Fehmi SALIK
Sadece iki şey sınırsızdır: Evren ve insanoğlunun ahmaklığı; ilkinden O kadar da emin değilim...
-Albert Einstein-
Bana göre şu insanoğlunun tanımı, yeterince yapılmış değil henüz. Tarihsel gelişim çizgisinin her noktasında kalem oynatan ekonomistler, felsefeciler, psikologlar, düşünürler, tüm sanatçılar, insan denen bu kapalı kutuyu tam olarak açamamışlardır. Nasıl ki yeryüzünde bulunan bunca insanın parmak izleri birbirinin aynı değilse, bunca insanın kişiliği de birbirinin aynı değildir.
Siz hiç bir hayvanın, bir hayvana işkence yaptığına tanık oldunuz mu?
İnsanın, sadece insana değil, o zavallı hayvanlara da neler yaptığını, bayram adını verdiğimiz bu günlerde hep birlikte görüyoruz işte.
Hayvanlar dünyasında güçlünün güçsüzü sindirdiği, korkuttuğu, kaçırdığı bir gerçektir; ancak bu, doğal bir sonuçtur. Hiçbir hayvanın, bir başka hayvanın onurunu kırdığına, ona acı çektirdiğine, daha güçlü bir hayvana yaranmak için hemcinsine hakarette bulunduğuna tanık olmadık şimdiye dek. Hayvanlarla, hayvanlığın ileri aşamasında olan insanoğlunu kıyaslamaya kalkışsam; ne dilim, ne de kalemim yeter buna. Dünyanın en akıllı üç beş kişisinin içinde sayılan Einstein bile, bana göre insanoğlunun ahmaklığını atom olayından sonra anlamıştır. Eğer önce bunun ayrımına varsaydı, o olağanüstü buluşunu kesinlikle gerçekleştirmezdi.
İnsanoğlunun kötü huylarından biri de şımarıklığıdır. Eli ekmeğe erişince, cebi para görünce, ne oldum delisi ne döner bu zavallı yaratık; yükünü daha da artırmak için doğruları eğer; olmamışı oldurur; ak ın üstüne kara çalar; sağına/soluna çamur atar sürekli. Ama bu çirkef tüccarları nın saltanatı uzun sürmez öyle; kir üstüne/pislik üstüne kurulmuş bu yapay tahtları, günü gelir çatırdar, yıkılır. Bu emek sömürücüleri nin dili konuşamaz, kalemleri yazamaz, gözleri insanların yüzüne bakamaz olur. İzbelerine kapanırlar; çıkamazlar bir daha da. Çünkü bu halk, bu toplum, böylelerine gerekli dersi vermekte gecikmez. Bu ders, öyle uyduruk o zorunlu din dersi ne benzemez. Gerçek derslerdir bunlar; tarih, bu gerçek derslerle doludur.
Aleviler de tıpkı Kürtler gibi yüzyıllardır bir kimlik savaşımının içinde bulmuşlardır kendilerini. Bu yüzdendir işte direnmişler; hakarete uğramışlar; bulundukları yerlerden göçe zorlanmışlar; tabur tabur katledilmişlerdir.
Bu toplumun sözcüleri, sürekli egemen olan Yezit düşüncelilerin baskısı altında kalmışlar; derileri yüzülmüş; darağaçlarını boylamışlar; susuz bırakılmışlar; yakılmışlardır. Hallac-ı Mansur'lar, Şeyh Bedreddin'ler, Nesîmi'ler, Pir Sultan'lar, Seyit Rıza'lar bu yolun ölümsüz öncüleridir. Bugün 21. yüzyılda bile bu Yezit düşüncelilerin serptikleri tohumun yeşerdiğine yakından tanık oluyoruz. Maraş, Çorum, Gazi, Sivas katliamları, günümüz aynasından yansıyan birer yüz karası olarak oturmuştur insanlığın yüreğine.
Bir Güner Ümit , bir M. Ali Erbil olayları, devede kulaktır. Asıl hinoğluhinler, fitne merkezleri nde karanlık düşüncelerini yaşama geçirmek için proje üretenler dir. Böyleleri kolay kolay görünmezler; perde arkasındadırlar hep. Güner Ümit, Hacivat; Erbil'se, Karagöz dür. Onları oynatan ip, perde arkasında gizlenen o kırılası ellerdedir. Kimi zaman perde aralandığında, bu saklananlardan bazıları gölge gibi de olsa, bir görünüm sergiler. Bu suflörlerden biri de yazdığı bir iki kitap sonucu iyice şımaran İskender Pala adında bir asker kovulmuşu dur.
İskender Pala'nın son kitabı, Şah ve Sultan adını taşıyor.
Kitabın adı, altın suyuna batırılmış sarı sarı harflerle yazılmış; ışıl ışıl parlıyor. Konu, adından da anlaşıldığı gibi Çaldıran Savaşı'nın iki savaşanı ele alınıp işlenmiş. Senaryo, alayımsı, ince dokunmalarla işlenmiş; Şah İsmail'e ve Alevilik inancına büyük hakaretlerle veryansın edilmiştir. Alevilerin yedi ulu ozanlarından biri olan, şiirlerini Türkçe yazan Şah İsmail, (Hatayi) kopasıca bir dille aşağılanmış; yüz binlerce Alevi'yi kırdıran ve azılı bir Alevi düşmanı olan Yavuz Sultan Selim, iyilik meleği olarak göklere çıkarılmıştır. Tarihsel gerçekler çarpıtılmış, suyun akışı çevrilmek istenmiştir. Kitapta yer yer Alevi inanışlarına: cem'ine, dolu'suna, semah'ına, tüm ritüellerine açıkça saldırıda bulunulmuştur.
Ben İskender Pala'nın Babil'de Ölüm, İstanbul'da Aşk'ını da okumuştum. Pala, orada edebî bir dil, kullanmıştı; bu yapıtındaysa kullandığı dilin sıfatı, zehirli olabilir ancak.
Yazarların görevi, toplumları birbirlerine düşman kılmaktan çok, gerçekleri çarpıtmadan, olayların üzerine tuz/biber ekmeden, toplumların inançlarına, kültürlerine, yaşayış biçimlerine, gelenek/göreneklerine saygı göstermektir. Elbette Seyit Nesîmi'nin, Şeyh Bedreddin'in, Pir Sultan'ın, Seyit Rıza'nın elden ele devredip gelen bayrağını taşıyan onların torunları, atalarına yakışır biçimde kötü söz sahiplerine, kışkırtıcılara, kindarlara, kan dökücülere/ kan içicilere gereken yanıtı vermekte gecikmeyeceklerdir; böylelerini toplumun katında sorgulayacak ve lanetleyeceklerdir.
Böyle olduğunu da gördük; mutlu olduk.
Bu girişimde bulunanlardan biri de Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı'dır. Bu Vakıf yöneticileri, bu uyduruk ve safsatalarla dolu kitabın toplatılması için yargı yoluna başvurmuştur.
Vakıf yöneticilerinden Murteza Demir'in, görüşleri arasında bulunan şu bölümceyi sizlerle paylaşmak isterim:
"Bu kitabı alıp okumaya başladım. Kitabı okudukça bir Muaviye oyunuyla karşı karşıya bırakıldığımızı ve kandırıldığımızı üzüntüyle gördüm. Adam, nefret kusuyordu. Alevi/Bektaşiliğe yapılan bütün iftiraları derlemiş; yenilerini de uydurup ilave etmiş; Alevi sevgisi örtüsü altında iftiraları güncelliyordu. Kaba, hoyrat ve acımasızdı. Bırakın edebiyat adamı olmayı, sıradan insani değerlerden bile nasibini almamıştı"
Ali İzzet'in o ünlü şiirinin ilk dörtlüğü dilimin ucuna geliyor hemen. Bu şiiri geçmişte bir parti için söylemişti. İskender Pala, iyi bir edebiyatçıysa, o şiirden haberdardır mutlaka. Parti adını kaldırıp yerine İskender'i koyalım; ne de uyum sağlar görün o zaman.
Ali İzzet'in dilidir:
İskender'i gözel bir kız sandık
Çirkin çıktı, kötü çıktı, dul çıktı
Alnım açık, yüzüm ağ, dedi kandık
Yüzü kara çarşaf, başı kel çıktı...
Toplumu birbirine düşürüp arkadan tırnak çalanlar, gün gelir sığınacak birer delik bulamazlar.
Şu hiç unutulmasın:
Toplum, bazen susturur...
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy80790 = 'fehmisalik' + '@';
addy80790 = addy80790 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text80790 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
80790 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
KAYNAK : Alevihaber.com - 18 Kasım 2010