Namık Kemal KAYA
İnsan, yaşamı anlamlandıran yegane varlık olarak, dünyanın evrendeki en kıymetli temsilcisidir. İnsanı anlamlandırarak farklı kılan ise, düşünme ve üretme sanatıdır. Dolayısıyla sanat, insanlık tarihinin her döneminde var olmuş ve var olmaya devam edecek bir olgudur. Sanat, insanlığın geçirdiği evrimleri, yaşama biçimlerini, yaşama bakışları, sanat biçimleri ve sanata bakış açılarını değiştirerek her dönemde ve her toplumda, farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Bu vesile ile bazı tanımlamalara bakacak olursak;
Hegel'e göre; sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.
Marks'a göre; yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanat gelişebilir.
Munro'ya göre ise sanat; "doyurucu, estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisidir." Sanat, güzel ile uğraşır. Güzel, göreceli bir kavramdır. Kendi içinde tutarlı bir bütünlüğü taşıyan şey, çirkin, acı verici, iğrendirici bile olsa, estetik açıdan güzeldir.
Tolstoy’a göre sanat; "İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacıdır."
Bana göre sanat; "İnsanın, kendisini anlamlandırmak için, evrende ve dünyada gerçekleşen olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini bilgi birikimi ile yoğurarak gösterdiği üretme becerisidir. Bu beceri çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi unsurlar aracılığı ile güzel ve etkili bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyettir."
Sanat, nesnel yaklaşımda toplumsal etkilerle, öznel yaklaşımda ise, salt bir bireysellikle yaratılır. Sanatçı ise, zekası ve sezgileriyle çağının önünde giden insan olduğu için, çoğu zaman yaptığı çalışmalar anlaşılmaz. O çalışmaları anlayabilmek için çaba sarf etmek gerekir.
Bugün sanat, duygusal ve düşünsel anlamda etkileme gücüne sahip, en belirgin iletişim aracıdır. Bu iletişimin daha güçlü olabilmesi için, sanatçıya ait kişisel olgunun yanı sıra toplumsal bir olguya da ihtiyaç vardır. Bu olgu, sanatçı için geçmişte usta çırak ilişkisi ile başlarken, günümüzde ise eğitim süreci ile başlar ve ömrünün sonuna kadar devam eder. Toplum için ise, bu olgunun süresinde sınır yoktur.
Geçmişten günümüze kadar geçen süreçte, yaşanan olaylar karşısında toplumsal olguyu hızlandıran sanat dallarının başında, sahne sanatlarının ana kaynağı olan tiyatro gelmektedir. Tiyatro; oyun yazma ve yazılan oyunu sahnede, izleyicinin önünde oynama sanatıdır. Sahne sanatlarının en zor olanı tiyatrodur. Çünkü yazar tarafından kaleme alınan oyunun tüm detayları en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş olmalı. Yazar oyunu kaleme alırken kullandığı üslup, dili ve anlatım gücü, verilmek istenen mesaj, ritim, duygu, bağlantılar, replikler ve geçişler oyunun konusu ile çelişmemeli, aksine zenginlik katmalıdır. Ve yazar kaleme aldığı oyunu kurgularken beyninde defalarca hissederek ve yaşayarak olgunlaştırmak zorundadır. Bu süreç tiyatro oyununun birinci aşamasıdır.
İkinci aşaması ise oyunun sahnelenmesidir. Bu aşamada yönetmen, müzik yapımcısı, sahne dekoratörü ile oyuncular devreye girer. Yönetmen başta olmak üzere, müzik yapımcısı, oyuncular ve dekoratör, oynayacakları oyunu, yazarı kadar hissetmeli ve yaşamalıdırlar. Bu aşama, aynı zamanda, yazarın bireysel olarak ürettiği oyunun, sanatsal anlamda toplumda karşılık bulması için, olgunlaşmanın son evresidir. Yazarın yazdıklarını sahnede oynayarak, izleyici ile yazar arasındaki iletişimi güçlü ve doğru bir şekilde kurmak, toplumsal olgunun gelişmesi açısından son derece önemlidir. Dolayısıyla yazar ile izleyici arasındaki köprü sahnedir. Köprüyü her iki yakaya bağlayan, müzik, sahne dekoru ve sahnede oynayan oyuncular ile yönetmendir. Sonuç olarak yazılan başarılı bir oyunun, başarısını devam ettirmesi için sahnesinin güçlü olması gerekmektedir.
Serdar DOĞAN ’ın kaleme aldığı “Yangın Yeri Maraş” adlı oyunun “Canlar Tiyatro Gurubu” tarafından, katliamın otuzuncu yıl dönümünde İstanbul, Ankara ve İzmir de oynanması, siyasal, toplumsal ve sanatsal anlamda son derece önemlidir.
Aradan otuz yıl geçmiş olmasına rağmen, bütün yönleri ile karanlıkta kalmaya devam eden ve hala çözülemeyen faili meçhul katliamların başında gelir Maraş Katliamı. Devlet, failleri biliyor olmasına rağmen, onları yakalayarak hukuka teslim etmeye cesaret edememiştir yada etmek istememiştir. Serdar DOĞAN, yazdığı bu oyunda, Alevilere karşı planlanan ve uygulanan bu katliamda, devletin rolünü irdeliyor ve sorguluyor. Bu sorgulamada Serdar DOĞAN ‘a göre devlet, hem katliam sırasında gerekli müdahaleyi yapmayarak ve hem de otuz yıldır failleri bildiği halde haklarında işlem yapmayarak tavrını ve taraflılığını belgelemiş durumdadır.
Yapılan katliama karşı, zamanında ve yeterince toplumsal muhalefetin olmaması, katliamın planlayanlarını cesaretlendirmiştir. Bu cesaretle Eylül 1978 yılında Sivas olayları, Mayıs ve Temmuz 1980 yılında çorum olayları planlanmış ve uygulanmıştır. Bu olayları hazırlayarak katliamları gerçekleştirenler, 12 Eylül 1980 askeri cuntanın başa gelmesi için zemin hazırlamışlardır. Bu anlayış, 12 Eylül 1980 darbesi ile devlet kademelerinde, daha da güçlenerek, başta Uğur MUMCU olmak üzere, Bahriye ÜÇOK, Ahmet Taner KIŞLALI gibi aydınların katledilmelerinde önemli roller oynadılar. Aynı cesareti, 2 Temmuz 1993 yılında Sivas ‘ta Madımak Otelinde otuz-beş aydınımızı diri diri yakarak gösterdiler.
“Yangın Yeri Maraş” oyunu yazılırken kullanılan üslup, dil ve anlatım gücü ile verilmek istenen mesaj, ritim, duygu, bağlantı, replik ve geçişleri ile son derece başarılı, sanatsal bir olgu yakalanmış. İzleyici Maraş katliamını yaşarken bazen Nazi Almanya’sının dehşet verici soykırımlarına tanık oluyor, bazen da İspanyol kadınların faşizme karşı gösterdiği dirence gidiyor. Bu geçişler ve işlenen konular, farklı ülkelerde olsa da, katliamların insan üzerinde yarattığı etki hep aynıdır. Yazar kaleme aldığı oyunu kurgularken beyninde Maraş’ı defalarca, hissederek ve yaşayarak olgunlaştırmış. Bu olgunlaşmayı izleyiciye aktarırken, Cengiz SEZGİN ‘in yönetmenliğinde hazırlanan sahne dekoru, oyuncuların sahne performansı ile İlkay KAYKU’nun zorluk derecesi yüksek rolündeki olağanüstü performansı ve Hasan YÜKSELİR ‘in, fırtınalı deniz dalgalarını andıran müziği, izleyiciye adeta insan olmanın sorumluluklarını ve bilincini hatırlatıyor.
“Yangın Yeri Maraş” oyununu izlemek, Maraş’ı yaşamak kadar gerçekçi, Madımak Otelindeki yangın kadar acı veriyor insana. Ben insanım diyene…!
20 Aralık 2008
Namık Kemal KAYA / Mimar
KAYNAK : Alevihaber.com