Yüksel Işık
Nihayet olan oldu; Türkiye’nin en şen şakrak topluluğu Romanlar da saldırıya uğradı. Önce evleri, dükkânları, araçları ateşe verildi; ardından da, doğup büyüdükleri, aşık olup, çocuklarını büyüttükleri Selendi’den, “can güvenliğiniz için garanti veremiyoruz” diyen Emniyet güçlerinin de “yardımı” ile “zorunlu ikamet” için Gördes’e gönderildiler. Vali Bey’in, “istiyorsanız Selendi’ye gelin ama Salihli daha iyidir” açıklamasını, göç etmelerine vesile olduğu ifade edilen Belediye Başkanının Gördes’e yaptığı çıkartması takip etti. Ama olan olmuştu! Tıpkı, yörenin türküsünde söylendiği gibi; “Selendi’nin samanı/şimdi geldi ayrılığın zamanı”.
Bu ülkede “az olanlara” yönelik yapılanlara dair çok şey söylenebilir. 6-7 Eylül ne ise, Maraş-Madımak ne ise, Ahmet Türk’e ev kiralamaktan vazgeçmek ne ise Selendi’de olup bitenler de aynı şey. Böyle diye her şeyi kanıksayacak mıyız? Bu tahammülsüzlüğün kaynağına inmek, kültürel kodlarını çözmek için üzerimize düşeni yapmak yerine nutuk mu atacağız?
Milliyetçilik, o kadar tuhaf bir şeydir ki, hem “öteki”ni dışlar; hem de “öteki” olmadan kendisini var edemez. Kıyas, milliyetçiliği var eden kültürel kodun varlık nedenidir. Kendisini “öteki” ile kıyaslama, bir badire edebiyatını da beraberinde getirir. Evsiz ya da işsiz kalır, sorumlu olarak “öteki”ni gören zihniyet, Selendi’de Romanlara saldırdı. Şair Sezai Sarıoğlu, “ötekileştirme” kavramı, söz konusu Çingeneler olunca “en öteki” haline dönüştüğüne dikkat çekiyor.
Her milliyetçi ideolojik söylem, kurgusunu, ait olduğu ulusun müreffeh olması ve modern uygarlığın ön safına geçmesi tezi üzerine kurar. Bu tezin toplumsal yaşamda ne kadar karşılık bulabileceği tartışmasıyla ilgilenmeyen milliyetçilik ideolojisi, çoğu zaman gerçekleşemeyen ulusal vaatlerini geliştirdiği “düşman” söylemiyle hep diri tutar. Vaatlerin gerçekleşmemesinin önündeki “düşman” engelinin bertaraf edilmesini körükler. Bu bazen, “Ermeni tohumu” olur, bazen sanal alemde dolaştırılan gerçek olup olmadığı bile tartışmalı olan “Kürde fırsat verme yarab, dehre Sultan olmasın” gibi tarihsel kişiliklere atıf üzerinden yapılır. Bazen de, Selendi’de olduğu gibi, işsizliğin, yoksulluğun, kimsesizliğin, çaresizliğin nedeni olarak görülen Romanlar haline dönüşür.
Milliyetçilik, esas olarak, ait olduğu ulus dışında kalanları reddettiği gibi, aynı ulus devlet sınırları içinde farklı olduğunu dile getiren de hain ilan eder. Bu öyle bir red ve öyle bir ihanet tanımlamasıdır ki, geliştirdikleri ideolojik kurgu nedeniyle bazen dinsel söylemden aldıkları desteği de tereddütsüz tersyüz edebilecek bir içeriğe sahiptir.
Milliyetçilik, ulaştığı nokta itibariyle kendisinden farklı olanın reddi anlamına gelir. Bu da tahammülsüzlük ve düşmanlığa yol açar. İşte Selendi’de “ayrılma vakti”nin geldiğine işaret eden milliyetçiliğin bu püriten halidir.
Selendi’de yaşananlar üzerine, Şair Sarıoğlu, “Çingene olmak kolay değildir” dizelerinin yazarı Makedonyalı Çingene şair N. Nedjo Osman’nın dizelerini hatırlatma gereği duyuyor. Osman, bir şiirinde, “Sormazlar asla neden şarkı söylediğimi/ Sorma/ Keyfim nasıl/Çalgı çalıyorsam, keyfimden değil/ Kurtları uzak tutmak için/ Sersemletmek için onları” diyor.
Selendi’de, bir kez daha insanlığa karşı işlenen suç, “biz” ve “öteki” üzerine kurulmuş bulunuyor. Düşmanlığın körüklenmesine yol açan kör milliyetçilik söylemi, yıllardır, “kurşun adres sormaz” sihirli sözcüğüyle sorgulanmayı engelliyor. Geri çağırmak yetmez; hepimizin şapkamızı önümüze koyup, bu ülkenin renklerini soldurmak amacıyla yapılanlara cevaz veren kültürel kodlarımızı sorgulamamız gerekiyor.
KAYNAK : Alevihaber.com - 11 Ocak 2010