Hem suçsuz olduklarını söyleyip hem de mahkemede “Dinsizlere ölüm” sloganı atan 106 sanıktan yalnızca 38’i cezalandırıldı. Oysa bu kanlı olaya binlerce kişi örgütlü olarak katıldı
Duruşmalar başlıyor...
Sivas cankırımıyla ilgili ilk dava, olaydan 18 gün sonra, 20 Temmuz 1993 tarihinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’na aykırılık savıyla Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açıldı. 22 Temmuz 1993’te ise Sıvas Ağır Ceza ve Asliye Ceza mahkemelerinde aynı olayla ilgili iki ayrı dava daha açıldı. Davalar, olayın kamuoyunda yarattığı büyük tepkiyi yatıştırmak amacıyla, kısa sürede ve ciddi bir hazırlık yapılmadan alelacele açılmıştı. Tüm kanıtlar toplanmamış, sanıklardan pek çoğu yakalanmamıştı. Hazırlık soruşturması ise, aynı yasa kapsamında başka davalarda yargılanan sol örgüt üyelerinden farklı olarak, gözaltında sanıkların birbirleriyle görüşmesi sağlanarak ve her türlü kolaylık gösterilerek gerçekleştirilmişti. Üstelik, daha işin başında, kanıtlar tam değerlendirilmeden, 60 sanık hakkında savcılıkça “takipsizlik” kararı verilerek, dava dosyasındaki sanık sayısı azaltılmaya çalışılmıştı.
Müdahil avukatlar, aynı konuda üç ayrı dava açılmasını hukuka aykırı buldular ve davaların, “Anayasal düzene karşı şeriatçı amaçlarla kalkışma” eylemine uyan TCY’nin 146. maddesi kapsamında değerlendirilerek dosyaların DGM’de birleştirilmesini istediler. Bu arada, Kayseri ve Sivas’ta açılmış olan davalar, olay yerinde ve Kayseri’de güvenlik sorunu yaratacağı gerekçesiyle Ankara’ya nakledildiler. Nakilden sonra Ankara 3. Ağır Ceza ve 19. Asliye Ceza mahkemeleri, eylemin “şeriatçı kalkışma” olduğunu, “örgütlü, planlı, organize tek suçtan söz edilmesi gerektiğini” ve suçun TCY’nin 146. maddesi içinde ele alınmasının uygun olacağını belirterek görevsizlik kararı verdiler. Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı da 20 Eylül 1993 günlü yazısıyla, aynı doğrultuda görüş bildirdi. Ancak, Ankara 1 Numaralı DGM bu kararları ve başsavcılık istemini yerinde bulmayarak, görev konusundaki uyuşmazlığın çözülmesi için dosyayı Yargıtay’a gönderme kararı aldı. Üyelerden Yargıç Yarbay Ertan Urunga, davanın DGM’de görülmesi gerektiğini belirterek bu karara karşı çıktı.Yargıtay 10. Dairesi, 8 Kasım 1993 tarihinde verdiği kararla, Ankara Ağır Ceza ve Asliye Ceza mahkemelerinin daha önceki görevsizlik kararlarını yerinde buldu. Böylece dava, 21 Ekim 1993 tarihinde yeniden Ankara DGM’de görülmeye başlandı.
Saldırılar mahkemede de sürdü
Sivas davasına, Türkiye Barolar Birliği ve Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar büyük destek verdiler. Çeşitli illerden 300 kadar avukat, gönüllü olarak mağdur yakınlarını savunmak için duruşmalarda görev aldı. Ayrıca, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Alevi Birlikleri Federasyonu, davanın düzen içinde yürütülmesi ve hukuksal giderlerinin karşılanması için büyük çaba gösterdiler.
25 Mart 1994’teki duruşmada DGM savcısı, 51 sanığın salıverilmesini istedi. Daha önceki salıvermelerle tutuklu sayısı zaten 78’e düşmüştü. Öğleden sonraki oturumda mahkeme, 26 kişinin daha salınmasına karar verdi. Aynı oturumda, müdahil avukatların tüm itirazlarına karşın, mahkeme heyeti “gizlilik” kararı aldı. Bu kararla davanın mahkeme salonuna hapsedilmesi ve kamuoyunun dikkatinden kaçırılması amaçlanıyordu. Müdahil avukatlar kararı protesto ederek, davanın bundan sonraki oturumlarına katılmayacaklarını açıkladılar.
Bu gergin koşullarda duruşmalar birbirini izledi. Sonunda mahkeme, 26 Aralık 1994 günlü oturumunda kararını açıklayarak, yirmi iki sanık hakkında 15, üç sanık hakkında 10, bir sanık hakkında 5, elli dört sanık hakkında 3, altı sanık hakkında 2 yıl ceza; 37 sanık hakkında beraat, bir sanık için de tefrik (dosyayı ayırma) kararı verdi. Katliam sanıkları, bu hafif cezalar karşısında bile mahkeme heyetine saldırmaktan geri durmayarak, ceplerindeki bozuk paraları, çakmakları, kalemleri kürsüdeki yargıçların yüzüne fırlattılar. Küfürler ve sloganlar arasında yargı sürecinin ilk perdesi kapandı...
Düş kırıklığı
Mağdur yakınları ve müdahil avukatlar için tam bir düş kırıklığı yaratan bu karar, Sıvas katliamını “adiyen adam öldürme” bağlamında değerlendiriyor ve sanıkların örgütlü kalkışma girişimini gizlemeyi amaçlıyordu. DGM’nin bu kararı, müdahil avukatların yanı sıra, cezaları çok bulan sanık vekillerince de temyiz edildi. Bu süre içinde, DGM heyetinde kimi değişiklikler olmuştu. Uzun bir inceleme sürecinden sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 6 Haziran 1996 tarihinde, müdahillerin hukuksal değerlendirmesine katılarak, 42 sanık hakkında TCY’nin 146/1., 39 sanık hakkında 146/3. maddelerinin uygulanmasını istedi.
Bozma kararı üzerine yargılama yeniden başladı. Mahkeme bu kez esas olarak Yargıtay kararına uyarak TCY’nin 146. maddesine aykırılık savını benimsedi. Böylece, toplam 38 sanık, TCY’nin 146. maddesinin değişik fıkralarına aykırı davranmaktan çeşitli cezalara çarptırıldı. Ancak, davayla ilgili “usul” sorunları bitmek bilmiyordu. Kimi sanıkların doğum kayıtlarında “Nüfus müdürlüğü mührünün okunaksız olduğu” gibi gerekçelerle dava dosyası, daha uzun yıllar yerel mahkeme ve Yargıtay arasında gidip geldi. Sonunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 4 Mayıs 2001 tarihinde, birkaç sanığın Pişmanlık Yasası’ndan yararlanma istemiyle ilgili hüküm konulmaması nedeniyle kararı kısmen bozmakla birlikte, tüm sanıkların mahkûmiyetlerini onadı. Böylece, ölüm cezaları yönünden karar kesinlik kazanmış oldu.
8 yıl süren dava “gizlilik” kararı alınarak kamuoyundan kaçırıldı
“Sivas davası”, tam sekiz yıl süren çetin bir hukuk sürecinden sonra 2001 yılında sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca, cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma girişiminde bulunan sanıklardan 33’ü TCY’nin 146/1. maddesine göre ölüm cezası aldı; dördü 20 yıl, biri 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Toplam 38 sanık, esas olarak TCY’nin 146. maddesini ihlal suçundan hüküm giymiş oldu. Ancak, daha sonra Türk Ceza Yasası’nda yapılan değişiklerle bu cezalarda önemli indirimlere gidildi. Birçok hükümlü ise çıkarılan af yasalarından yararlanarak salıverildi.
Sanıklara verilen cezalar, “Sivas cankırımı”nda yakılarak öldürülen aydınları, sanatçıları kuşkusuz geri getirmeyecekti. Ama bu gerici kalkışmanın laik cumhuriyete yönelik bir nitelik taşıdığının yargı kararıyla da tescil edilmesi, şeriat tehlikesi karşısında toplumun daha duyarlı ve uyanık olması konusunda uyarıcı bir işlev görecekti...
Sağ kurtuldu ancak yine saldırıya uğradı
Sağ kurtulan Aziz Nesin, itfaiye aracının merdivenlerinden indirilirken de saldırıya uğradı.
Bitmemiş bir dava
“Sivas davası” hukuken sona ermiş olsa da, toplumsal açıdan “bitmemiş bir dava”dır. Binlerce kişinin örgütlü olarak yer aldığı bu kanlı olayın gerçek sorumluları ve eylemin ardındaki karanlık güçler, devlet kurumlarının görevlerini yapmaması yüzünden ortaya çıkarılamamış, haklarında dava açılan 106 sanıktan yalnızca 38’i cezalandırılmıştır. Üstelik dava, başlangıçta devletin adli mercilerince “adi bir olay” gibi sunularak, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ya da bireysel adam öldürme çerçevesinde ele alınmış ve cumhuriyet tarihimizin bu büyük şeriatçı ayaklanması, ısrarla TCY’nin 146. maddesi dışında tutulmaya çalışılmıştır. Bu amaca ulaşmak için de, Sıvas olayı, bütünlüğünden koparılıp parçalara bölünerek birkaç yargı yerinde ayrı ayrı davaların konusu yapılmak istenmiştir. Sekiz yıl süren yargılamanın her aşamasında Sıvas mağdurlarının avukatları büyük engellerle karşılaşmış, küfür ve tehditlerle sindirilmeye çalışılmış, zaman zaman da mahkeme salonunda sanıkların ve sanık vekillerinin sözlü ve fiili saldırılarına hedef olmuşlardır.
SUÇ VE CEZA
“Sıvas davası”nın Ankara 1 Numaralı DGM’deki “karar duruşması”nı gazeteci olarak izlemiştim...
Ankara’daki yargılama sürecinde, katliam sanıklarının gözlerindeki kini, yüreklerindeki öc alma isteğini yakından gördüm.
Sanıklar, Sıvas’taki kalkışma sırasında attıkları sloganları duruşmalarda da pervasızca haykırmış; sokaklardan sonra mahkeme salonunu da savaş alanına çevirmişlerdi!
Hem suçsuz olduklarını söylüyor, hem “dinsizlere ölüm!” ığlıklarıyla mahkeme salonunun altını üstüne getiriyorlardı!
DGM yargıçları bile bu gözü dönmüş saldırganlar karşısında korkuya kapılmış, çareyi dışarı kaçmakta bulmuşlardı!
Tutuklu sanıklar, duruşma arasında kapatıldıkları nezarethanenin demir parmaklıklarını kırabilselerdi, hepimizi oracıkta parçalayacaklardı! Üstelik, bu niyetlerini gizlemiyor, ölüm tehditlerini yüzümüze karşı açık açık haykırmaktan çekinmiyorlardı.
Laik medyayı “can düşmanı” gördüklerinden, hepimizi bir an önce cehenneme göndermek için sabırsızlanıyorlardı!
Biz, onların gözünde “kâfir” ve “zalim”dik; bu yüzden de “cehennem ateşi”ni çoktan hak etmiştik!
Nitekim, Ankara DGM’deki son duruşmada da “cehennem” tehdidini yüzümüze karşı haykırmaktan geri durmadılar. Karar açıklanırken, bir yandan sağ el parmaklarını havaya kaldırarak “İBDA-C” ve MHP’nin “kurt başı” işaretini yapıyor; bir yandan da, “Yaşasın kâfirler için cehennem!” diye slogan atıyorlardı...
Bu iflah olmaz fanatik katiller için, “Öyleyse sizin de canınız cehenneme!” demekten başka bir şey gelmiyordu elden…
Yargı sürecinde yaşanan bu ürkütücü sahnelere karşın, Ankara DGM, sanıklara yine de en hafif cezaları vermiş, işin “örgütlü şeriatçı kalkışma” boyutunu ısrarla görmezlikten gelmişti.
Çünkü, “cuma”yı ve “cami”yi tarih boyunca “kıyam” (dinci kalkışma) için sıçrama tahtası olarak kullanan şeriatçılar, Sıvas cankırımının kendiliğinden “zuhur” ettiği masalına devletin kimi birimlerini de inandırmışlardı!
Oysa, Sıvas Valiliği’nin 2 Temmuz 1993 tarihli “olay raporu”, bunun tam tersini söylüyordu. Raporda, örgütlü saldırının gelişimi dakika dakika anlatılmıştı.
Dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de olayın cumhuriyete karşı “irticai tertip ve kalkışma” olduğunu açıkça belirtmişti.
Müdahil avukatların bütün çabalarına karşın, Ankara DGM, suçun gerçek niteliğini görmemekte direndi.
Neyseki yanlış karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nden döndü. Yargıtay, Sıvas cankırımının cumhuriyete ve laikliğe karşı gerici bir ayaklanma olduğu gerekçesiyle, Ankara DGM’nin kararını bozdu... Ancak, adaletin gerçekleşmesi için, Sıvas mağdurlarının sekiz yıl beklemeleri gerekti…
HAZIRLAYAN : ATİLLA AŞUT
CUMHURİYET - 02 Temmuz 2008