Ahmet İNSEL / Radikal
Laik bir düzende ilk ve ortaöğretimde zorunlu din dersi olabilir mi?
Laik bir düzende ilk ve ortaöğretimde zorunlu din dersi olabilir mi? Adı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi olsa da sonuçta İslam dininin öğretilmesine yönelik böyle bir ders zorunlu olduğunda laiklik ilkesini çiğnemez mi?
AİHM’nin 2007’de Türkiye aleyhine verdiği karar, böyle bir dersin zorunlu olmasının 1 No’lu Protokol’ün eğitim hakkı ile ilgili 2. maddesine aykırı olduğuna hükmetti. O zaman hükümet sözcüleri, kararın dersin zorunlu olmasıyla ilgili olmadığını, mahkûm edilenin o dönemdeki müfredat olduğunu iddia etmişlerdi. Kasıtlı biçimde AİHM kararını çarpıtmak demekti bu.
Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığı, 1990’da, “TC uyruklu Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup öğrencilerin, bu dinlerden birine mensup olduklarını belgelendirmeleri kaydıyla” bu derslere girmelerinin zorunlu olmadığı kararı almıştı. AİHM, bu kararı hatırlatarak, “Eğer söz konusu olan farklı dinsel kültürlerle ilgili bir ders olsaydı, bu derslere devam etme zorunluluğunun sadece Müslüman çocuklar için geçerli olmaması gerekirdi” diyordu. Dersin İslam dininin öğretilmesi amaçlı olduğunu vurguluyordu.
Buna ilaveten AİHM ailelerin okul yönetimlerini dinsel veya felsefi inançları konusunda bilgilendirmek zorunda kalmalarının da inanç özgürlüğünü sağlamak için uygun bir yöntem olmadığını belirtiyordu. Sonuçta, davacı Alevi aileye tazminat ödenmesine karar verirken, “Sünni İslam’dan başka bir dini veya felsefi inanca sahip olan ailelerin çocuklarına başka hiçbir seçim bırakılmamış olmasını” eleştiriyordu.
Danıştay 8. Daireside 2008 Mart’ında iki velinin açtığı davada zorunlu din dersinin AİHS’nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü koruyan 9. maddesine ve Ek 1 No’lu Protokol’e aykırı olduğuna karar verdi. Sözleşmenin Türkiye açısından bağlayıcı olduğunu hatırlattı.
Bugüne kadar Türkiye’de Alevi veya herhangi bir dine mensup olmayan yurttaşların açtıkları beş-on davada, idare mahkemeleri genellikle davacılar lehine karar verdi. Bu kararlara vali veya kaymakamların yaptıkları itirazlarda ise, ‘laik devlet’in gerekçesi hep aynı oldu. “Zorunlu olan bu dersten sadece Türk vatandaşı Hıristiyan ve Musevilik dinine mensup olanların muaf olduğunu, davacının mensup olduğu din ile ilgili olarak herhangi bir belge ibraz etmediği” belirtildi.
İstanbul Vali Yardımcısı Ali Sözen, daha ileri gidip, 2006’da, dönemin Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu’nun açtığı davada bölge idare mahkemesinin kararına itiraz ederken, davacının dava dilekçesinde sunduğu T.C. kimliğinde İslam yazdığını, “davacı İslam dinine mensup olduğu için” mahkemenin verdiği kararın hukuka aykırı olduğunu iddia etti. Zorunlu din hanesini “laik devlet”in neden gözü gibi koruduğunu daha iyi anladık. Halbuki mahkeme, “dini ve felsefi inancına uygun olmadığını belirten davacının kendisinin herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın”, temel hak ve hürriyetler çerçevesinde çocuğunun muaf tutulması gerektiğini belirtmişti. Laik bir devletin mahkemesine yakışır bir karar vermişti.
Bugün Devlet Bakanı Çelik, AİHM ve Danıştay’ın bu zorunlu dersle ilgili kararlarının salt müfredatla ilgili olduğunu yeniden iddia ederek, müfredatın o zamandan beri değiştiği için bu mahkûmiyet kararlarının artık geçerli olmadığını ima ediyor. O zaman yeni müfredata bir bakalım.
28.12.2006’da Talim ve Terbiye’nin yayımladığı İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi (4,5,6,7,8. Sınıflar) Öğretim Programı’nda, örneğin 17.4 No’lu ‘Ayetlerin Kullanımı’ maddesinde, 2007-2008’de uygulanmak üzere yeni geliştirilen programda “Kuran merkezli öğrenme-öğretmeye önem verildiği ve sürecin bu yönde düzenlenmesinin hedeflendiği” belirtiliyor. Bu çerçevede, ‘öğretmenin ayet ve hadislerle çalışma tekniklerini bilmesinin önem arz ettiği’ hatırlatılıyor. Programın Temel Yaklaşımı başlıklı bölümde, “inanç, ibadet ve ahlak alanlarıyla ilgili değerlerin, Kuran ve sünnete dayanan ortak paydalar olmasına özen gösterildiği” belirtiliyor. Daha ileride “öğrencilerin din öğretiminde ana kaynaklar olan ayet (Kur’an) ve hadislere (sünnet) erişebilmeleri ve bunları dini bilgi edinmede kendilerine merkez almaları vurgulanmıştır” deniyor.
Sonra örnekler veriliyor. 5. sınıfta öğrencilerin edinmesi öngörülen kazanımlar arasında, İhlas, Fil, Nasr ve Asr surelerinin, Rabbena, Tahiyyat, Salavat ve Kunut dualarının anlamları yer alıyor. “Atatürk’ün vatan ve vatan savunması, askerlik, gazilik ve şehitlik, savaş ve barış ile ilgili görüşlerinin araştılması” da. Anlamlı bir sentez!
Anayasa gereği zorunlu olan ve tam sekiz yıl boyunca aşağı yukarı bu minvalde okutulan böyle bir dersin kaldırılması önerisini duyunca, Bakan Çelik “Ne derdiniz var din dersiyle, niye kalksın din?” diyerek köpürüyor. “Şahsen açık ve net söylüyorum” diye belirtip, din dersleri kalksın yaklaşımını kendi iktidarlarının doğru bulmadığını ilan ediyor. Tartışmayı kesip atıyor.
Bu durumda Alevilerin ve herhangi bir dine inanmayanların, zorunlu din dersi aracılığıyla çocuklarını İslam’a ve Sünniliğe asimile etmeye çalışıldığını iddia etmeleri haksız olur mu? Almanya’da kültürel asimilasyon olduğunu iddia ettiği uygulamaları soykırıma benzer bir girişim olarak tanımlayan Tayyip Erdoğan, kendinin de bir asimilasyoncu başbakan olarak görülebileceğini düşünüyor mudur?
Radikal - 12 Ekim 2010