Başlıktaki lafı, 80'li yılların o çok önemli "transformasyon" döneminde, zamanın başbakanı Turgut Özal söylemişti. Sonraları bu sözün aslında, Hazreti Muhammet'e ait olduğunu bir yerlerde okudum. Bir süredir AKP'nin gerçek işlevinin, istediğinin ne olduğunu düşünüyorum. Bu, "din" olamaz. Çünkü, onlar da biliyorlar ki bu ülkede, dinini kendince yaşamak isteyen insanların önünde hiçbir engel yoktur. Üzerinde fırtınalar kopan "türbanın", bir din gereksinimi değil, bir siyasal simge olduğunu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan daha geçenlerde itiraf etmedi mi? 70 milyonluk ülkede 70 bin cami olduğunu; kelime-i şahadet getirmeye, namaz kılmaya, oruç tutmaya, hacca gitmeye (Suudilerin koyduğu kota dışında), zekat vermeye hiçbir engel olmadığını onlar bilmiyorlar mı?
Tabi ki biliyorlar. "Bize zulüm yapılıyor"; "Müslümanlara hayat hakkı verilmiyor" diye yaygara koparanlara, en çok bu AKP yöneticilerinin güldüğüne emin olun. Gülüyorlar, çünkü gerçeğin böyle olmadığını biliyorlar.
Peki o halde AKP gerçekte neyin peşinde? Bu sorunun tek ve çok basit bir yanıtı var: "Paranın". Şimdiye dek devlet yönetimini kontrol altında tutmuş ve alabildiğine zenginleşmiş, sonraları yabancı ortaklarla dışa açılmış Koç'ların, Sabancı'ların, Karamehmet'lerin, Zorlu'ların vb oluşturduğu; yaşam biçimleri itibariyle batılı, elit, rafine sermaye kesiminden farklı olarak, Türkiye burjuvazisinden artık kendi paylarını isteyen, muhafazakar ama gözü yüksekte; daha birkaç kuşak o tahtından indirmeye çalıştıkları burjuvaların yanına bile yaklaşamayacaklarını bildikleri için tedirgin ve saldırgan bir "yeni burjuva sınıfı " doğuyor. AKP bu sınıfın "koç başı".
Bu yeni sınıfın özellikleri şöyle: Batıyı reddediyor gibi görünüyorlar ama ona şiddetle bağlılar. Çocuklarını hep "batıda", en çok da Amerika'da okutuyorlar. Gelinleri doğumlarını Amerika'da yapıyor. Böylece çocuklar doğumdan ABD'li oluyor.
"İsraf haram" diyorlar ama kendileri İsviçre'nin el yapımı saatlerini, Amerika'nın "kişiye özel" giysilerini, İtalya'nın elmas değerinde ayakkabılarını, Versace kravatları, Louis Vuit-ton çantaları kullanıyorlar.
Bu yeni sınıfın kadınları, başlarına "türban" olarak sardıkları örtüleri Paris'ten, iç çamaşırlarını Londra'dan alıyorlar. Çocukların arabaları en son moda ve en pahalı yapımlar. Bu çocukların arkasında bir "koruma ordusu" var. Korumalar "varoşun çocukları". Tıpkı TV'lerde, "bu AKP giderse benim yiyeceğimi, kömürümü kim verir?" diye dertlenen nineler gibi "velinimetlerine" sarılmış gidiyorlar.
AKP kendi sınıfını, benim "ikinci kalite burjuva" diye tanımladığım sınıfı yaratmak için uğraşıyor. "İkinci kalite" diyorum çünkü burjuva olmak zor iştir. Zorlu bir eğitim, kültür birikimi, rafinasyon, sanatla iştigal, zevk, incelik, gusto gerektirir. Bunlar bir nesilde olmaz. Bunun için babadan oğula, anneden kıza bellekler aktarılması gerekir.
AKP'nin bu kendi burjuva sınıfını oluşturma çabası, toplumun önemli bir kesiminin "yerinde saymasını" gerektiriyor. Varoşlar varoşlarda, yoksullar yoksul evlerinde oturacaklar; yeni burjuvazinin "sadaka", "zekat" ve "fitre" kaynaklı, iyilik yapma, sevap kazanma duygularının kendilerine verdikleri ile yetinecekler. İşte dialektik doğrulanıyor. Karşıtlar biribirini yaratıyor. Yoksullar AKP'yi yarattı. AKP burjuvazisi "daimi yoksulları" yaratıyor.
Uğur Cilasun
BİRGÜN - 13 Şubat 2008