Geçen gün bir meslektaşım, "Bu Tuzla tersane ölümleri üstünde durmakla iyi yapıyorsun" dedi.
Böyle bir "kötü" nün üstünde durarak "iyi" yapmak!
Ben de dedim ki, "Keşke bir düzelmeye katkısı olsa. Ama, yazdıkça daha çok ölüm oluyor sanki."
Dedim ya, demeye kalmadı zaten, o gün sekiz aylık bir dönemin on yedinci ölüsü yere yığıldı.
24 yaşındaki Mikail Kavak' ı elektrik çarptı... ve kaçtı!
***
İnsanın pek kıymeti olmadığı için, "kutsallık" atfedilenler dışında, böyle ölümlerin de pek kıymeti yok memlekette.
Almanya'da yakılan canlarımızın üstüne devletçe titreyişimize bakınca, karada ve havada, denizde ve yeraltında, memlekette ve gurbette her insanımıza, her canımıza, her insana, her cana hakkıyla, hükmüyle, hukukuyla kıymet verdiğimiz sanılır.
Oysa, biliyorsunuz siz de, yok öyle bir şey.
***
Derseniz ki, "zaten trafik kazalarında o kadar çok insan ölüyor ki, gerisi hep onun altında kalıyor..."
"... Şu kadar zamanda şu kadar insanı terör ve terörle mücadelede, çatışmada kaybetmişiz..."
Sonra, ne bileyim, mayına basan çocuklar, düşmüş bombayı oyuncak sanmış çocuklar, aç kalmış çocuklar, daha ana karnında açlıktan kurumuş bebekler, kurtulabilecekken kolayca ölüveren hastalar...
Doğrudur, hakikaten sanki sayıyla değildir!
***
Ama bu olayda şu var:
Bir "sefalet sektörü" nden bahsetmiyoruz. Burası Davutpaşa atölyeleri bile değil. Çeltik tarlaları, ücra maden dipleri hiç değil. Onları tahmin edin o ayrı, ama burası o değil.
Bir "varlık sektörü" nden bahsediyoruz. Neredeyse beş yıllık siparişle dolup taşmış, gemiler, lüks yatlar yapan, Avrupa'da öne çıkmış bir sektörden, İstanbullu bir yerden bahsediyoruz.
"Bereket"e karışan kurbanlardan...
"Kar"a karışan kanlardan bahsediyoruz.
Kendisi büyürken çalışanı ufalayanlardan bahsediyoruz.
Çalışma ahlakını, iş hukukunu, iş güvenliğini oyanlardan bahsediyoruz.
Anayasa'yı açıkça çiğneyenlerden bahsediyoruz.
***
Onca büyümeye, ciroya, kara rağmen, maliyet çıkmasın diye, doğru dürüst vinç almayıp uyduruk aletlerle işçinin üstüne tonlarca yükü indirebilenlerden...
Gemiyi çizmesin de yeni maliyet çıkarmasın diye uyduruktan çatılmış yüksek iskelelerden işçiyi yere, denize çakabilenlerden...
Birkaç kişinin yapması gereken işler; omuzlarına, beynine, eline, bacaklarına tek başına yüklenen, iş yükü ve iş süresi birkaç kişilikken yığılıp düşenlerden...
Göstermelik sigortalıların yanına taşeron kölelerini yığmış, maliyet artmasın diye kablo ayırmaktan, gaz kontrolünden kaçınan bir zihniyetten...
"Esnek çalışma" yı ölümüne esneten bir sistemden...
"Cennete hizmet" için "cehennem üreten" bir düzenden bahsediyoruz.
***
Ve nice mangalda kül bırakmayanın; iktidarın, muhalefetin, TÜSİAD'ın, MÜSİAD'ın, nice medyanın, köşe aslanının asla lafını etmediği mutlak bir "Anayasa ihlali" nden:
Sendikalı olmak hak iken, sendikalı diye kimseye baskı yapılamayacağı Anayasa emri iken, onca ceset tersanelere serilmişken, daha üç gün önce sendikalı işçisini, sendika temsilcisini kovan, sendikalı işçi de çalıştıran taşerona iş vermeyen bir sektörden bahsediyoruz.
8 ayda iki patron milletvekili ile 17 işçi cesedi çıkaran, dokunulmaz limandan.
Kâr gelecek yerden kurban esirgemeyen vahşi bir düzenden!
Genel kölelik piyasasının tersane şubesinden!
UMUR TALU
SABAH - 18 Şubat 2008