Bülent Habora
Geçenlerde AKP’lilerin Savunma Bakanı Vecdi Gönül, İzmir’in bir ilçesinde şöyle demiş yurttaşlara: “Belediye Başkanı AKP’li olmazsa arsenikli su içmeye devam edersiniz…” AKP’lilerin Bakanının karşısına bir muhalif çıkıp da, “Ey Ankaralı, ey İstanbullu, Belediye Başkanınızı AKP’den seçerseniz, içeceğiniz su pislik içindeki Kızılırmak suyu ya da kakalı bilmem ne çayı olur,” diyebilir. Hatta başka birileri de çıkıp, “Genel Seçim’de AKP’ye oy verirseniz, onlar zenginliklerine zenginlikler katar, sizler de yine yoksul olur, yine sefalet içinde yaşarsınız,” diyebilir.
Ama İslamcı Takım, eminim buna da bir yanıt bulur. Bakın geçenlerde 18 çocuk, “Kaçak Kuran Kursu binası”nda yanıp kül oldu, öldü. Bu olayın üzerine birisi (ya da birileri) Güngör Uras’a bir mesaj göndermiş. Şöyle deniliyor mesajda: “Musibetler hakkında bir soru/bir cevap… Soru: Neden deprem, savaş, veba ve benzeri musibetler Müslümanların başına geliyor?.. Cevap: Bu dünya hizmet ve meşakkat yeridir, mükafat ve rahat yeri değildir. İnsanın asil vazifesi Rabbini tanımak ve emrettiği ölçüler içinde yaşamaktır. Bunun da yolu ibadetlerden geçmektedir. (..) Belaların en şiddetlilerine Allah’ın eh sevdiği kulları olan –Başta Efendimiz (ASM) olmak üzere- peygamberler ve salih kullar maruz kalmıştır. Eğer zannedildiği gibi musibet mutlaka kötü bir şey olsaydı, o zaman Allah en sevdiği kullarına bela ve musibetleri vermezdi… Çünkü hadis-i şerifte ifade edildiği gibi: ‘En ziyade musibet ve zorluklara maruz kalanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir.’ (Kaynak: el-munavi, Feyzu’l Kadir, 1:519)… Bela ve musibetlerin daha çok Müslümanların başına gelmesinin nedeni ise, bu dünyada yapmış oldukları hataların ve işlemiş oldukları cezaların karşılığını çekip, Haşir Meydanı’na bırakılmamasıdır. (Açıklama: Haşir Meydanı: İnsanların hesaba çekilecekleri meydan. Mahkeme-i Kübra) (..) İmtihan dünyasında yaşanan ve ‘Şer’ gibi gözüken, müminleri sevdiklerinden ayıran ‘Bu tür musibetler’ birçok hayra vesile olmuş olabilir.” (Milliyet, 3.8.2008)
Neredeyse cehaletin katlettiği 18 çocuğun ana-babalarına, yakınlarına “Zil takıp, oynayın, Mahkeme-i Kübra’dan yırttınız,” diyecekler…
Neyse… Bu mesaj kafamda bir takım sorular uyandırdı:
1) Bu küçük çocuklar, çocukluklarını bile yaşayamayan çocuklar nasıl bir günah işlemişler ki, yanarak ya da boğularak ölmek gibi bir musibetle karşı karşıya geldiler?
2) Hz. Muhammet ve diğer peygamberler ne derece hata yaptılar ki, Allah, “Belaların en şiddetlileri”ne maruz bıraktı onları? Nemenem bir hataydı bunlar?
3) Başlarına hiçbir bela ve musibet gelmeyen, üstüne üstlük neredeyse “El bebek/Gül bebek” yaşayan ve her geçen gün zenginliklerine ve mutluluklarına ilaveler yapan Recep Tayyip Erdoğan’lar, Abdullah Gül’ler, Melih Gökçek’ler, Bülent Arınç’lar ve bilumum İslamcı Takımı, Allah’ın sevgili kulları değil mi? Onları Anayasa Mahkemesi Yargıçları değil, Mahkeme-i Kübra Yargıçları mı bekliyor?
Şimdi öteki tarafı düşünüyorum. Demek bizler tüm emekçi sınıfı, tüm yoksullar, tüm işkence görenler, tüm acı çekenler AKP yönetimi sayesinde Mahkeme-i Kübra’dan peşin peşin vize almış durumdayız. Bu fetva mı desem ya da neyse ne, işte bu mesaja göre öteki tarafta yollarımız ayrılıyor.
“Fetva” deyince, Hasan Pulur, Cahit Kayra’nın “Osmanlı’da Fetvalar ve Günlük Yaşam” adlı kitabından birkaç fetva almış (Milliyet, 3.8.2008) Bir tanesi, bir harika: “İçki içmek, hatta şarabın rengini seyretmek de haramdır. Bir adam keçisine ilaç niyetine şarap içirirse, keçinin eti de haramdır. Ancak keçi birkaç gün içki içmeden otlarsa, eti haram olmaktan çıkar…”
Keçinin biraz kafası çalışsa, dili dönse, kelleyi kurtarmak için şöyle diyebilirdi, belki de: “Len patron, getir bir kadeh şarap da kafayı bulalım…”
Hem kafayı bulurdu, hem de kafayı kurtarırdı…
Neyse… Çocuklarını görmeden katledilen 18 minik ceset üzerine İslam tüccarlığına soyunanlardan Türkiye’yi kurtarsın, Tanrı…
EVRENSEL HAYAT - 10/08/2008