Sivas katliamında sekiz saat boyunca otelde mahsur kalan ve yangında 12 yaşındaki kardeşini kaybeden Serdar Doğan ile ‘Sivas Katliamının Belgesel Oyunu’ üzerine konuştuk: “15 yıldır ağız dolusu gülemedim” / GÜLŞEN İŞERİ
Sivas katliamının üzerinden tam 15 yıl geçti. Kimilerimiz unutmuş olsa da unutturmamak ve toplumu belleksizleştirmemek için direnen birileri var. Yazarak, anlatarak, oynayarak Sivas Katliamını unutturmuyor. Serdar Doğan da bunlardan biri. Doğan, Sivas katliamı sırasında kardeşiyle birlikte yan yana göğüslemiş yangını… Öldü diye morga konulmuş Doğan, 15 günlük bitkisel hayattan sonra yaşama dönmüş; ancak kardeşi Madımak’ta yaşama dönememiş. Katliamın üzerinden uzun yıllar sonra kalemi eline alıp tanık olduğu o sekiz saatlik çaresizliği, umutsuzluğu ve umudu yazmaya karar vermiş.
“Yazarken yeniden yaşadım aynı acıları, bir kibritin ateşi bile beni Madımak’a götürürken nasıl unuturum, nasıl unuturum, aynaya her bakışımda kardeşimi ve 12 yaşındaki Koray’ı görürken” diyor Doğan. Tüm bu acıları yaşayarak çok özel anılarını kendinde saklayıp Madımak katliamının sekiz saatini yazdı. Sonra da sahneye taşınan oyunu Cengiz Sezgin yönetti. Hasan Yükselir de oyunun müziklerini yaptı. SİMURG (Sivas Katliamının Belgesel Oyunu) ilk olarak 2006 yılının 2 Temmuz’unda sahnelendi. 33 aydın ve sanatçının son sekiz saatlerini; korkularını, direnişlerini ve katledilişlerini anlatıyor. İstanbul turnesine çıkan oyun, bugün ve yarın Barış Manço Kültür Merkezi’nde sahnelenecek… Oyunun yazarı Serdar Doğan’la bir araya geldik, aradan 15 yıl geçmesine rağmen o anı yaşıyormuşçasına anlattı acılarını... “O günden sonra ağız dolusu güldüğümü hiç hatırlamıyorum” diyerek başladı konuşmaya...
»Katliamın üzerinden 15 yıl geçti. 2006’nın 2 Temmuz’unda sahnelediniz Sivas Katliamının Belgesel Oyunu’nu... Biraz geriye gidersek, otel içinde bulunan ve yanı başında kardeşini kaybeden biri olarak yazmaya nasıl karar verdiniz o acıları?
Katliamdan sonra hastane sürecim vardı. Sağlığıma kavuştuktan sonra karar verdim. Amatörce gelişti önce kafamda. Daha çok Sivas içeriden nasıl anlatılır diye düşündüm.
Aklımın bir köşesinde hep kaldı. Tabii belirli zamanında geçmesi gerekiyordu yazmam için. Ben yıllarca bekledim, benden önce birileri kaleme alır diye ama hep Sivas’ın sonrası anlatıldı... Ya da öncesi. Otelin içi hiç anlatılmadı, sekiz saatte neler yaşandığını bilmiyoruz.
İkincisi de bu tanıklığı paylaşmak gerekiyordu... Orada şahit olmadığım hiçbir şeyi eklemedim. Otelden sağ kurtulanlar gelip provaları izledi, acaba eksik bir şey verdim mi diye onlara sordum. En büyük dert, otelin içindekileri dışarıdakilere doğru anlatmaktı. Her aileden iki can gitti. Bunu nasıl anlatacaktınız ki...
»Otelden sağ kurtuldunuz, sizi gören aileler neleri paylaştı sizinle? Çünkü onların çocuklarıyla 8 saat çaresizlikle boğuştunuz...
Anneler hep bana sordu, “benim kızım en son ne dedi, nasıldı” diye. “Hangi kattaydı, ya da en son söylediğini hatırlıyor musun?” bu sorularla çok karşılaştım, ama bu soruları cesaret edenler soruyor, yoksa hâlâ konuşamıyoruz ki...
»Peki oyundan sonra?
Oyundan sonra insanlar; “evet şimdi biz anladık içeride neler olduğunu” dediler. İçeride korkuyu, çaresizliği, yalanı, aldatılmışlığı gördük. Tamam dik durmak gerekiyor ama saatlerce taşlanıyorsunuz, bunları yaşarken korkmadık, bekledik diyemiyoruz... En son barikatta, son dakikaydı, hayatlarımızdaki uzatmaları oynuyorduk artık, atılan taşlardan biri Erdal Abi’nin ayağına geldi ve yaralandı, ayağı kanıyordu... Sonrasını da düşünüyorsunuz, belki hepimizi keseceklerdi ama yine o kanı durdurmaya çalıştık... Garip bir duygu o, anlatılamaz ki…
»Devletten bir güvence beklediniz değil mi?
Aziz Nesin, Hasret Gültekin, Metin Altıok gibi çok değerli üstatlar vardı, aramızda konuşurken söylüyorduk, “bunca değerli insanımız var bizi böyle bırakmazlar” diyorduk. Niye devlete güvendik bilmiyorum, galiba yapacak bir şey de yoktu. Devletten mustarip olan insanlar olarak devlete o anda güvenmiş olmak galiba bizim en büyük acizliğimizdi. Sekiz saat taşlandık ve taş atanın sırtı sıvazlandı.
»Size özel anılarınızı kendinizde sakladınız mı?
Tabii ki. Çok özel anlarım vardı otelde, onların benimle kalmasını istedim. Hiçbirini anlatmadım. Son sarılmalara dair birçok şeyi budadım.
»Yazarken ne kadar serinkanlı olabildiniz?
Kardeşini, kardeşin kadar yakın insanları yanı başında kaybediyorsun, serinkanlı olmak mümkün değil. Ama çok küfür ettirmeden bir şey verdim. Ve sahneye koydum. İmkânımız olsa daha çok sesimizi duyururduk ama imkânlarımız sınırlı.
»Sahneye koydunuz, izlediğinizde neler hissettiniz? Neden ses getiremediğinizi düşünüyorsunuz?
1999 yılından bu yana benim için bir düştü bu, birçok insan için de öyleydi. Ama biz öyle bir etki yaratamadık. Genco Erkal Sivas 93’ü sahneledi, oyunu hâlâ büyük bir coşkuyla bekliyorlar. Bizim düşündüğümüz ilgiyi Genco Hoca’nın yanında gördük. Bundan da gurur duyuyorum.
»Nasıl kaygılarınız vardı oyunu sahneye koyarken?
1999’dan beri kurduğum düşü yaptım, evet ama aileler açısından da kötüydü, olayı bir kez daha onlara yaşatacaktım. Bir yandan bu insanlara aynı acıları yaşatıyor olmak beni üzüyordu ama diğer yandan da evet görsünler biz bunu yaşadık demek istiyordum. Ancak insanlar acının üzerine giderse yener; ya da acının farkında olursak onu daha iyi yaşarız. Düşünün Koray henüz 12 yaşındaydı ve 12 yaşında kaldı. Çocuklar izlediğinde “bu ülkede ben de öldürülebilirim”i düşündü, farkına vardı...
»Siz acılarınızla ne kadar yüzleştiniz? O süreci en ağır yaşayanlardan biri olarak, bugün hâlâ Madımak deyince neler hissediyorsunuz?
Tarifi olmayan bir şey aslında. Sigarımı yakarken o kibritin ateşi bile beni Madımak’a götürüyor. Aynaya baktığımda kendimden önce kardeşimi görüyorum, Serkan’ı, Koray’ı görüyorum. Sesim böyle değildi, sesim hâlâ bana yabancı, her konuşmamda bu yabancılığı yaşıyorum.
Yanık izleri ve sızılarım geçmiyor, kabuk bağlıyor, düşüyor sonra yine sızı, yine sızı... Acı sizi bırakmıyor ki... 15 yıl boyunca çok samimi söylüyorum, ağız dolusu gülmedim. Gülmenin bile o insanlara ihanet olacağına inandım. Evet arada güldüğüm oluyor, yemek yiyorum ama o acılar hiç bırakmıyor... Gülemiyorsun doyasıya, acıyla yaşamasını öğreniyorsunuz ama sürekli kanattığını da biliyorsunuz. 1996 yılında da babamı kaybettim, biraz daha kötü oldum.
15 yıldır yüz göz olduk acıyla. İyileşme belirtisi bile göstermek istemiyordum. Çünkü bir süre hatırlayamadım yaşanılanları, sonra anlattılar, acıları toparladım ve yaşıyor olmaktan utandım. Annemin, babamın yüzüne bakamaz oldum. Sonra dedem yanıma gelip saçlarımı okşadı, “annenle baban senin gözüne bakıyor, onlar bir evladını kaybetti seni zorla getirdik, sen de düşersen bu iki insanı da kaybedeceksin” dedi ve ben kendimi toparladım.
»Nasıl etkiler bıraktı sizde?
Reflekslerim zayıf. Top oynayamıyorum. Semah dönemiyorum, içimden bağıra bağıra türkü söylemek istiyorum ama olmuyor, sesim elvermiyor. Beni her anım Madımak’la yüzleştiriyor. Ben yaşadıklarımı seyirciye yaşatabilir miyim diyorum. Belki kötü bir şey ama evet ben insanları kendi yaşadığım acılarıma ortak ediyorum.
»Daha sonra Madımak’a gittiniz mi?
Hiç gidemedim. Gidersem ne tepki vereceğimi kestiremiyorum.
* * *
Ben o iki insanı kardeşimle yan yana getirmem
»Madımak bugünlerde konuşuluyor, müze olması ile ilgili girişimleriniz devam ediyor mu?
Barış ve kardeşlik müzesi girişimi vardı ama hangi barış, hangi kardeşlikten söz ediyoruz. Sana onca zulüm etmiş, 33 şehit verdirmiş bir yer barış ve kardeşlik müzesi olabilir mi? Utanç müzesi yapılacaksa yapılsın. Biz bile baktığımız zaman utanalım. Bir şey yapmadığımız için utanalım. Onlar yaktıkları için utansınlar. Ama illaki yapılmalı bir müze, özellikle kebap dükkânı kaldırılmalı. Nasıl bir ahlaksızlıktır orada yemek yiyor olmak anlamıyorum. Birileri bana demesin Sivas’ın suçu yok diye ama 15 yıldır oranın lokanta olmasına izin veriliyorsa bu kimin suçu?
»Sivas katliamda yaşamını yitirenler olarak farklı farklı rakamlar söyleniyor... Siz konuşmamızın başından beri 33 kişi dediniz...
Katliamın bilançosu 37. İkisi gösterici, taş atmayla yetinmeyip içeri girmek isteyenler. Otel içinde de 35 kişi öldü. Otel içinde ölen iki kişi çalışanlar. 35 diyoruz ama ben demiyorum. İki otel görevlisini de tanıyorum, hatta onlarla tartışmamız da oldu. “Senin patronun bile kaçtı, sen oteli mi koruyorsun” dedim onlara, çünkü onlar otellerini koruma derdindeydi... Çok rahat çıkabilirlerdi ikisi de çıktıklarında belki gösterici sayısı artacaktı, belki evlerine gidip yıllar sonra baktıklarında, “ben bunları tanıyordum” deyip üzüleceklerdi. Ben o iki insanı kardeşimle yan yana getiremem. Bizim kaybımız 33.
Oyun, bugün ve yarın 18.30 ve 20.30’da Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde izlenebilir.
GÜLŞEN İŞERİ
BirGün - 06 Mart 2008