Hükümet, insan haklarını çok yakından ilgilendiren işkence görmeme hakkı, yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, sendikal özgürlük gibi temel konularda hiçbir açılım sunmazken; din ve inanç özgürlüğünün Sünni ve Hanefi inancı dışındaki birey ve toplulukları da kapsadığını görmezlikten gelerek, sadece "türbana özgürlük" ekseninde bir özgürlük anlayışını ülke gündemine taşıyıp yoğun bir tartışma ortamı yaratmış bulunuyor.
Toplumun büyük bir kesimi yeni bir anayasa taslağını, çağdaş ve demokratik bir ülke olma, özgürlükleri genişletme, demokratikleşmenin önünü tıkayan darbe kalıntısı düzenlemelerden kurtulma olasılığı olarak algılayıp, umutla bir tartışma ortamı açılmasını beklerken, AKP'nin ve MHP'nin Türban sorununa çözüm bulmak iddiasıyla mevcut anayasanın iki maddesini alelacele değiştirme çabaları gündemi tümüyle işgal etmiş, tartışmaları dar ve kısır bir alana sıkıştırmıştır.
Temel hak ve özgürlükler sorununa hükümetin bütünlüklü bir yaklaşım içinde olmadığına tanık oluyoruz. İnsan haklarına dayalı bir hukuk devleti olmamızın önünde duran engellerin ortadan kaldırılması için kapsamlı bir özgürleşme projesine gereksinim varken, hükümet; seçmen kitlesinin bir bölümüne hoş görünmek amacıyla siyasi pragmatizm ve fırsatçılık içine girmiştir. Bu durumdan kaygı duyuyoruz.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, günümüz Türkiye'sinde kurumsallığı ve uygulamalarıyla ağırlıklı bir konumda olan İslam dini ve özellikle Sünni ve Hanefi inancının, esas olarak, dinsel bir baskı altında olduğu söylenemez. Aksine bu inancın sahipleri, kırklı yılların ikinci yarısından itibaren devlet desteğiyle inanç, ibadet, öğretme ve yayma özgürlüklerini diğer inanç gruplarına oranla daha rahat kullanabilmişlerdir.
İnanç ve din özgürlüğü ancak, inanmayanların ve tüm dinlerin özgürlüklerini de kapsadığı, bütünlüklü olarak kabul edildiği ve uygulandığı zaman, demokratik bir hak olarak meşrulaşır. Türkiye, inanmayanların, Hıristiyanların, Yezidilerin ve Alevilerin ağır baskılara ve hak ihlallerine uğradığı bir ülkedir. Daha dün Malatya'da üç Hıristiyan'ın işkence ile vahşice öldürülmeleri hatırlardadır. Bu nedenle yalnızca türbana endeksli bir inanç özgürlüğü söylemi, insan haklarına dayalı bir toplum yaratma özlemi doğrultusunda samimi bir çaba olarak değerlendirilemez.
İşkence yasağının mutlak olması dışında, diğer hak ve özgürlüklerin özünü ortadan kaldırmadan, en dar yorumlanarak da olsa, belli koşullarla başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması adına belli düzenlemelere tabi tutulabildiği Özgürlükçü Demokratik toplumlarda "inanç özgürlüğünün" hiçbir koşulda düzenlenmemesi gerektiğini, her koşulda inancın gerektirdiği gibi davranılabileceğini savunmak, bir toplumu egemen olan inanca göre şekillendirmek demektir.
İnançların niteliği gereği tartışılamayacağı, sorgulanamayacağı olgusu karşısında; inancın egemen olduğu toplumlarda -bu hangi inanç ve din olursa olsun-çoğulculuğun ve demokrasinin yaşatılamayacağının görülmesi gerekir. Bu durum niyetlerden bağımsız objektif bir gerçekliktir.
Bu nedenle, demokratik toplumlarda din ve inanç özgürlüğünün mutlak olmadığı gerçeğinin bilinerek bir çözüm üretmek yerine, meclisteki sayısal çoğunluğun gerekli ve yeterli tek veri kabul edilerek yapılan bir dayatma, insan hakları ve özgürlükleri bağlamında savunulamaz.
Sivil yaşamda serbest olan türbanın da bir dini simge olarak taşınmasının demokratik toplumlarda belirli düzenlemelere tabii olabileceği gerçeği toplumdan gizlenerek, bugün sürdürülmek istenen tartışma "devlet katında dini esasa dayalı bir mevzi daha kazanma" hevesiyle sorunu daha içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir şey değildir. Türban, siyasette daha ziyade bir güç ve iktidar simgesi olarak algılanmakta, bu haliyle kayrılma, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda yer edinme, güçlenme ve sivrilme beklentilerini beslemektedir.
AKP ve MHP'nin üzerinde uzlaştığı şey türban taşıyanları özgürleştirmek değil, Türk-İslam sentezine dayanan "İslami Ahlak Sistemi"ni tüm topluma dayatmaktır. Anayasayı mecliste değiştirme çoğunluğu olan bu iki siyasal parti, inanç ve ibadet alanında gerçek bir özgürleşme ve demokratikleşmeyi samimi olarak gerçekleştirmek istiyorlarsa, kendilerini;
-Anayasa'ya (m.24/4) 12 Eylül generallerinin yerleştirdiği, amacı İslam ve diğer dinler hakkında bilgi vermek olmayan, doğrudan doğruya Sünni-Hanefi inancını telkin amacıyla kullanılan "din kültürü ve ahlak bilgisi" derslerinin ilk ve orta dereceli okullarda okutulmasına son vermeye;
-Türkiye'de uygulanan laiklik, inançların resmi ideoloji tarafından denetlenmesinin mekanizması olarak işlev görmektedir. Bu nedenle devlet-din ilişkisine gerçekten son vermek için, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kaldırmaya;
-Alevilerin asimilasyonunu öngören politikaları terk etmeye, Cem evlerini serbest bırakmaya;
-Kamu hizmet alanlarını İslam dininden olmayan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına da açmaya;
-Diğer inançlardan yurttaşların haklarını yasal güvence altına almaya...
Hükümeti ise;
-Türkiye'nin demokratikleşmesini önceleyen bir programla toplumun insan haklarına dayanan gerçek demokrasi, özgürlük ve barış taleplerine yanıt vermeye;
-Hazırlandığı söylenen anayasa taslağının, demokrasi ve özgürlükleri esas alan, her türlü ayrımcılığı ve nefret söylemini yasaklayan ve dolayısıyla "herkesin" içine sindireceği bir "mutabakat" metni olmasını amaçlayarak, kamuoyunda en geniş biçimde tartışılmasını sağlamaya;
-Bu ülkedeki dinsel hoşgörüsüzlüğün somut örneğini oluşturan Malatya'da üç Hıristiyan'ın öldürülmesi vb olayların bir daha asla olmaması için suçluların cezalandırılması dahil her türlü önlemi almaya, davet ediyoruz.
Her türlü hak kısıtlamasına ve ihlaline karşı duran bir kurum olarak, bu ülkede farklı din, dil, etnik köken ve kültürlere karşı hoşgörüsüzlük ve duyarsızlıkların sona ermesini; kalıcı, adil, eşit ve sürekli bir barış ortamının tesis edilmesini istiyoruz. Halen kamuoyunu meşgul eden türban gündem ve geriliminde ise bu çok önemsediğimiz hedeflere ulaşılmasına yardım edecek bir boyut görmediğimizi ve bu nedenle de büyük kaygı duyduğumuzu, ilgililer ve kamuoyu ile paylaşırız.
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI BAŞKANI
YAVUZ ÖNEN
8 Şubat 2008