Bu, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Sivas Alibaba’da katledilen yüzlerce Alevi, ilerici için, bu MHP ve uzantısı TİT tarafından öldürülen Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu gibi saygın bilim adamlarının sevenleri başta olmak üzere, MHP eliyle hunharca öldürülmüş binlerce devrimcinin, sendikacının, işçi önderinin, öğrencinin sevenleri için; bu ‘77’de 1 Mayıs meydanında yaşamını yitiren yiğit işçiler ve işçi kuşakları için uygun bir yol ve Cumhuriyet değildir. Selçuk’un Cumhuriyet’i faşisttir!..
Tevfik TAŞ : Reklam ve Korku
Fıkra bu ya, komünist partinin önde gelen isimlerinden biri ölümcül hastadır. Yaşlı ve deneyimli adam, öleceğini sezdiği anda yakın arkadaşlarından birini çağırıp şöyle demiş:
“Bana faşist partinin liderini çağırın; gelirken üye defterini de yanında getirsin.”
“Neden” demiş öteki.
“Faşist partiye üye olacağım...”
“Fakat nasıl olur, siz ülkenin tanınmış komünistlerinden birisiniz?”
“Olur” demiş yaşlı adam ve eklemiş: “Az sonra öleceğim, neden bir komünist ölsün ki, ölecekse bir faşist ölsün. Bu yüzden de faşist partiye üye olmam gerekiyor.”
İlhan Selçuk’u devrimci yelpazenin bir parçası, ilericiliğin renklerinden biri olarak değerlendirenler, Selçuk’un ömrünün son demlerinde okurlarını MHP’yi desteklemeye çağırırken böyle bir düşünceyle hareket ettiğini düşünerek rahatlasınlar isterdim.
Gel gelelim bu çok kolay değil, çünkü ben Cumhuriyet gazetesini de, uzun yıllardır ona yön veren İlhan Selçuk’u da, devrimci yelpazenin iyi ya da kötü bir parçası olarak görmek bir yana; tam tersine, ülkedeki devrimci gelişmenin, özgürlük atılımlarının karşısında büyük bir engel, bulandırıcı, solda gözüken sağcı olarak görüyorum. Bunu şimdi yaptıklarından ötürü değil, düşünüşünün ve eyleminin toplamına bakarak ve uzun yıllardır söylüyorum. Kendimi övmeyi sevmem ama bu konuda yazdığım yazı için 1996’da yayınlanmış “Bakmak-Görmek” (Öteki Yayınları) adlı kitabıma bakılmasını rica ederim.
Bu yazı, 15/ 07/ 2007 tarihinde Evrensel gazetesinde yayımlandı. Yazının bundan sonrasını okuyup okumamak sizin bileceğiniz bir iştir.
Ancak, uzun zamandır, toplumda cinayetler, çeteler gibi can yakıcı olgularla yer etmiş MHP gibi partileri desteklediğini açıkça ilan eden Cumhuriyet gazetesi yönetiminin yeni işlerinden biri, yazar Erdoğan Aydın’ın işine son vermek oldu.
Cumhuriyet gazetesinin yönetimi, Erdoğan Aydın’ın “Türkiye’de zorunlu din derslerine” karşı yaptığı bir konuşmadan ötürü bunu yapmıştır. Gazetenin gerekçesi, bu konuşmalardan birinin ROJ TV’de yapılmış olmasıdır. Oysa gerçekte, Erdoğan Aydın’ın konuşması önce Fettullahçı basında büyük tepkiler toplamış ve ardından Cumhuriyet gazetesinin yönetimince yazar “cezalandırılmıştır.”
Üstelik öyle bir ceza ki, sadece yazarın gazetede yazmasına son vermekle yetinilmemiş, yazarın büyük çoğunluğu Cumhuriyet yayınlarınca basılan ve dinin ortaçağ karanlığına karşı yazılmış eserleri TÜYAP’ta tezgâhtan/ vitrinden kaldırılmıştır.
Yazının bundan sonrasını okumanız, söz konusu gazete yönetiminin bugün yaptığıyla, dün istediği arasındaki çelişkiyi anımsamanız bakımından yararlı olabilir.
Cumhuriyet, seçimler öncesi, “TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?” diye ilan vererek “dinci gericiliğe savaş açtığını” haykırıyordu. Aynı gazete, bugün, aynı dinci gericiliği, tarihiyle, kültürel arka planıyla inceleme çabasının ürünleri olan kitapları, okuyucudan saklayarak yasaklamaktadır.
Demek ki bir gericiliğin safında durarak, öteki gericilikle savaşım vermek çok olanaklı değilmiş ya da açıkçası yapaymış.
Demek ki, kendisinin “ilerici olduğunu” söyleyen bir gazete, 1952 yılında şair Nazım Hikmet’in fotoğrafını basıp “millet yüzüne tükürsün diye bastık bu fotoğrafı” (bkz. Emin Karaca, Cumhuriyet; Tevfik Taş, Bakmak-Görmek) diyen zihniyetle hesaplaşmadıkça, kendi geçmişiyle yüzleşmedikçe tarih değişmiş olmuyor.
Demek ki derdin niteliği değişmeden tarih değişmiyor.
Çelişen cümleler
Cumhuriyet gazetesi, aylar önce başlattığı “TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?” başlıklı reklâmını, seçim süreciyle de ilişkilendirerek yeniden yayına soktu. Gazetenin manşetinin üstünde, simsiyah uzun bir zemin üstünde bir çift göz ve üst köşesinde şu satırlar yer alıyor: “Bu sandığın içindeki tehlikeyi görüyor musunuz?” Alt kenarında da “Oylarınızı laik ve demokratik Türkiye için birleştirin, Cumhuriyet’inize sahip çıkın!..”
Biz beğenelim ya da beğenmeyelim, Cumhuriyet gazete olarak köklü bir yayındır. Bu kadar uzman kadrolarla yayın yapan bir gazetenin böylesine kötü bir tasarım yapmasını ve kendi lehlerine olacağını düşündükleri bir sözü böylesine kötü, gazetenin ve yayın yönetmeninin istediği anlamdan uzaklaşacak gibi kurmuş olmalarını inanın ki anlamakta zorlanıyorum.
Hani “iki lafı bir araya getiremez” derler ya, tam da bunu yapmışlar.
Tasarımcı şunu mu demek istiyor: Bu sandığın/ülkenin çoğunluğu karanlık, bu zifiri zindanda aydınlık, sadece şu bir çift göz kadar küçücüktür. Tasarımcı yoksa şunu mu demek istiyor: Bu sandığın içinde büyük bir tehlike var. Yaklaşmayın! Bu, seçimleri boykot demektir ki aşağıda oy talep eden satırlarla çelişmektedir.
Tasarımcı ve sloganı bulanlar, bu tasarımı ve sloganı kabul edenler, bu iki cümleciğin birbiriyle bu denli çelişmesini nasıl sağlamıştır?
Korkunun en pis hali
Ancak söz konusu gazetenin bu reklâmı, bütün bunların ötesinde başka bir özelliğiyle daha ilgilenmeyi hak ediyor.
Korku!..
Bu kavram, sadece insanlığı cehennem imgeleriyle hizaya getirmeyi amaçlayan dinin temel dayanaklarından biri değil, aynı zamanda burjuva demokrasisinin de ana oluşturucularından biridir. Ancak Cumhuriyet gazetesinin bu reklâmı, korku kavramının en “kihtç” (düşük, pis, fena) hallerinden biridir.
Haberlerinde, yayın yönetmeninin yazılarında, Türkiye’nin faşist partisini övüyor, kayırıyor; birinci sayfasının manşet üstüne de bu reklâmı koyuyor.
Sandıkta bir tehlike var!
Ne tehlikesi?
Dinci parti tehlikesi!
Buna karşı, şunu destekleyerek “Cumhuriyet’ine sahip çık!”
Karanlık bir zeminde temel vurgusu “Tehlike” olan bir reklâm...
Şunu elbette kabul etmeliyiz; AKP Türkiye için korkunçtur. Çünkü Amerikan emperyalizminin emrinde, din alıp din satarak halk kandırmakta; ama gerçekte ülkeyi satmaktadır. Bunu dinciliğin o bildik karanlığına, ağır çürümüşlüğüne sarınarak yapmaktadır.
Ama ötekiler de faşist işte.
İlhan Selçuk, “kendisine işkence eden faşistleri bağışlayarak Cumhuriyet’i kurtarmayı” öneriyor. Bu onun için uygun bir yol; MHP’li çetelerin iktidarıyla savunulacak Cumhuriyet, Selçuk için uygun bir Cumhuriyet olabilir. Ama bu, bu ülkede işkenceye karşı savaşım verenler, çetelerin yargılanmasını isteyenler, kurumsallaşmış yolsuzluklardan kurtulmak isteyenler için uygun gözükmüyor.
Bu, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Sivas Alibaba’da katledilen yüzlerce Alevi, ilerici için, bu MHP ve uzantısı TİT tarafından öldürülen Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu gibi saygın bilim adamlarının sevenleri başta olmak üzere, MHP eliyle hunharca öldürülmüş binlerce devrimcinin, sendikacının, işçi önderinin, öğrencinin sevenleri için; bu ‘77’de 1 Mayıs meydanında yaşamını yitiren yiğit işçiler ve işçi kuşakları için uygun bir yol ve Cumhuriyet değildir.
Selçuk’un Cumhuriyet’i faşisttir!..
“Ey Cumhuriyet okuyucusu, dincinin bu dünyada yaratacağı karanlıktan korkun! Bu korkuyu içinizde duyarak, faşistleri ve şovenleri destekleyin.”
Buna, korkuya kapılanların yaydıkları korku denir.
Korkunun karşısında tek bir seçenek vardır: Cesaret.
Cesaretse bu ülkede doğruyu insanca, hakça olanların deney birikimlerinde büyümektedir. Çünkü cesaret kabadayılıktan, gözü karalıktan farklı olarak, öğrenilen ve büyütülendir.
Acente demokrasi
Cumhuriyet’in reklâmına karşı, reklam yayınlayan Radikal gazetesi ise “orijinal demokrasi” dedi.
Oldu İsmet Berkan Bey, Aydın Doğan’ın medya grubu, aldığı kredilerle orantılı olarak AKP’yi desteklesin, siz de “orijinal demokrasi bizde” deyin.
Aydın Doğan, demokrasiyi eğer yan sanayi olarak kullanmak isteğinden vazgeçmiş olsaydı, lakırdınızın üstünde konuşmak olanaklı olurdu. Ama şimdi, o eski argoyla size “Acente” demekten kendimi alamıyorum. Acente İsmet’in Acente demokrasisi...
6 Kasım 2007
Tevfik TAŞ