Hüseyin DEMİRTAŞ
Türkiye Cumhuriyeti’nin çok tuhaf ve emsallerine benzemeyen bir devlet olduğuna giderek daha da ikna olmaya başladım. Hep söylenir ya, “biz bize benzeriz.” Bilmiyorum, aslında ulus olarak ele aldığımızda bu cümle yanlış olur ama devlet söz konusu olduğunda pek çok hususta nev-i şahsına münhasır bir devlete sahip olduğumuz söylenebilir.
Diyeceksiniz ki, düğün değil bayram değil, nereden aklına geldi Türkiye’de devletin tuhaflıkları?
Malum son zamanlarda devlet ve hükümetimiz bir açılım furyasıdır tutturmuş gidiyor. 1 Ocak’ta TRT 24 saat Kürtçe yayına başladı. Deneme yayınları zaten bir hafta önceden devreye girmişti. Gelen ilk tepkilere bakılırsa, Kürtlerin önemli bir bölümü bu açılımdan pek memnun görünmüyor.
Alevilere gelince de durum pek farklı değil. Yine TRT bu yıl ilk defa Muharrem ayında 12 boyunca çeşitli programlar yapıyor. Alevilerin matem orucunun anlamı, önemi ve tarihi ile ilgili filmler, belgeseller ve dedelerle gerçekleştirilen sohbet programları ekranlara gelecek. 10 Ocak’ta ise Aşure Günü dolayısıyla üç büyük kentteki üç cemevinden canlı yayın yapılacak ve buralardaki etkinlikler kamuoyuna sunulacak. Ne güzel değil mi? Tam değil maalesef işte… Bu Alevilere de bir şey beğendiremiyorsunuz! Acaba Aleviler rahmetli Özay Gönlüm’ün bir halk türküsünde tanıttığı gelin gibi, “hamama gider kurna, düğüne gider zurna beğenmez” “istemezükçü” bir toplum mu?
Alevilerin bir ölçüde hemen her şeye razı olmayan bir toplumsal yapı sergiledikleri söylenebilir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti de çok tekin değil… Muharrem ayının ilk günü akşamındaki haber bültenlerinde TRT’nin Alevilere dönük “Muharrem Açılımı”na ilişkin haberleri dinledim. Temsil gücü yüksek bazı Alevi çatı örgütlerinin liderleri bu gelişmeden memnun olmadıklarını belirtmişler. Buna sebepse TRT’nin, bu programa ilişkin hiçbir Alevi kurum ve kuruluşuna danışmamış olması dışında, Aşure Günü Ankara, İstanbul ve İzmir’deki üç cemevinden yapılacak canlı yayın konusunda da her hangi bir görüşmede bulunmamasıymış. Bu cemevlerinin hangileri olduğu ve hangi Alevi kurumuna ait olduğu da henüz netleşmiş değil. Bir şeyler yapılıyor ama gizli-kapaklı ve yangından mal kaçırır gibi. Bu da haliyle tepki topluyor.
HALKA RAĞMEN HALKÇILIK GELENEĞİ
Yapılanlara bakınca, insan Türkye’deki kadim devlet geleneği olan “halka rağmen halkçılığı” hatırlamadan edemiyor. Açıkçası devlet, burada TRT “Bu millete Alevilik lazımsa onu da biz getiririz” diyor. Mantık aynen şöyle; diyelim ki, bir kentte manavların sorunları var ve bunların devletin önayak olmasıyla çözülmesi gerekiyor. Bu ilin valisi, sorunu çözmek için harekete geçiyor. Güzel… Ama vali, o ilde bulunan ve kendi sorunlarını en iyi bilecek bir örgüt olan Manavlar ve Kabzımallar Odası’nı ‘teğet’ geçerek, sokakta kayıt dışı çalışan ve derme çatma el arabasıyla sebze-meyve satan birini muhatap seçip, mevcut sorunları o kişiyle çözmeye yelteniyor.
TRT’nin mantığı bundan hiç farklı değil. Her ilin valiliğinde dernekler masası var. O yüzden her hangi bir Alevi çatı örgütünün ve ona bağlı derneklerin kaç üyesi olduğu çok iyi biliniyor. Nerede cemevi var ve oraya ne kadar sayıda halkın gittiği de eminim yakından takip ediliyordur. Çağdaş ve demokratik bir ülkede, eğer halkın bir bölümünün belli sorunları varsa ve bunlar çözülmeye çalışılıyorsa, devlet orada doğrudan ilgili halkın yasal temsilcileriyle toplantılar yapar, sorunları müzakere eder ve bir çözüm yolu bulmaya çalışır.
Ya bizde nasıl oluyor? Bunun tam tersi… Örneğin TRT, aslında takdir edilecek bir ilke imza atıyor ama bunu Alevilerin önemli örgütlerinin hiç haberi olmadan yaptığından ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabiliyor. En iyiyi ve doğruyu ben bilirim mantığıyla hareket ederek, hiçbir temsiliyeti olmayan kişi ve kurumlarla ilişkiye geçip, kendince bir iş kotarıyor. Tam bir “ben yaptım oldu” anlayışı bu! O nedenle de Aleviler devletin attığı her adıma, “Acaba altında bir Çapanoğlu mu yatıyor?” şüpheciliğiyle yaklaşmaktan bir türlü kurtulamıyorlar. Çok haklılar da bu kuşkucu tavırlarında, zira devletin/hükümetin tek yanlı ve gerekli bilgilenme, danışma olmaksızın gündeme getirdiği her icraat fiyaskoyla sonuçlanıyor. Küçük bir örnek; geçen yıl hükümetin Alevi açılımı çerçevesinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da katılıp konuşma yaptığı bir Muharrem İftarı (!) verildi. İftara davet edilen Alevi örgütlerinin beşte dördü haklı olarak “Bizim inancımızda böyle tantanalı iftar törenleri yoktur” diye protesto edip katılmadı.
TRT’nin asıl muhataplarına danışmadan hazırladığı yayınların ne derece sağlıklı, düzeyli ve Alevi öğretisine sadakatle yapılıp yapılmadığını, Muharrem Matemi geçtiğinde göreceğiz. Bakalım, bu yayınlar Aleviliğin çarpıtılmasına ve Alevilerin asimilasyonuna mı hizmet ediyor yoksa gayet tarafsız ve samimi niyetlerle mi ekranlara taşınmış izleyip göreceğiz…
İÇE SİNMEYEN GİRİŞİMLER KUŞKU YARATIYOR
Gel gör ki, Alevilerin içi yine de pek rahat değil. Çünkü TRT’nin yapılanışı belli. Muharrem Orucu gibi özellikle Alevileri ilgilendiren ve yıllardır tabu olan bir alanda ilk kez bir yayın söz konusu olduğundan, TRT’nin yeterli personel ve bilgi altyapısı olmadığını söylemek pek abartı sayılmasa gerek…
Tekraren söylersek, Alevilerin kuşkuları yersiz değil. Yapılan hiçbir açılım bir türlü içe sinmiyor. Zira devletin her öne çıkan topluluğa müdahale ederek, onu kendi istediği gibi yönlendirmeye çalıştığını tarihi tecrübelerimizle çok iyi biliyoruz. Bu devletin Tek Parti Dönemi’nin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın, “Ülkeye komünizm gerekiyorsa, onu da biz getiririz. Sizlere ne oluyor?” diye gençlere çıkıştığını henüz unutmadık. Yine bu devletin gizli Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) karşı emirle başka bir komünist parti kurdurduğu da hafızalarımızda. Keza aynı devletin/sistemin kendisine halk içinde taban edinmek için 1965’lerde Alparslan Türkeş’in Osman Bölükbaşı’nın CKMP’sini ele geçirerek, MHP’ye dönüştürmesine ve bu parti sayesinde Anadolu’da devlete hala kuşkuyla yaklaşan Sünni Türkmen ve Yörükleri kazanma operasyonuna göz yumduğunu; bunların bir bölümünü sola ve sosyalistlere karşı vurucu güç olarak kullandığını biraz siyaset bilimi ve tarih okuyan herkes çok iyi öğrenmiş durumda…
Daha ilginç bir müdahale ise İslamcı harekete yapıldı. 1960’ların sonunda islamcılar /şeriatçılar etkili bir hareket halini alıyor ve artık DP-AP çizgisi onlara yeterli gelmediğinden Anadolu’daki esnaf kesiminin de desteğiyle hızla büyüyüp geniş bir taban buluyordu. Devlet baktı ki, kontrolden çıkacaklar, hemen başka bir operasyonla sisteme sadık ama mütedeyyin yanı öne çıkan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı daha önce kurulmuş olan Milli Nizam Partisi’nin (MNP) başına geçirerek, zaman içinde İslamcıları ve onların temsil ettiği dindar kesimleri kendisine bağlamayı bildi. Kurduğu MNP-MSP-Refah partileriyle katı laiklik uygulamaları nedeniyle devlete küsmüş geniş bir Sünni-Müslüman kesimi sisteme kazandıran Erbakan, her ne kadar 1997’de 28 Şubat Süreciyle koltuğundan edilse bile, yine de bir seneye yakın bir süre başbakanlık koltuğuna oturmasına müsaade edilerek ödüllendirildi.
Halen Başbakan olan Erdoğan da aynı çizgiden geliyor ve hocasından farklı olarak daha da geniş bir kesimi mevcut rejime başarıyla adapte etti sayılır. Erdoğan’ın hocası Erbakan gibi “100 bin tank yapma” hayali yok ama yüksek sivil-asker bürokrasinin vesayetine dayanan militarist sisteme dini bir takım çekinceleri olmakla beraber pek bir itirazı olmadığı geçen son bir yılda iyice anlaşıldı. O nedenle gerek Kürt sorunun çözümünde, gerekse Alevilerin taleplerinin karşılanması yolunda attığı adımlar ilgili kesimler arasında büyük şüpheler oluşturuyor ve doğal olarak buralardaki samimiyeti sorgulanıyor. Kürtlerin büyük bölümünün TRT’de Kürtçe yayınların başlamasına, Alevilerin hükümetin Alevi açılımı ve TRT’de Muharrem ayı vesilesiyle yer verilen programlara gösterdikleri tepkiyi de bu tarihi arka plan çerçevesinde anlamak gerekiyor.
SİSTEME DÂHİL OLMA KRİTERLERİ DEĞİŞTİRİLSİN
Alevi ve Kürtlerin bir diğer ve belki de en önemli itirazı da kendilerinin diğer toplum kesimlerinin aksine devletten kendi kimlik ve inançları adına tavizler alarak değil de, devletin istediği kılığa girmek şartıyla sisteme dâhil edilmek istenmelerinden kaynaklanıyor. Unutulmasın ki, şeriatçı, tarikatçı ve dindar kesimler laiklikten çok büyük tavizler verilmesi, Diyanet’in güçlendirilmesi, zorunlu din dersleri, binlerce imam-hatip okulu, Kuran kursu ve ilahiyat fakültesi açılması yanında; devlette kadrolaşma, kendilerine kamu kaynaklarından daha fazla pay aktarılması vs. gibi kazanımlarla sisteme önemli ölçüde sadık gönüllü vatandaşlar oldular. MHP’nin temsiline soyunduğu Sünni Türkmen ve Yörükler ise Türk-İslam Sentezi’nin resmi ideoloji haline getirilmesi, devlette geniş kadrolaşma imkânı ve daha milliyetçi bir milli eğitim müfredatı vb. tavizlerle sisteme entegre edildiler. Kısaca devlet/sistem Türk-Müslüman-Sünniler söz konusu olunca, kuruluş aşamasında belirlediği kırmızı çizgileri çiğnemekte bir sakınca görmezken, iş Alevi ve Kürtlere gelince renk değiştiriyor. Devlet, onlara “Seni içime alırım ama kimliğin ve inancını ben tanımlayacağım. Ben değil, sen benim çizgime geleceksin ve orada duracaksın!” diyor. Yani Alevi ve Kürtlere yukarıdan bir elbise dikilip, bunu uysa da uymasa da giymeleri bekleniyor. Onlardan vermeden bir şeyler alınmak isteniyor. Hâlbuki bu iki kesim, sisteme kazanılırken Türk-Müslüman-Sünni halka nasıl esnek davranıldıysa, kendilerine de ne eksik ne fazla benzer bir muamelenin yapılması arzusundadır.
YAPAY AYRIMCILIK VE BÖLÜCÜLÜKTEN GINA GELİNDİ
Sonuç olarak, Aleviler ve Kürtlerin kıymeti kendinden menkul girişimlere ve kendileri üzerinde toplum mühendisliği yapılmasına karınları tok. Artık devletin içlerinden en marjinal kesimleri yanına alarak kimlik ve inançlarını saptırmasına, kendine göre yeniden tanımlamasına pek tahammülleri kalmadı. Nitekim yanlı medya tarafından pek yansıtılmasa da, hükümetin Alevi açılımını çok geniş bir tabana sahip Alevi Bektaşi Federasyonu’nu (ABF) bir kenara iterek temsil gücü çok düşük Cem Vakfı aracılığıyla yürütmesi, başka pek çok alanda Kürtçe yasağının sürmesinin yarattığı çelişki bir tarafa TRT’de Kürtçe yayınlardan sorumlu dairenin başına eski bir istihbaratçıyı getirmesi benzeri hususlar her iki kesimde de büyük bir öfke ve hayal kırıklığına neden olmuş durumdadır.
Gerek yapılan toplantılara gerekse Muharrem İftarı’na (!) Aleviliği İslam dışı gördükleri öne sürülen Alevi örgütlerinin çağırılmayacağının ilan edilmiş olması da AKP’nin Alevi açılımında samimiyetsizliğinin bir diğer kanıtı olarak algılanıyor. Bir de böyle bir kategori çıktı; İslam içi Aleviler ve İslam dışı Aleviler… AKP Hükümeti üzüm mü yemek istiyor yoksa bağcıyı mı dövecek? Belli ki bağıcıyı dövecekler. Tersi olsa Aleviler arasında bu tür suni (yapay) ayrımlara gidilmezdi...
Oysa atılan adımlarda çözüm odaklı, diyalojik ve samimi davranmak suretiyle karşı tarafta bir güven oluşturulmak isteniyorsa tabandaki bu hissiyatın görülmesi bir zorunluluktur. Aksi takdirde yine dağ fare doğuracak, dayatmacı mantıkla hayata geçirilen pek çok proje yeni ve devasa boyutta zincirleme başka sorun ve reaksiyonlar yaratacaktır.
Bundan kaçınmanın tek yolu, şiddete bulaşmamışlık temelinde ayrımsız tüm Alevi ve Kürt örgütleriyle, kendileriyle ilgili atılacak her adım öncesinde ve icra sürecinde daima diyalog halinde olmaktan geçiyor. Tarafları ciddiye almak, aralarında var olan çelişkileri derinleştirmek ve bunları suiistimal etmek yerine getirecekleri her türlü öneriyi hafife almadan tartıştırmak ve ortak bir çözüme ulaşacak kanalları sonuna kadar açık tutmaktır. Bunun dışında izlenecek her yol “azınlık içinde azınlık”, “öteki içinde yeni ötekiler” yaratmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.
------------ o O o -----------
Butzbach, 31 Aralık 2008
— Bu yorum Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) resmi internet sitesi www.alevi.com için kaleme alınmıştır —