Hükümet din ve vicdan özgürlüğüyle gerçekten samimi olarak ilgileniyor olsaydı, türbanı veya Alevi olduğu nedeniyle baskıya maruz kalan öğrencilerle olduğu kadar kapanmaları yolunda baskı gören kız öğrencilerle de ilgilenirdi. Din ve vicdan özgürlüğünü sadece kapanma özgürlüğü olarak yorumlayamazsınız
İstanbul’da bir lisede Alevi öğrencinin öğretmen tarafından dövüldüğü iddiasıyla ilgili haber 29 Kasım’da gazetemizde yayınlandı.
Bu haberin çıkmasından sonra iddiaya TBMM de el attı. İddiayı araştıran TBMM İnsan Haklarını İnceleme Alt Komisyonu raporunu hazırladı.
Raporda; ‘öğretmenin Ramazan ayında sebebi ne olursa olsun oruç tutmayan bir öğrenciye, neden oruç tutmadığını sorması din ve vicdan özgürlüğü ile bağdaşmaz’ denildi.
AKP’li Zafer Üskül başkanlığındaki komisyon, doğru ve tamamen desteklediğimiz bir sonuca daha vararak ‘içinizde Alevi var mı?!’ sorusunun bile ayrımcılık olduğu değerlendirmesi yaptı.
Bunlar Türkiye’ye, Müslüman ülkeler arasında özel bir konum sağlayan ve ülkemize değer yükleyen tavrın resmi düzeyde de gösterilmesi anlamına geliyor.
Bu çok güzel bir gelişme... Ancak güzel gelişmeler yanında canımızı sıkan başka gelişmeler de olabiliyor.
Örneğin; Amasya Kız Meslek Lisesi’nde öğrencilere kapanmaları ve namaz kılmaları yolunda baskı yapıldığı, hatta 4 kız öğrencinin bu baskıya dayanamayarak okulu bırakmak zorunda kaldıkları haberi de geldi. Bu da gazetelerde çıktı ancak bunu ciddi şekilde araştıran olmadı.
Durum böyle olunca ‘acaba hükümette din ve vicdan özgürlüğü meselesinde çifte standart mı uygulanıyor’ sorusu doğuyor. Çünkü Başbakan türbanı nedeniyle baskı gördüğü iddia edilen kız öğrenciyi bizzat arayarak onunla ilgilenebiliyor ancak kapanmadığı nedeniyle baskı gören kız öğrencilere karşı ilgisiz kalınabiliyor.
Alevi öğrencinin dövülmesi olayına hükümetin ilgisiz kalamaması yeni dönemde potansiyel Alevi oylarıyla hayli yakından ilgilenmesiyle de açıklanabilir. Yoksa hükümet din ve vicdan özgürlüğüyle gerçekten samimi olarak ilgileniyor olsaydı, türbanı veya Alevi olduğu nedeniyle baskıya maruz kalan öğrencilerle olduğu kadar kapanmaları yolunda baskı gören kız öğrencilerle de ilgilenirdi. Bu tartışılamayacak bir genel doğrudur.
Hükümet bu konuda çifte standart uygularsa vatandaşları ürkütür ve Türkiye’yi son derece karanlık bir geleceğe götürme potansiyelini net olarak ortaya koymuş olur.
Yapılacak iş gayet basit. Bazı doğruları mutlak anlamda savunacaksınız ve ilkeden de taviz vermeyeceksiniz.
Yani din ve vicdan özgürlüğünü sadece kapanma özgürlüğü olarak yorumlayamazsınız. Bu özgürlükler aynı zamanda kapanmama özgürlüğünü de içerir.
Dürüstseniz ve ilke savunuyorsanız, kafanızın arkasında başka planlar, hedefler yoksa, kapanmayan insanların din ve vicdan özgürlüğünü aynı şekilde savunacaksınız.
Başbakan yeri geldiğince çoğulcu demokrasi üzerine çok güzel laflar söyleyebiliyor ama mutlak gücün olduğu bir iktidarda önemli olan liderin dediği lafın arkasında durabilmesidir.
Şu aralar bu kadar insan kapanmış falan gibi tartışmalar yapılıyor. Bunlar mutlaka doğrudur, kapanan insanlar sayı olarak artıyor olabilir. Daha önce kapanmış bazı insanlar da açılıyor olabilir. Bunların hiçbirisi önemli değil. Asıl önemlisi tercih özgürlüğüdür.
Türkiye tercih özgürlüğünden vazgeçecekse bunun toplumsal bir ölüm olacağını hep birlikte görelim.
Türkiye’de kapanmayan tek bir insan bile kalmış olsa iktidarların görevi o tek kişinin haklarını ve tercihini koruyup kollamaktır.
Demokrasi budur, açık toplumları yaşatan ilke de budur.
Bunlar çok basit temel ilkeler olabilir ama bazı ilkelerin ne kadar basit olurlarsa olsunlar Türkiye’de mutlaka tekrar tekrar yazılması, anlatılması gerekebiliyor. Çünkü bazen güç sahipleri, bazı ilkelerden habersiz gibi davranabiliyor.
Bu gazete, demokrasi, özgürlükler, tercih özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğünün inançla savunucusu olacaktır.
AKP de kendi varlığının bu özgürlüklere ve demokrasiye bağlı olduğunu anlayınca her şey daha güzel hale gelecek, buna eminiz.
Serdar TURGUT
AKŞAM - 08 Aralık 2007