“Tarih an’da gizlidir” der bilge insan. İtalya vatandaşlığı olduğu belirtilen Sevda Noyan’nın Ülke TV’de Esra Enönü’nün programında “listem hazır, biz hazırız, Baroları kapatalım, eşcinsellik tedavi edilebilir, bizim aile şöyle 50 kişiyi götürür, bizim sitede hala 3-5 var, yani benim listem hazır açıkçası…” sözlerini söylediği an’ın arka planında bir devlet zihniyeti bulunmaktadır. Öncelikle bunu görmek gerekir. Yoksa sözler o bireyle sınırlı kalır.
S.Noyan AKP’nin dışa vuran karakteridir. Bu nedenle Noyan’dan ziyade onu bu hale getiren sisteme yönelik eleştiriyi esas almak daha çözümleyici bir yaklaşım olacaktır. Bu arada Noyan ailesinin ise S.Noyan’ın sözleriyle ilgili,“ailemizle ilişkilendirmeyin bizler onun fikirlerini benimsemiyoruz” açıklamasında bulunduğunu da belirtmek gerekir.
S.Noyan daha sonra Cüneyt Özdemir’in programında da konuşmalarını savunarak, “ben orada Fethullahçılara ve darbeye karşı kendimizi savunmak, devlet başkanımızı korumak anlamında o cümleyi kullandım. Sitemizdekileri de biliyorum. Onlar zaman zaman geliyor ve ‘bir gün gelip size hesap soracağız’ diyorlar… gerekirse silahla savaşırım.” demiştir. Bu sözlerin sadece iktidar kavgası içinde oldukları Fethullaçılara yönelik olmadığı ve AKP’ye karşı olan herkesi hedeflediği aşikardır.
Benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta şudur: AKP-MHP-İYİ PARTİ-VATAN PARTİSİ vb dışındaki herkes tehlike altındadır. Öyle ise, hayatı-geleceği tehlike altında olan herkes kendi öz savunmam konusunda ben hazır mıyım diye kendine sorması gerekmiyor mu? Bunu sormamın nedeni, özellikle de Grup Yorum sanatçısı İ.Gökçek’in cenazesini kaçırmak amaçlı Gazi Cemevi’ne saldırılar konusunda Alevilerden “kınıyoruz, lanetliyoruz” dışında bir tepkinin gelmemesidir. Örneğin onbinler neden oraya akamadı ve kutsal gördüğü dergahına sahip çıkamadı? Demek ki Kerbela’ya ağlamakla Alevi olunmuyormuş. Pir Sultan ve Nesimi olmasını bilmek gerekiyormuş.
Kabul etmemiz gereken gerçek şudur; Aleviler ve genel olarak toplum sindirilmiş ve korkutulmuştur. Mahir Çayan’ın “Suni denge” tespiti devam etmektedir. Bu yapay dengeyi halklar lehine kırmaya çalışanların olduğu da görülmektedir. Bu dengenin sürekliliği konusunda en fazla çaba harcayanın da CHP ve onun devletçi politikaları olduğu açıktır. Çünkü içinden geçmekte olduğumuz kaos aralığı sürecinde “Suni Denge”nin Türkiye’de de halklar lehine kırılması, CHP’nin de devletçi olan gerçek yüzünü açığa çıkartacaktır. Onlar için esas olan halkların değil, devletin sürekliliği ve güvenliğidir. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu ile Erdoğan’nın karşılıklı atışmalarına aldanmamak gerekir.
Sevda Noyan’nın ağzından çıkan sözler yeni değildir. Koçgiri'den Dersim'e, Malatya, Maraş, Çorum ve Kürdistan’ın diğer yerlerindeki sömürgeci soykırım ve katliamlarda da bu zihniyet pratikleşmiştir. Oralarda da önceden hazırlanmış listeler vardı. 90’lı yıllarda hazırlanmış olan Kürt iş insanlarının 1000 kişilik listesinde de bu söylemin izlerini bulmak mümkündür.
Noyan böyle diyorsa, bilmeliyiz ki, listelerin hazırlanmasına, kimlerin hangi görevle yetkilendirildiğine, sokak ve mahallelere kadar sorumluların atandığına, yukarıdan gelecek bir işaretle kimlerin kimlere ve hangi mekanlara saldıracağına ilişkin detaylı planlama ve görevlendirmeler de yapılmış demektir. Ki buna ilişkin haberler ve paylaşımlar da fazlasıyla mevcuttur. Bunun diğer anlamı ise, Erdoğan’nın asla seçimle gitmeyeceğidir. Hazırlıklarının buna yönelik olduğunu ağızlarından kaçırmakta ve icraatlarında da göstermektedirler. Türkiye’de parlamenter mücadelenin yolları kapatılmıştır. Bundan dolayıdır ki, seçimlere umut bağlamak ve kitlelere bu yönlü umut vermek, bu devlete yapılacak en büyük yardım olacaktır. Bizim gibi sömürge ölkelerde temel mücadele biçimi asla parlamenter mücadele olamaz. Bu gerçekler Cumhuriyet tarihi boyunca devlet tarafından ezilen halklara defalarca gösterilmiştir. Temel problem, öncülük misyonuyla halkların önünde yürüdüğünü iddia edenlerin bu gerçeği halkın zihnine bir daha çıkmamacasına sokamamış hala olmalarıdır. Bu itibarla temel sorun halkta değil, öncülerde aranmalıdır. Kuşkusuz bunu kavrayan ve mücadelesine yansıtanlar mevcuttur. Ama bu zihniyet ezilen her yoksul insanın bilinç altına yerleştirilmedikçe, özgürlük rüzgarıyla buluşması da bir o kadar gecikecektir.
Asıl mesele, Alevi örgütlerinin, tüm demokrasi güçlerinin ve halka öncülük etme iddiasındaki Türkiyeli bir çok devrimci yapının bu büyük tehlikenin tahlillerini yapmakla sınırlı kalmalarıdır. Marxist-Leninist Klasikler daha ne kadar okunacak? 1960’lı yıllardan beri okunuyor. Yetmedi mi? Kuşkusuz okumayı pratiğe yansıtanların 40 yıllık nefes nefese kavgası sürüyor. Ama yetmiyor! Türkiye cephesi zayıf kaldıkça Kürdistan cephesi de zorlanıyor. Bu nedenle. “yaşasın halkların kardeşliği” sloganını aşıp, “yaşasın halkların mücadele birliği” sloganına uygun hazırlıklı olmak gerekmiyor mu? Kasaplar ellerinde bıçaklarıyla geldiklerini söylüyorlar. Ama özellikle Aleviler can derdine bile düşmüyor. Alevi örgütleri bir kınama ve bağırıp çağırmayla yetinip günlük yaşamına dönüyor. Hatırlayın, Kılıçdaroğlu’nun “Efrin’den güzel haberler alıyoruz” dediği, AKP-MHP faşizminin soysuz çeteleri herkesin evine, işyerine, tarlasına, kadınlara ve bütün malvarlıklarına el koyuyor ve satıyor. Ev ve araba alma yarışına kendini kaptırmış olan Aleviler bunlarıda mı göremiyor? Bu olanların yarın Koçgiri, Dersim, İzmir, İstanbul vd illerde olma ihtimalini, listeler açıklayan Gazi Mahallesi’nin defalarca ismini verenlerdende mi anlamıyor? Öldürecek olanlar silahlanıyor, listelerini hazırlamış talimat bekliyor. Ama özellikle Aleviler ve devrimci demokratlar hala tehlikenin ciddiyetini gerçek anlamda kavrayamamış durumda. Bireysel silah edinme yasayı çıktığında en fazla 200 mermi alma sınırı koymuşlardı. Bir süre sonra bu sınırı 500 merminin üzerine çıkarttılar. Yani mahallenizdeki her MHP-AKP’linin evinde en az bu kadar cephane varken, defalarca katliamlara uğramış olan Aleviler nasıl uyuyabiliyor ? Bu psikolojik ruh hali gerçekten bir tez konusudur.
Bir kez daha sormakta yarar var; var olabilmek için yok olmamaya hazırlıklı olmak gerekmez mi? W.Shakespeare bundan 400 yıl önce, “olmak ya da olmamak” demişti. (To be or not to be. Eski İngilizcede biyon an na biyon. Kürtçenin Kurmancî lehçesinde ise, bûyin an na bûyin) Varolmak yada olmamak. Ölmek yada insanca ve güven içinde özgürce yaşamak. İşte bütün mesele bu!
Yani ezilen toplumlar varolmak istiyorlarsa, öz savunmasız bir yaşamı ellerinin tersiyle itmek durumundadırlar. Çünkü öz savunma, doğanın bütün canlıları için gereklidir. Bu doğanın bir parçası olan insanların, kendi kültürel, sosyal, siyasal ve can güvenliğiyle ilgili öz savunmalarını da kapsamak durumundadır.
Çünkü AKP-MHP sömürgeci faşist diktatörlüğü kendi iktidarı için her yolu mübah görmektedir. İktidar olmaktan kaynaklı olanaklarını kaybetmemek için her tür şiddet, korku, gelecek belirsizliği vb yollara başvurmaktadır. Bu amaca uygun silahlı bir kitle yaratmış ve onları da bu ruh haliyle biçimlendirmiş durumdadır. Saldıracak olanlar naralar atarak geliyor. Ama saldırıya uğrayacak olanlar seyrediyor ve sadece “kınıyoruz” diye bağırıyor. Ne büyük bir gaflet! Ama bugün öncülük iddiasında olan dernek, federasyon, sendika vd örgütlerin yöneticileri unutmasın, uyuyanı uyandırmak, gevşemiş olanı sağlamlaştırmak, tehlikelere ve önlemlerine dikkat çekmek sizin görevinizdir. Yarın olacakların vebali sizlerin boynundadır. UNUTMAYIN!
Sevda Noyan’nın sözleri bu tehlikeyi içeren zihniyete dayalı bir hazırlığın dışa vurumu olmaktadır. Tehlikelidir ve tedbirli olmayı zorunlu kılmaktadır. Özellikle de “incinsen de incitme” diyen Aleviler için bu daha da elzemdir. Çünkü bu söz Alevilerin kendi içinde birbirlerini inciten söz ve davranışlara ilişkindir. Yoksa kendilerine karşı düşmanlık yapanlara karşı kendilerini pasif durumda tutmak amaçlı değildir. Devlet ve uzantıları bu sözü, Alevileri şamar oğlanına çevrilmiş köleler haline getirmek için çok kullanmaktadır. Bu tuzağa düşmeyenler, Alevilerin kendi tarihindeki direnişlerde fazlasıyla mevcuttur. Artık gelecek kuşaklara acının değil, şanlı bir direnişin destanı bırakılmalıdır.
Hüsnü Çavuş