Buralara gelindikten sonra sona varılır; değişiklik önerisi hızla Meclis'ten geçecek, Cumhurbaşkanı'nca halkoyuna sunma gereği duyulmadan onaylanacak, yayımlanacak ve kanunlaşacaktır. Zaten böyle işlerden ancak, eğer güçlü bir talep varsa, erken seçim kararıyla geri dönülebilir. Bugün ise ne seçim talebi var ne de geriye dönüş niyeti görünüyor.
Gerçekte Başbakan'ın 'Velev ki simge olsa...' sözüyle, hukuken de önerinin Meclis Başkanlığı'na verilmesiyle, ülkemizde yeni bir siyasal hayat başladığı kanısındayım. Önerinin kanunlaşması ya da hemen kanunlaşmaması da bu yeni siyasal hayatın gelişmesini engellemez.
Dün oylanan öneriyi imzalayan milletvekillerinin ve iki parti anlaşmasını düzenleyen parti yöneticilerinin hepsinin yeni bir siyasal düzen kurdukları bilincinde oldukları iddiasında değilim. Milletvekillerinin hepsinin, toplumsal olayların nereye varacağını idrak etmesini beklemek haksızlık olur.
Gerçekte bu işi başlatan Erdoğan'ın da yeni siyasal düzen bilincinde olmadığını görüyorum. Ancak Başbakan'ın girişiminin sonucunu idrak yetersizliğini kabul edemiyorum; çünkü o koltukta oturanlar, siyasal hayatın nerelere gideceğini bilmek, bilmediğini anlamak ve bilecek danışmanları yanında bulundurmak durumundadırlar.
Başlangıçta, birçok kişi samimiyetle özgürlüklere öncelik vermiştir. Öneri metninde de özgürlükler öne çıkmıştı; özelliği her gün değişen tartışmada da en çok kullanılan kelime özgürlük olmuştur.
'Üniversitede Özgürlükler Konusunda Kamuoyuna Duyuru'yu imzalamış, dün sabah itibarıyla 3 binin üstündeki öğretim üyesi arasında, demokrasi ve laiklik konusunda benim gibi düşünen, hatta benden daha hassas olan pek çok dostum var. Bunların siyasal tarihimizdeki siyasal akımların gelişmesini benden farklı değerlendirdiklerini anlıyorum.
İdrak edilmesi gereken neydi?
Laikliğin, çoğunluğa din ve vicdan özgürlüğü güvencesi veren değil, bireylere inançlar ve inanç sahipleriyle ilişkisini düzenleme özgürlüğü verdiği bilinmeliydi. Oysa iktidarımız laikliği, 'İnanmayanların hiçbir baskı hissetmeyecekleri bir rejim' olarak tanımlamak yerine, 'Bireylerin inançlarını hiçbir baskı altında kalmadan yaşamaları' olarak tanımlamaktadır.
'Örtünme' sözünün ne hale geldiğini görmek zor değil. Evet, daha dün üniversiteye, kadınların eşitliğine ve türbana, altı ay öncesinden farklı anlayışla yaklaşılmaktaydı.
Önümüzdeki günlerde, 'Canım, o kadar olur!', 'İstisnaları genellemeyelim' gibi sözleri bugünlerden daha sık duyacağız. 'Meclis'te milletin vekilleri niçin inançlarına göre giyinemiyorlar?' diye sorulacağı günler uzak değildir!
Halk dalkavukluğunun sonu mu olur? 'Halkımızın çoğunluğu Müslümandır, Müslüman olduğu belli olan bir kadın yargıca daha çok güvenir' sözünün karşısına bugünkü yöneticilerimizin karşı çıkacaklarına inanan var mı?
Dün 'örtünmeyi' konuşuyorduk; bugünkü konumuz artık türban değildir, laikliktir; laikliği 'hallettikten' sonra da, demokrasimizi tartışmaya başlayacağız.
Ülkemizde laiklik ve demokrasi, dinsel inanç gerekleri içinde tartışılıyorsa, fiilen yeni bir siyasal hayat tanımlanmış demektir!
Umutsuzluğa kapılmayanlar, laikliği ve demokrasimizi savunup sonuç alacak demokratik bir kurum aramalıdır.
Tarhan Erdem
RADİKAL - 7 Şubat 2008