failleri hâlâ bulabilmiş değil, bulacağını da sanmıyorum. İçerdekiler, ön taraftaki suçlular, asıl suçlular arka taraftakiler, ama onlar da yok. Devlet bulmuyor, bulmak istemiyor. Dernek yönetimi de kendi içinde bir sorgulama yapmadı, hep özeleştiriden kaçtı. Daha çok olayın nedenini “devletin bilincinin bulanması”na bağladılar, yani devleti suçlayıp kenara çekildiler. Bu da onları vicdanen ne kadar rahatlatır bilemem.
» Aslında böyle bir katliamda Türkiye"nin ayaklanması gerekirken hâlâ sessiz kalınmasını neye bağlıyorsunuz?
Belki haklısınız, böyle bir olayda insanların isyan etmesi, ayaklanması gerekir. Ama biz acıyı çabuk unutan bir toplumuz. Bunda 12 Eylül’ün getirdiği sosyal ve ideolojik yozlaşma, neme lazımcılık, yurttaş olma bilincinin eksikliği, çağdaş bir birey olamama gibi etkenleri sıralayabiliriz. 2 Temmuz 1993’te cenaze törenine yüzbinler katılmıştı, fakat şimdi ise anma törenlerinde iki bin kişi zor toplanıyor. Bu da kendini demokrat, ilerici, cumhuriyetçi, Atatürkçü, çağdaş gören insanların vurdumduymaz ve duyarsız oluşundan kaynaklanıyor. 2 Temmuz’un yazın en sıcak bir mevsiminin içinde yer alması, çokları için tatile çıkmayı gerektirir. İşte 2 Temmuz’da mitingte olması gerekenlerin birçoğu şu an deniz kıyısında tatil yapıyor ya da köyünde hasat işleriyle uğraşıyor olacaktır. Böyle bir durumda bu insanlardan ne bekleyebiliriz ki? Olaya, şehit ailelerinin meselesi gibi bakmak en utanç verici bir olay olsa gerek. Evet ateş düştüğü yeri yakar, ama herkes böyle duyarsız kalırsa Madımak’taki ateş tüm ülkeyi yakar. İşte asıl facia o demektir.
HAZIRLAYAN: GÜLŞEN İŞERİ
BİRGÜN - 29 Haziran 2008