(...) Anadolu Alevilerinin anlattığına göre “Hızır Aleyhisselam ve İlyas Aleyhisselam peygamber mertebesinde iki kardeştirler. Bunlardan Hızır karada, İlyas deryada zorda ve darda kalanların imdadına koşar. İkisi de ölümsüzdür”. Abı hayat denilen ölümsüzlük veren suyun çeşmesinden yalnız bu iki kutsal kişinin su içtiğine inanılan bu kardeşlerin, yaşadıkları her yerde hazır ve nazır oldukları varsayılır. “Onlar yürekten aşk ile çağıran herkesin imdadına erişirler.”
Sennur SEZER : Ölümsüz bir yol gösterici
Halktır, anlatır, süsler, inanır. Yüzyıllardır, yardımcı umduğunda mırıldanır, Boz atlı bir kurtarıcıdır...
Halktır, anlatır, süsler, inanır. Yüzyıllardır, yardımcı umduğunda mırıldanır, “Yetiş ya Hızır!” Boz atlı bir kurtarıcıdır ona yol gösterecek olan. Dağbaşında ya da çöl ortasında kaldığında terkisine alacaktır garibi, çaresiz kalanı. “Yum gözünü” diyecek önce, sonra “Aç gözünü” dediğinde garip ulaşacak dilediği yere. Ne atını görecek Hızır’ın ne izini... Bilecek ki bir başka çaresize yardıma koşmak için uzaklaşmış, gitmiş.
Boşuna değildir “Hızır gibi yetiştin!” sözü. Ve Anadolu’nun hemen her şehrindeki “Hıdırlık Tepe”ler. Hıdır ile Hızır aynı sözcük aslında. Aslı yeşilden gelir. Hızır’ın bastığı oturduğu yerler yeşerirmiş de... Bu tepelere Hıdrellez’de gezip tozmaya çıkılırmış. Ama bence çoğu kez Hızır’ın yolu gözlenir buralardan...
Hızır’ı İslam da reddetmez. İnananların bilgilileri derler ki: “Hızır Aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefat etti. Ancak Allahü teâlâ onun ruhuna insan şeklinde görünmek ve kıyamete kadar yardım isteyen Müslümanların imdadına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özellikleri verdi. Bâzı alimler “nebi” (peygamber), bazı alimler de “veli”dir (ermiş) dediler. Hızır Aleyhisselâmda yaşayan insanlarda görülen haller bulunduğu için yaşıyor zannedilmektedir.”
Nedir mi Hıdrellez?
Hızır ile İlyas’ın buluştuğu kutlu gün. Bilirsiniz, İlyas (Tevrat’ta Elias diye anılır, biz İlyas deriz) Tanrı elçilerindendir.
Anadolu Alevilerinin anlattığına göre “Hızır Aleyhisselam ve İlyas Aleyhisselam peygamber mertebesinde iki kardeştirler. Bunlardan Hızır karada, İlyas deryada zorda ve darda kalanların imdadına koşar. İkisi de ölümsüzdür”. Abı hayat denilen ölümsüzlük veren suyun çeşmesinden yalnız bu iki kutsal kişinin su içtiğine inanılan bu kardeşlerin, yaşadıkları her yerde hazır ve nazır oldukları varsayılır. “Onlar yürekten aşk ile çağıran herkesin imdadına erişirler.”
Darda, zorda kalan insanların yardımına koşan iki kardeş, Hızır ve İlyas peygamberler, her bahar başlangıcında 6 Mayıs’ta buluşup görüşürlermiş. Hızır’ın dolaştığı yerde yeşerir ve çorak yerler çiçeklerle bezenirmiş. İşte bu olaya dayanarak, halk zamanla bu günlerde buluşmaya başlamış. Yerleşmiş geleneğe göre Hıdrellez gününde, bu buluşmayı ve baharın gelişini kutlamak için eğlenceler düzenlenir. Herkes dilekleri gerçekleşsin diye bir şeyler yapar Hıdrellez güneşi doğmadan. Bahtlarının açılması için genç kızlar geceden gül dallarına kırmızı bezler bağlayıp, gül dibine yüzükler atar, çömleklere eşyalarını koyup gül dibine bırakır, çocuk isteyenler ağaç dallarına minik salıncaklar asar, ev isteyenler bahçe köşelerine taşlardan topraktan küçük ev örnekleri yapar; kiler kapıları, yiyecek kapları, cüzdanlar açık bırakılır ki bereket dolsun. Akarsu kenarındaki yerlerde akarsuya dilekçeler atılır...
İnsanların kıştan kurutuluş ve baharı karşılama gününü her halk, her şehir kendince karşılar. Kimi yerlerde ateşler yakılır. Ağrılardan, kış hastalıklarından kurtulma dilenir. Gül dibine bırakılan çömlekler, eşyalarını bırakanların da bulunduğu kır sofralarında açılır. Aralarında mutlaka mani bilen, gençlerin halinden anlayanlar vardır. Çocuklara sırayla çömlekten eşya çektirilir. Mani söyleyen, eşyayı görmeden söyler maniyi:
“Karanfilsin tarçınsın
Neden böyle hırçınsın
Ne küçüksün ne büyük
Tamam benim harcımsın.”
Eşyanın sahibinin falıdır bu...
Bu tür çömlek açmaların Sivas’ta da yapıldığını, bu manilerin arasında Türkçe-Ermenice maniler de bulunduğunu, Ermenilerle ortak inanışlar olduğunu Sabri Koz yazmıştı.
6 Mayıs yüzyıllarca kurtarıcıların buluştuğu bir halk şenliği olarak kutlandı. Gelenekselleşti.
Gariptir, yönetenler geleneklerin değişmeyeceğini sanırlar. Bir binayı yıkıp, tarihi unutturacaklarına inanırlar. Bir dereyi baraj altında bırakıp, geçmişi silecekleri yanılgısına düşerler. Yöneticidirler yanılırlar.
Şenliklerin cinayetleri unutturacaklarına inananları bile vardır. İşte, Hıdrellez denilen bu halk şenliği 36 yıl önce böyle kötüye kullanıldı. Halkın da gönül verdiği üç yiğit delikanlı, 6 Mayıs 1972’de gün sabaha ermeden hayattan koparıldı. Hıdrellez’in; Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in... Başta Mahir’le, Sinan... onları kurtarmak için yaşamını veren onca delikanlının anılarını örteceği sanıldı.
Deniz’i de kimse unutmadı, Yusuf’u da, Hüseyin’i de... Onların yol arkadaşlarını da... Doğan onlarca, yüzlerce, binlerce çocuğun adı Taylan oldu. Ulaş, Sinan, Mahir, İbrahim... Çocuklara Deniz adı yetmedi Denizgül, Erdeniz adları türetildi... Hüseyin yetmedi İnan... Üçdal oldu üçünü birden anmak isteyenlerin seçtiği ad, Sedar... Geçenlerde Beypazarı’na gittim. Hıdırlık Tepe’ye çıktım. Dedemin anası Emine Hanım’ın baktığı ufka bakacak oldum. Birden, duvar dibinde üç kadın çarptı, daha doğrusu gözüktü gözüme... Neredeyse yüz yaşındaydılar, başlarında yazma bürükler, şalvarlarının önünde önülcekler, önlerindeki torbalarda yedi dağın çiçeği şifalar, yavan aşlara lezzet katacak otlar... Yaşıma bakmadan “Kızım” dediler bana; “Hele bir dileğin varsa dinle şu esen yeli”... Yüzlerine baktım hiç de eğlenir bir halleri yoktu.
“Nedir bu yelin sırrı” diye sordum; “Hızır’a mı ulaştırır dilekleri”?.. Hayıflanır gibi baktılar yüzüme... Sözü birbirlerinin ağzından alıp uzun uzun anlattılar ama ben kısadan keseyim, Hızır görünmezmiş nicedir. Hesaplarına göre otuz beş yılı geçmiş, küsmüş insanlarımıza. İlyas’la buluşmaya gelmezmiş. Bu yel fısıldarmış yapılacağı... Dinledim ama pek inanamadım duyduğuma. “Hele anam sen söyle” dedim; “Ne der bu yel”?..
Bir garip gülüverdiler bir ağızdan üçü de: “Hızır yok... Hızır isteyen Hızır olmalı.”
Durdum bir kez daha dinledim. Bana “Deniz’i özleyen Deniz olmalı... Deniz olmalı” diyor gibi geldi.
Çıkın 6 Mayıs’ta yakınınızdaki bir tepeye de dinleyin bir:
“Deniz olmalı... Deniz olunmalı.”
Sennur Sezer / EVRENSEL HAYAT - 4 Mayıs 2008