Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say’ın “Türkiye’yi terkedebilirim” sözleri, gazetelerin köşe yazılarında neredeyse sınırötesi operasyondan bile daha çok yer buldu.
İSTANBUL - Cumhuriyet gazetesi bugünkü başyazısını, “Say Olayı Nedir?” başlığıyla konuya ayırdı: ...Fazıl Say olayında bir değişiklik var. Ruhi Su’dan sonra ilk kez bir müzisyenimiz ülkemizde büyük sorun yaratıyor ve iktidarın iki numaralı adamı tarafından eleştirip dışlanıyor” tespitinde bulunuldu. Anadolu’da Vakit gazetesinden Abdurrahman Dilipak, Say’ın sözlerine en sert yanıtlardan birini vererek, “Bak Fazıl Say! başlıklı yazısında Say’a, “...’kal’ derim ama gideceksen git gidebildiğin yere kadar... Ama bir gün biz o senin gittiğin mahallede de, her yerde olduğu gibi, bir gün küçücük kızların başlarını örttüğü Kur’an Kursları açacağız, bunu böyle bil!”Ben de birkaç aydır ciddi ciddi, artık hoşlanmadığım/ özlemediğim/ yadırgadığım memleketimden ayrılmayı düşünüyorum” diyen Radikal gazetesi yazarı Perihan Mağden ise Say’dan farklı olarak kendisinde “türban fobisi” olmadığının altını çizdi. Mağden, Say’a, “...Ve Fazıl Say’ın nedenleri ne olursa olsun bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak bu lafları etmeye, yerden göğe kadar hakkı olduğunu düşünüyorum” sözleriyle destek verdi.
Ertuğrul Özkök: Hepimiz böyle bir turnusol sınavından geçiyoruz. Çünkü korkular artık, hepimizin en kuvvetli ideolojisi olan ‘hayat tarzına’ dayanmıştır.
Ahmet Hakan: Sevgili Fazıl... ‘Köylülük’ adını verdiğimiz olgu, ‘halkın değerleri’ kisvesine bürünüp, sinsi bir şekilde ülkenin bütün alanlarını zapt ediyor. Ve sen aslında buna isyan ediyorsun... Hemen söyleyeyim dostum, teşhisinde olmasa bile isyanında sonuna kadar haklısın...
Oral Çalışlar: ... Bu ülkenin yetişmiş sanatçılarına karşı daha dikkatli ve özenli davranması gerekiyor. Hoyratlığa gerek yok.
Umur Talu: Yurdundan kaçırılmış, kaçmış da kefenini kuşanıp bile dönememiş Nazım’ı on parmağında on marifetle çalan çocuk da terk etmek istiyor burasını. Ve hiç anlayamadan onun muhtemel yarasını; Başkaları ona ‘terktir git’ demek için sıralanıyor.
Nazlı Ilıcak: Maalesef iktidarda da, tedirgin psikolojik duruma özen gösteren bir tavır yok. Say’ın çizmeyi aşan nezaketsiz konuşmasına zemin hazırlayan işte bu özensizlik.
Perihan Mağden: Ama ben de birkaç aydır ciddi ciddi, artık hoşlanmadığım / özlemediğim / yadırgadığım memleketimden ayrılmayı düşünüyorum. Ve Fazıl Say’ın nedenleri NE OLURSA OLSUN bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak bu lafları etmeye, yerden göğe kadar hakkı olduğunu düşünüyorum.
Mehmet Barlas : Doğru olan, “Fethullah Gülen neden Türkiye’de değil ve onun anti-tezi olan Fazıl Say da kendini Türkiye’de neden rahat hissetmiyor” sorusuna cevap aramaktır.
Abdurrahman Dilipak: ..Bir gün biz o senin gittiğin mahallede de, her yerde olduğu gibi, bir gün küçücük kızların başlarını örttüğü Kur’an Kursları açacağız, bunu böyle bil!
Doğan Hızlan: Ben iyi müzikçilerin söylediklerini çok önemserim, çünkü duyargaları çok gelişmiştir, yaratıcının ruh dünyasına, her şey çok daha yüksek ve etkileyici bir şidette yansır.
Say’ın “ülkenin ortaçağ karanlığına sürüklendiği” gerekçesiyle Türkiye’den gidebileceğini söylemesi siyaset ve sanat dünyasında geniş yankı uyandırdı; siyasetçiler ve sanatçılar destekleyenler ve tepki gösterenler olarak ikiye ayrıldı. Gazeteler, Say’ın sözlerini ve yankılarını manşet ya da en azından birinci sayfadan duyururken, köşe yazarlarının da neredeyse tümü tartışmayı köşelerine taşıdı. Say’ı destekleyenlerin çoğunlukta olduğu dikkat çekiyor.
İşte kısa alıntılarla Say’ın sözlerinin tartışıldığı köşe yazıları:
Oral Çalışlar (Cumhuriyet):
ÜLKEYİ TERK ETMEK VE FAZIL SAY...
... bu ülkenin yetişmiş sanatçılarına karşı daha dikkatli ve özenli davranması gerekiyor. Hoyratlığa gerek yok. Onun söylediklerinden bazıları rahatsız olabilir. Olsun. Zaten sanatçı biraz da rahatsız edendir, büyük çoğunluk gibi düşünmeyendir. Türkiye bir geçiş dönemi yaşıyor. Bu geçiş döneminin, toplumu kamplara bölmeden, demokratik çoğulculuğu geliştirerek aşılması kolay değil. Çünkü tarafların birbirini anlaması giderek zorlaşıyor.
Ertuğrul ÖZKÖK (Hürriyet):
TURNUSOL SOSYOLOJİSİ
TİPİK bir “turnusol olayı” ile daha karşı karşıyayız. Önümüzde çok önemli bir Fazıl Say olayı var.
Hep birlikte şunu göreceğiz:
“Ülkemi terk edebilirim” diyen Fazıl Say’ı anlamaya mı çalışacağız...
Yoksa “Türkiye demokratikleşirken, Fazıl Say neden maraza çıkarıyor” deyip onu yerden yere mi vuracağız?
Ben kendi tavrımı şimdiden açıklıyorum.
Fazıl Say’ı anlamaya çalışacağım.
GÜL VE ERDOĞAN EMPATİ KURMALI
O nedenle diyorum ki, bugün Fazıl Say’ı anlamaya, onunla empati kurmaya çalışmalıyız.
Bu görev önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ındır.
Bir de gerçek aydınların.
Bu ülkenin kendine liberal diyebilen aydınları, Fazıl Say ülkesinin askerine küfretmedi, “Türban serbest bırakılmalı”, “Türkler 30 bin Kürt’ü kesti”, “Türkler soykırım yaptı” demedi diye, onun bu endişelerini, korkularını, duygularını görmezlikten gelmemelidirler.
Hepimiz böyle bir turnusol sınavından geçiyoruz.
Çünkü korkular artık, hepimizin en kuvvetli ideolojisi olan “hayat tarzına” dayanmıştır.
Ahmet Hakan (Hürriyet):
“YETTİ ARTIK” DEDİRTEN AKP İKTİDARINI OLUŞTURANLARDIR
SEVGİLİ Fazıl...
Bak dostum!
Aslında seni “Alırım başımı giderim efeler gibi hey” noktasına getiren, ne “türban”dır, ne “İslamcıların gelmesi”dir, ne de “yüzde 30 ile yüzde 70 arasındaki asla kapanmayacak gibi görünen fark”tır.
Teşhiste yanılıyorsun dostum, üzgünüm...
Sorun, “din kaynaklı bir hareketin ülkeyi ele geçirmesi” sorunu falan değildir.
* * *
Sevgili Fazıl...
Sorun, AKP iktidarını oluşturanların, kendilerini “halkın gerçek temsilcileri” olarak görmesi sorunudur...
Bunlar “halkın değerleri” falan diyerek, memlekette tek tip bir yaşam tarzını ve kültür anlayışını egemen kılmak istiyorlar.
Dostum, sana “Yetti artık” dedirten işte budur...
“Halkın değerleri” adı altında yüksek sanat birikimlerine yüz çeviriyorlar.
“Halkın değerleri” adı altında memlekette iyi kötü oluşmuş burjuva kültürünü küçümsüyorlar.
“Halkın değerleri” adı altında farklı yaşam tarzlarını ve kültür birikimlerini değersizleştiriyorlar...
KÖYLÜLÜK SİNSİ BİR ŞEKİLDE ÜLKEYİ ZAPTEDİYOR
Sevgili Fazıl...
“Köylülük” adını verdiğimiz olgu, “halkın değerleri” kisvesine bürünüp, sinsi bir şekilde ülkenin bütün alanlarını zapt ediyor.
Ve sen aslında buna isyan ediyorsun...
Hemen söyleyeyim dostum, teşhisinde olmasa bile isyanında sonuna kadar haklısın...
* * *
Yani...
Sevgili dostum...
Teşhisi, “İslamcılar geldi! Eyvah” diye ortaya koymak yerine...
“Köylüler geldi! Eyvah” diye ortaya koymaya ne dersin?
Doğan Hızlan: (Hürriyet):
MÜZİKÇİLER TOPLUMSAL İKLİMİN METEOROLOGLARIDIR
İYİ, uluslararası ünlü piyanist, besteci Fazıl Say’ın bir Alman gazetesinde yayımlanan söyleşisini okuduğumda, toplumsal ve siyasal belirsizlik kaygısına kapıldım.
Fazıl Say, Atatürk’ün sözüne gönderme yaparak, “Sanatçı, karanlığın tehlikesini ilk hissedendir,” diyor.
Ben iyi müzikçilerin söylediklerini çok önemserim, çünkü duyargaları çok gelişmiştir, yaratıcının ruh dünyasına, her şey çok daha yüksek ve etkileyici bir şidette yansır.
Fazıl Say’ın kişiliğini, yetiştiği, okuduğu ortamı bilirsek, onun bu tepkisinin olağanlığını, içtenliğini, dürüstlüğünü daha iyi anlarız.
Ben Fazıl Say’ın bu ülkeyi terk edeceğini, başka yere yerleşeceğini sanmıyorum.
Çünkü o sadece bir icracı, bir besteci değildir, siyasal tavrını, dünya görüşünü de seçmiş ve açıklamıştır.
Názım Hikmet Oratoryosu’nu, Metin Altıok Oratoryosu’nu besteleyen bir Türk müzikçisi başka yerde mutsuz olur.
Áşık Veysel’in Kara Toprak’ının değerini, anlamını bilen, algılayan, onun köyüne giden birinin duyarlığı, dışarda yaşamasına elvermez
Ben burada yaşamasını isterim...
Mehmet Barlas (Posta):
FETHULLAH GÜLEN GELEMİYOR, FAZIL SAY GİTMEK İSTİYOR
Yani mesele Fazıl Say’ın ülkesine küsmesine gerekçe olarak gösterdiği “Onlar yüzde 70, biz ise yüzde 30’uz; İslamcılar güç kazandı” söylemi değil.
...
Doğru olan, “Fethullah Gülen neden Türkiye’de değil ve onun anti-tezi olan Fazıl Say da kendini Türkiye’de neden rahat hissetmiyor” sorusuna cevap aramaktır.
AK Parti ipe un seriyor.
Bu ülkede herkesin ihtiyacı, hukukun üstün olduğu, temel hak ve özgürlüklerin en üst değerler olarak kabul edildiği, bireyin devletle eşit haklara sahip olduğu, insanların kendilerini ideolojik ve inançsal baskılar altında hissetmedikleri bir liberal demokrat sosyo-politik ortamdır. AK Parti iktidarı, Avrupa Birliği projesine sahip çıkarak bu ortama toplumu taşıyacağı ümidini vermişti. Yapılması gereken bu konuda ipe un sermek yerine tekrar harekete geçmektir. Ancak bu şekilde Fazıl Say’lar “Biz gidiyoruz” dedikleri zaman, bu sözler toplumda fazla ciddiye alınmaz.
Umur Talu (Sabah):
CENNETTE CİNNET!
Hala oturamadık yerimize.
Yerleşemedik.
Birbirimizi komşu, arkadaş, dost, kardeş edinemedik.
“Dört nala gelip uzak Asya’dan”, bir bin yıl sonra dahi, “bir kısrak başı gibi uzanan” bu yurdu, ya kendimize yurt belleyemedik yahut başkasının da yurdu sayamadık.
Ya bizim zindanımızdı ya başkasına zindan ettik.
Yurdundan kaçırılmış, kaçmış da kefenini kuşanıp bile dönememiş Nazım’ı on parmağında on marifetle çalan çocuk da terk etmek istiyor burasını.
Ve hiç anlayamadan onun muhtemel yarasını; Başkaları ona “terktir git” demek için sıralanıyor.
Muhtemelen o çocuk da birçoklarının kaçışını, kaçamadığı için sinip susuşunu, bir köşeye kıvrılışını anlayamamıştı.
Bir başka çocuğun mesela burada okuyamayışını, doyamayışını, aç karnına aşağılanmak yerine azıcık karnını doyurup şöhret olmadığı için savunmasız kaldığı gurbetlerde aşağılanmaya koşuşunu pek kavrayamamıştı.
Bir türlü yerleşemedik.
Komşumuzu komşu, yurttaşımızı yurttaş, bir ötekinin vatan sevgisini vatan sevgisi bilemedik.
Tahammül edemedik.
Sabah (Nazlı Ilıcak):
FAZIL SAY VE ORTAÇAĞ KARANLIĞI
Değerli bir sanatçının, derme çatma fikirlerle ortaya çıkıp, ülkemizin “Ortaçağ karanlığına gömüldüğünü”, üstelik yabancı basına söylemesinin altında nasıl bir psikoloji yatıyor? Şişik ego, peşin hüküm, dogmatik düşünce, nezaketsizlik gibi unsurları bir kenara bırakırsak, tek kelimeyle “panik atak” diyebiliriz. Panik atak, kendini hasta hissetme şeklindeki bir ruh halidir. Bir başka şekli paranoyadır. Sanatçının endişelerinin, maalesef toplumda da bir karşılığı var. Aynı Ertuğrul Özkök’ün yazdığı gibi, “Türk halkının bir bölümü kendini, yenilmişlik, azınlıkta kalmışlık duygusu içinde buluyor; özellikle kadınlar.”
Peki bu panik atak durumuna iyi gelecek “güven arttırıcı önlemler” ne olabilir?
Madem kadınlar en çok korkuyor, kadınlara acaba biraz daha önem verilse... Mesela, YÖK Başkanı’nı atarken, bir kadın tercih edilemez miydi? Başbakan veya cumhurbaşkanı, uçağına hiç kadın gazeteci almıyor. İhmalden kaynaklansa dahi, biraz “maço” bir görüntü veriliyor. İmam Hatip okulunun kız talebelerine tahsis edilen otobüse ne demeli? Veyahut, yeni seçilen YÖK Başkanı’nın “dakka bir gol bir”, tartışmanın odak noktası haline gelmesine? Maalesef iktidarda da, tedirgin psikolojik duruma özen gösteren bir tavır yok. Say’ın çizmeyi aşan nezaketsiz konuşmasına zemin hazırlayan işte bu özensizlik. “Türkiye Ortaçağ karanlığında” diyor. Böylesine gerçek dışı ve Türkiye’yi aşağılayıcı bir cümleye rağmen, hâlâ taraftar toplayabiliyor.
Perihan Mağden (Radikal):
FAZIL SAY HAKSIZ MI?
Benim Türban Fobim yok. Benim, Tekamül Etmemiş Demokrasi Fobim var diyelim. Pek çok kez de ‘Sevmem de Terk Etmem de’ başlığı altında toplanabilecek yazılar yazdım. Yani Fazıl Say’la nerdeyse iki polar uç oluşturuyoruz siyasi görüş açısından.
Ama ben de birkaç aydır ciddi ciddi, artık hoşlanmadığım/özlemediğim/yadırgadığım memleketimden ayrılmayı düşünüyorum. Ve Fazıl Say’ın nedenleri ne olursa olsun bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak bu lafları etmeye, yerden göğe kadar hakkı olduğunu düşünüyorum.
Şimdi kalkıp İktidar Partisi’nin genel başkan yardımcısının böylesine kaba ve agresif laflar edebilmesi, bir vatandaşımız hakkında- İşte tahammülfersa olan BU!
İşte çirkin olan, katlanılmaz olan, hiçbir şekilde demokrasinin özüyle bağdaşmayan bu laflar, bu tutumlar.
Bizler (diyelim Türban Fobisinden Ari Olanlar) onların hiçbir şeyini yadırgamayacağız. Yaşam biçimlerini, konuşma tarzlarını, hayat görüşlerini kabul edeceğiz, ‘bireysel tercihler’ kategorisinde değerlendireceğiz; ama onlar çıkıp Bir Birey’in, Bir Pianist’in memleketiyle ilgili duygularının dışavurumunu bu denli katlanılmaz bulacaklar. En kabadayı/maço/uygunsuz lafları ‘yapıştırmakta’ hiçbir beis duymayacaklar!
George W. Bush ikinci kez başkan seçildiğinde “Böylesi bir kuduz köpeğin yönettiği bir ülkede çocuklarımı yetiştiremem,” denli ağır laflar etti Johnny Depp.
Ne kalkıp hiçbir Otorite, kendisine en kestirmeci/saldırganından laflar etti, ne de ‘Amerikalılığa hakaret’, ‘Uluğ devlet görevlisine dil uzatma’ türünden fantastik antidemokratik maddelerden hapis istemli davalar açıldı hakkında.
Ben diyelim: ‘gak’ dediğim için ‘hakaret’, ‘guk’ dediğim için ‘yargıyı etkilemeye teşebbüs’, ‘hop’ dediğim için ‘aleni hakaret’ten yargılanmaktan, habire mahkemelenmekten bezdiğim/bezdirildiğim/işimi yapamaz hale getirilmek istendiğim için ciddi ciddi ayrılmayı düşünüyorum Türkiye’den.
Dünyanın hiçbir ama hiçbir ülkesinde ‘Devlet Memuruna Hakaret’ kutsal maddesini bu denli nalıncı keseri gibi, hassas devlet memurlarımızın lehine, yazanın/düşünenin aleyhine yorumlama hakkını kendinde gören ‘adalet’ adamları/kadınları olmadığına da, eminim.
Bir fikir beyanının ‘yorum’ sınırlarını aşıp, ‘eleştiri’ sınırlarını aşıp, ‘ağır eleştiri’ sınırlarını aşıp hakaret sınırlarını ihlal etmesi için, her şeyden önce şahsi olması gerekir.
sıkıştırıldığım bugünlerde ben de ciddi ciddi artık yurtdışında yaşamayı düşünüyorum.
Say’a hak vermem bir yana; derhal kendi haklarımın/ifade etme/yazma özgürlüğümün peşine düştüm. Bugünlerde feci doldum. Doluyum. Maalesef. Zira.
NTV-MSNBC - 17 Aralık 2007 Pazartesi