Hakkari ve Diyarbakır’daki saldırılar ve yaşanan büyük acılardan sonra Türkiye’de bir kez daha sınır ötesi operasyon ve daha da olağanüstü yetkilerle donatılmış OHAL tartışılıyor. Mecliste ezici bir çoğunlukla tezkere onaylanıyor. Sanki çok yeni bir gelişmeymiş gibi, mevcut siyasal iktidar ve partiler arasında öne çıkan ortak çözüm yada daha doğru bir ifadeyle bu kez de çözümsüzlük daha fazla askeri ve polisiye önlem oluyor. Bir kez daha ölen öldüğüyle kalıyor. Teröre karşı çözüm tartışılmadığı gibi uzağından bile geçilmiyor. Kürt meselesinde yıllardır denendiği gibi çözümün daha fazla şiddet, daha fazla güvenlik tedbiri olmadığı bütün çevrelerce bilinse de, AKP, CHP ve MHP aralarındaki bütün ‘kan davalarına’ rağmen ‘vuralım’ konusunda anlaşıyorlar. Görülen o ki, önümüzdeki günlerde uzunca bir süredir dinen gözyaşları maalesef yeniden sel olup akacak.
Demokrasi ve özgürlükler konusunda sürekli olarak büyük ve iddialı laflar eden AKP gerçekte yalnızca işin lafını ediyor. Çözümün yakınından bile geçmemekte direniyor. Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından ‘ayağı yere basan program’ olarak açıklanan ve Avrupa Birliği için hazırlanan ‘Türkiye Ulusal Programı Taslağı’ bunun tipik örneklerinden biri.
13 Şubat 2008 tarihinde AB Resmi Gazetesinde yayımlanmış olan "2008 Katılım Ortaklığı Belgesi"ne karşılık olarak Türkiye’nin hazırladığı "AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (2008) Taslağı" 410 sayfadan oluşuyor. Taslakta genel bir siyasi değerlendirmenin yanı sıra, siyasi kriterler, ekonomik kriterler ve üyelik yükümlülüklerinin nasıl yerine getireceğine yönelik uzun ve detaylı çalışmalar var. Adı ‘ulusal’ olsa da programın ne kadar ulusal, ne kadar da ulusal sorunlara yer verdiği çok su götürür. 2001 ve 2003’den sonra bu yıl üçüncü kez hazırlanan ‘Ulusal Program’ sanki önümüzdeki ay açıklanacak ‘AB İlerleme Raporu’ öncesi yasak savmayı amaçlamış, formalite yerine getirilmiş.
Şehit cenazeleri önünde Türkiye’nin ayağa kalktığı, Kürt vatandaşlara yönelik linç girişimlerinin yeniden arttığı ve yalnızca ‘savaş, daha fazla savaş’ denildiği bir ortamda adı ‘Ulusal’ olan programda Türkiye’nin en önemli meselesi haline gelmiş Kürt meselesi yalnızca ‘Bölgesel Dengesizliklerin Azaltılması’ başlığıyla çok kısa olarak yer bulabilmiş. 410 sayfalık programda bir kez bile ‘Kürt’ kelimesi geçmiyor. Halen sorun ‘bölgesel dengesizlik’ olarak sunulmaya ve çözüm olarak da ‘bölgesel dengesizliklerin giderilmesi amacıyla, Kalkınma Ajansları da kullanılarak, geri kalmış bölgelerin ekonomik ve sosyal sorunları için tedbir alınmasına devam edilecektir’ vurgusu yapılıyor. Türkiye gerçeği ile yüzleşmekten kaçınan siyasi iktidar ve mevcut partilerin neredeyse tamamı ay sonuna kadar onaylanacak bu programa itiraz etmeyerek yalana ve ölümlere ortak oluyorlar. Arkasından da utanmadan şehit annelerinin yüzüne bakıyorlar, şehit cenazelerinde saf tutuyorlar. Ulusal diye nitelenen bu program Alevileri de görmüyor. Artık sağır sultanın bile duyarak teleffuz etmek zorunda kaldığı ‘Alevi, cemevi, zorunlu din dersi’ gibi kelimeler de programda yok. Bu kelimelerin geçmediği Ulusal Program Taslağı’nda doğal olarak Alevi kurumlarının ‘Zorunlu din derslerinin kaldırılması’, ‘Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması’ ve ‘Dini özgürlükleri konusunda açılımlarda bulunulması’ gibi istekleri de dikkate alınmıyor.
Türkiye’nin etnik, inançsal ve kültürel sorunlarını görmeyen, görmek istemeyenlerin raporda Türkiye’nin kuruluşundan beri yenilenmenin sürekli olarak içinde olduğunu vurgulamaları modern ve ileri görüşlü bir Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin, her türlü dil, din, ırk, cinsiyet ve etnik ayrımın ötesine geçen yurttaşlık bağı ve vicdan özgürlüğüne dayalı laiklik ilkesi ile pekiştirileceğinin vurgulanması ise trajik ve komik olmasının yanında fiili olarak yalana da dönüşüyor.
Türkiye’nin bu tür yalanlardan kurtulması ve kendi sınırları içinde, kendi vatandaşları ile ilgili sorunlara kansız çözüm üretebilmesi ise kaçınılmaz bir biçimde hem mevcut hükümetten, hem de tezkereyi onaylayan partilerden kurtulmaktan geçiyor. Bu kurtuluşun yolu da tek: Sol bir iktidar, başka yolu yok!
NECDET SARAÇ
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy53266 = 'necdetsarac' + '@';
addy53266 = addy53266 + 'birgun' + '.' + 'net';
var addy_text53266 = 'necdetsarac' + '@' + 'birgun' + '.' + 'net';
( '' );
53266 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
BİRGÜN - 12 Ekim 2008