Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Yazar Ali Balkız, Aleviler olarak temel taleplerinin, ülkenin demokratikleşmesi ve laikleşmesi olduğunu söyledi.
Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Yazar Ali Balkız, Aleviler olarak temel taleplerinin, ülkenin demokratikleşmesi ve laikleşmesi olduğunu söyledi. Cumhuriyetin kuruluşundan beri devam eden bu problemin çözümüne, AKP’nin de CHP’nin de gücünün yetmeyeceğini ifade eden Balkız, Alevilerin taleplerine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
AKP’nin Alevi açılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP’nin bizim arzu ettiğimiz biçimde Alevi sorunlarının çözümüne dair bir planı, projesi yoktur. Sadece gazete manşetlerine yansıyan ve geçen sene muharrem ayındaki iftar sofrasından yansıyan görüntüler var otel salonlarından.
Federasyonumuzun temel taleplerinin, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve laikleştirilmesi ile ilgili olduğu, bunun dolayısıyla bir sistem sorunu, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bugüne devam edegelen bir problem olduğu gerçeği algılandığında, buna ne AKP’nin gücü yeter ne de CHP’nin.
Hilafeti kaldırdıktan sonra onun yerine Diyanet İşleri Reisliği’ni kuran irade, bu ülkede tek inanç, tek ırk dayatmasında bulunmuştur. Aradan geçen 85 yıllık süreç içerisinde biz bunun sıkıntısını yaşıyoruz, Türk ve Müslüman olan kesim de bu sorunu yaşıyor, yaşıyoruz.
Ülkemizdeki sorunun çözülmesi sadece ülkemiz sınırları ile olası ve olanaklı değil. Dünyadaki bütün gelişmelerle de ilgili. O anlamda Latin Amerika’da olup bitenlere baktığınız zaman o dalganın Afrika’ya, Avrupa’ya, Asya’ya da sıçrayacağını ümit ederek, ama elbette Alevilerin sorunlarının çözümü için o rüzgarı beklemeden de sorunlarımızın çözüleceğine inanıyor, bunun için mücadele ediyoruz. AKP’yi, bunun için zorluyoruz.
Elbette Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki irade, oradaki dizayn...kabul, anlıyoruz ama örneğin Madımak’ın müze olmasının bununla ne alakası var? Zorunlu din derslerinin kaldırılmasının ne ilgisi var örneğin? Cumhuriyetin kuruluş yıllarına bu kez olumlu tarafından bakacak olursak, şeriatın, saltanatın kaldırıldığı yıllarda, Anayasasındaki ‘dini İslamdır’ kelimesini kaldırmıştır örneğin. Milletvekili yeminindeki ‘Vallahi’ sözcüğünü kaldırmıştır. İmam hatip okullarını, Kuran kurslarını, ilahiyat fakültelerini kapatmıştır.
Ama 1946’dan sonra, her şey tersine dönmüş ve bugüne gelmişiz. Bugüne geldiğimizde bütün bunların sıkıntısını biz, bu ülkede yaşayan herkes çekiyoruz. Herkes kendi cephesinden çekiyor. Kürtler kendi cephesinden, işçiler kendi cephesinden; Aleviler, aydınlar, esnaf kendi cephesinden...
Bütün bunların çözümü için hak arayanların, eşitlik ve özgürlük arayanların, laiklik ve demokrasi talep edenlerin; “Eşit işe eşit ücret, sendikamızı geri istiyoruz, YÖK’e hayır” diyenlerin bir arada ve birlikte mücadelesi gerekiyor. 9 Kasım bunun bir örneğiydi. Daha bolca ve çokça örnek yaratmak gerekiyor.
Madımak’ın kültür merkezi olmasına niye karşısınız?
Çünkü sulandırmış olacaklar. Kültür Bakanlığı orayı kamulaştırıp muhtemelen kültür merkezi yapacak. Kültür merkezinden ne anlayacağız? Nasıl bir kültür merkezi? Adı da çok önemli değil, dizaynı ne olacak? Mesela Asım Bezirci’nin yattığı odada ilahiler mi okunacak; o da kültürün bir parçası. Asaf’ın (Asaf Koçak) oturduğu odada kermes, pasta mı yapılacak; Gerici, dinci kitaplar, ilmihaller mi satılacak; o tür ritüeller mi olacak? Herkese açık kültür merkezi denince bu anlaşılıyor.
Bu bir sulandırma. ‘Biz yaptık mı böyle yaparız’ gibi bir görüntünün çıkacağını hissediyoruz ve buna şiddetle karşıyız. Müze olacaksa müze olmalıdır ve insanlık müzesi, ayıp müzesi olmalıdır. Devlet orada 8 saat boyunca devletliğini gösteremediğinin ya da başka bir yüzünü gösterdiğinin özrünü Türkiye halkından dilemelidir. Sadece 35 kardeşimizin ailesinden, yakınlarından değil bütün insanlıktan dilemelidir bu özrü, orayı müze yapmakla.
Kaldı ki, Sivas’taki kimi yurttaşlarımızın talebinin de bu olduğunu biliyoruz. Onlar son yıllarda Madımak’ın önüne bizimle beraber geliyorlar, ‘Madımak müze olsun’ talebimize katılıyor ve bizimle beraber karanfil bırakıyorlar.
‘Alevi köylerine cami yaptırma diye bir şey yok, bir örneğini göstersinler’ deniyor..
Tokat’ta Refaiye bölgesinde, Erzincan’da 12 Eylül’den sonra paşaların, sıkıyönetim komutanlarının emriyle yapılan camiler ve sonrasında da pancar kredisi, tarım kredisi, sağlık ocağı, yol, elektrik getirme vaatlerinin arasına sıkıştırılmış cami yapma projelerinin hâlâ hayatta ve yürümekte olduğunu biliyoruz. ‘Alevi köylerine cami istemiyoruz’ talebimizi 9 Kasım’da Sıhhiye’de haykırdıktan sonra bu köylerden haberler geliyor. Dilekçe veriyorlar kaymakamlığa, ilçe müdürlüklerine, il müftülüklerine; ‘bu kadroları buradan alın’ diye...
Aleviler hep hedefteydi
Günümüzde demokrasi mücadelesinin bir alanı Kürt sorununun demokratik çözümü ise bir diğeri de Alevilerin inanç özgürlüğüne dair talepleri alanıdır.
Yerel seçime doğru sermaye partilerinin yeni açımlarının da bir yandan Kürt sorununa dair, öte yandan da Alevilere yönelik olması bir rastlantı değildir. Çünkü, bu iki dinamiği kendi peşlerine takmadan ya da mücadele eğilimlerini kırmadan sermayeye hizmette başarılı olmayacaklarını bilmektedirler.
Cumhuriyetin başından itibaren, gayriresmi olarak Alevilik ve Aleviler bir yandan laisizmin bekçisi, cumhuriyetin en sadık savunucuları sayılırken, öte yandan da bir mezhep, inanç sahipleri olarak sapkın, resmen yok sayılan bir topluluk olarak görüldüler.
Cumhuriyetin şeriatçı düşmanları karşısında bir dayanak olarak görüldükleri için Aleviler, Cumhuriyetin sahibi sayılan CHP’nin de doğal destekçisi sayıldılar. Çok partili dönemde de Demokrat Parti’den başlayarak, CHP’ye karşı dini savunma ve din istismarcılığı yapma ana malzemeleri olan partileri, Aleviler, kendilerine karşı da bir tehdit; kendilerini oruç tutmaya, namaz kılmaya zorlayacak siyasetin temsilcileri olarak gördüler. Diğerleri de Alevileri, devlet desteğini de arkalarına alarak Sünnileri tehdit eden bir toplum olarak gösterdiler.
CHP de bu Sünni tehdidi, Alevileri kendisine bağlamak için kullandı. Öyle ki; devlet, Sünni mezhebinin finansmanı ve desteklenmesi için her imkanı seferber ederken, Alevilerin bir mezhep olarak tanınması, hatta ibadet özgürlüğü ve cemevlerinin serbest bırakılması ve tanınması gibi en basit ve ilk akla gelecek konularda bile hiçbir adım atma ihtiyacı duymadı. Doğrusu Alevilerin de aklına, CHP’den, devletin kendi haklarını tanıması için talepler ileri sürmek, bu talepler için mücadele etmek gibi şeyler hiç gelmedi.
Din üstünden siyaset yapan partiler içinse Aleviler, “İslam dışı”, “sapkın inançsız bir topluluk”tu. Dahası, Sünni çoğunluk; Aleviler ve cem törenleri için “ibadet diye cümbüş yapıyorlar”, “cemlerde ahlak dışı gösteriler yapılıyor”, “mum söndürülüyor” gibi karalayıcı suçlamalarda bulunuyordu.
CHP’yi Aleviliğin savunucusu olarak gören diğer partiler, İnönü’nün ya da başka CHP ileri gelenlerinin “gizli Aleviler” olduğu söylentisiyle bile bir yandan “Alevililik karalanıyor”, öte yandan da Sünniliğin sinsi bir düşmanla karşı karşıya olduğu propagandası yapıyordu.
Başarısız kalan, ekonomik sosyal politikalarıyla halkla karşı karşıya gelen hükümetler ya da halk içinde korku yaratarak ortaya çıkacak panikten fayda uman siyasiler, bugün Kürt-Türk düşmanlığı üstünden rant sağladıkları gibi 1990’lara kadar zaman zaman artan ve azalan bir biçimde olsa da, Alevi-Sünni çatışmasını kışkırtmayı; toplumsal gerilimi bu çatışma üstünden yönlendirmeyi en prim yapan politika olarak sürdürdüler.
Hatta denebilir ki çok partili döneme geçilen 1946’dan başlayarak, DP ve öteki Sünni Müslüman tarikatları da arkalarına alarak politika yapan partiler, Alevlikle komünizmi ittifak içinde göstererek (işlerine geldiğinde birbiriyle aynı göstererek) komünizme karşı mücadele konseptini geleneksel Alevi düşmanlığı ile beslerken, yerine göre de komünizme karşı kışkırttıkları yığınların öfkesini Alevilere yönelttiler. Alevi-Sünni gerginliklerini kışkırttılar; Alevileri devlet ve din düşmanları, yerine göre de komünist ilan ettiler. Alevilerin ve Sünnilerin bir arada yaşadığı bölgelerde provokasyonlar yapıldı. Bu provokasyonlar, Maraş, Çorum, Sivas gibi illerde katliamlara kadar vardı. Ve ancak Kürtlerin özgürlük mücadelesi yükselip de düzen ve sistem için bir tehdit olarak görülmeye başlanınca, Aleviler, sağcı, din istismarcısı partiler tarafından da en azından lafta, yeniden Cumhuriyetin, devletin, ülke birliğinin ve bütünlüğünün savunucusu; Orta Asya’dan gelen hakiki Türkler, “Anadolu’yu Türkleştirenler” olarak yeniden keşfedildiler.
Alevilerin ve Sünnilerin bir arada yaşadığı bölgelerde provokasyonlar yapıldı. Bu provokasyonlar, Maraş, Çorum, Sivas gibi illerde katliamlara kadar vardı.
YARIN: CHP, Aleviler ve tarihsel bir çelişki
EVRENSEL - 09.03.2009