AKP’liler, Osmanlı Devleti’ni bile laik göstermeye başladılar. Türkiye’deki yeni Osmanlıcı akım Türkiye Cumhuriyeti’ni kötü gösterip Osmanlı Devleti’ni yüceltmek biçiminde gelişti.
2. Cumhuriyetçiler ve dinciler bu konuda işbirliği halindeler. Türbanı da meşrulaştıran bu iddianın yanlışlığını Osmanlı belgeleri açıkça ortaya koyuyor.
Belalı türban konusu tartışılırken işin içine Osmanlı Devleti bile sokuldu. TBMM Başkanı Köksal Toptan, Osmanlı devlet düzenine gönderme yapıp “Türk toplumu kendine uygun laikliği asırlardır sürdürüyor.” dedi. Böylece Osmanlı sisteminin laik olduğunu söylemiş oldu. Osmanlı Devleti, Hunlardan sonraki en uzun ömürlü Türk devletidir. Bu devleti yaratanlar, Oğuzların Kayı Boyu’dur. Osmanlı Beyliği’nin oluşum sürecinde şeriat hükümleri değil gelenek ve kabile kurallarının egemen olduğu kesindir. Osman Bey’in, her sürüden 10 koyun almasını isteyen danışmanına verdiği şu ünlü yanıt, bunu gösterir: “Neden? Ben o sürü sahibine ne yardımda bulundum ki koyununu isteyeyim?”
Devlet oluşup merkezi sistem kurulduktan sonra yönetimle halk arasında çatışmalar başlamıştır. 16. yüzyılın başlarında 1. Selim, Osmanlı başkent İstanbul’u Hilafet merkezi yapmış ve Osmanoğulları aynı zamanda Halife de sayılmışlardır. Böylece, Osmanlı yönetimi şeklen ve ruhen şeriat kurallarını benimsemiştir. Buna bağlı olarak da devlet içinde ‘Şeyhülislamlık’ makamı yaratılmıştır. Osmanlı şeyhülislamları Sünni-Hanefi anlayışa göre, Allah adına hükümler vermişlerdir.
Yönetimi temsil eden şeriat yandaşları; soyguna direnen halk tabakalarının ‘Etrak-i bi idrak / Akılsız Türkler’ diye kötülemişler, direnenleri tepelemişler, halk ise tepkisini şöyle ortaya koymuştur:
Şalvarı şaltağ Osmanlı
Eyeri kaltağ Osmanlı
Ekende yoğ biçende yoğ
Yiyende ortağ Osmanlı
ŞERİAT NEDİR?
Şeriat, din adamlarının Kuran’dan ve hadisten çıkardıkları hükümlerdir. Şeriat, dine dayalı devletlerde bugünkü hukukun yerini tutmuştur. Şeriat kurallarını Allah’ın koyduğu ve bunu Peygamberlerin tebliğ ettiği (duyurduğu) kabul edilmiştir. Böyle olunca da padişahlar, Allah adına iş yapan kutlu yöneticiler sayılmışlardır. Osmanlı padişahları da ‘Zıllullah’ -Allah’ın gölgesi- kabul edilmişlerdir. Şeriat, son tahlilde egemen kesimin iktidarını ve yönetimini temsil eden hukuk gücü demektir.
Şeriatın bu yüzünü Osmanlı Devleti’nin son kararları bile en açık biçimde göstermektedir.
5 Nisan 1920’de, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’da Şeyhülislam Dürrizade Esseyid Abdullah Efendi’nin verdiği fetva bunu açıkça gösterir. Osmanlı İmparatorluğu, Sevr Anlaşması ile parça parça edilmiş, Anadolu’ya Yunanlılar çıkarma yapmışlar, İstanbul işgal edilmiş. Mustafa Kemal Paşa, halkı işgalcilere karşı örgütlemeye çalışıyor. Fakat İstanbul’daki padişahın emrindeki Şeyhülislam Abdullah Efendi, yayımladığı fetvada şeriata göre, Anadolu’da düşmana karşı savaşan Milli Kuvvetleri ve onların liderlerini öldürmek gerektiğini söylüyor. Osmanlı’nın son sadrazamı olan Mustafa Sabri Efendi de aynı şiddetle Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e düşmanlık ediyor. Kendisi Tokatlı bir Türk olan Mustafa Sabri, şeriat hükmü gereği Türk milletini şöyle aşağılıyor: “Tövbe ya Rabbi tövbe Türklüğüme/Beni Türk Milleti’nden addeyleme!”
OSMANLICILIK, CUMHURİYET DÜŞMANLIĞIDIR
1980 askeri darbesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni kötü gösterip, yıkılıp gitmiş olan Osmanlı Devleti’ni yücelten çalışmalar hızla yaygınlaştırıldı. Yeni Osmanlıcılık, ABD denetiminde siyasete egemen kılındı. AKP, bu gelişmenin ürünüdür.
Bugün Osmanlı Devleti’ni yüceltmeye çalışanlar, Osmanlı’nın laik olduğunu söylüyorlar. Osmanlı Devleti zamanında farklı dinden etnik grupların dinlerinde serbest olmaları; Osmanlı’nın değil, İslam dininin bir hükmüdür. Bunu Osmanlı’nın işiymiş gibi gösterip buradan laiklik imal etmek hem tarihi hem laikliği çarpıtmaktır. Osmanlı Devleti, daha 16. yüzyılın başlarında, hem en koyu şeriat hükümlerini uygulamış hem de toplumu yapılandırma işlerinden aklı ve olgucu bilimleri atmıştır.
İşte size bazı örnekler:
Kanuni Sultan Süleyman zamanında, İmparatorluk içinde huzursuzluk yaygılaşınca din adamları şeriatı daha sıkı biçimde uygulamak gerektiğini söyledi. Padişah Süleyman da 1538’de bir ferman yayımladı. Bu fermana göre:
1. O zamanının üniversiteleri sayılan medreselerdeki (Sahn) felsefe, matematik, coğrafya gibi akıla dayalı dersler kaldırılacak.
2. Din görevini yerine getirmeyenlere ve dine saygısızlık edenlere ağır cezalar verilecek.
3. Müslümanlar için saygı aracı olarak kullanılan bazı sözler, Gayrimüslimler için kullanılamayacak ve yine Gayrimüslimler, Müslümanlar gibi giyinemeyecekler ve gezemeyecekler.
Sonraki belgeler de gösteriyor ki Gayrimüslimler, Müslümanlar gibi giyinemez; hatta Müslümanların kullandığı renkten elbise bile yaptıramazlar, ata binemezler, Müslümanlarla aynı biçimde yürüyemezlerdi.
İşte Osmanlının laikliği budur.
ŞARAP VE BOZA YASAK
Kanuni Süleyman zamanındaki şeriata göre yasaklar hızla yaygınlaştırılıyordu. 1555’lerde uygulanan bu yasağı Avusturya Elçisi O. G. Busbecq şöyle anlatıyor: “Peygamberin emrine aykırı olarak İstanbul’da şarap içmek pek yaygın hale gelmişti. Bir gün Sultan’ın bir fermanıyla, şarap içmek, imal ve ithal etmek yasaklanıverdi. Bu yasak Müslümanlardan başka, Yahudi ve Hıristiyanları da kapsıyordu.”
İstanbul’a şarap ve rakı getirilmesi, bunun halka satılması, şeriata göre yasaklanıyor ama devlet şaraptan elde ettiği vergiyi yitirince hemen bu karar değiştiriliyordu.
23 Temmuz 1573 tarihli buyrukta şunlar söyleniyor özetle:
“İstanbul Başyargıcına buyruğumdur: Bundan önce kâfir kesimi kentlere şarap ve rakı getirmekten yasaklanmış ve böylece de şarap vergisinden vazgeçilmişti. Ama bu kesim yine hile ile şarap ve rakı getirmektedir. Fakat gizlice getirilen şaraptan, şarap vergisi alınamamaktadır. Bu durum geliri azaltmakta ve hazineye büyük zarar vermektedir. Bundan böyle bunların getirdiği şarap ve rakıdan vergi alınmalıdır.”
Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu bu dönemde şarabı bırakın, boza içmek bile yasaklanmıştır.
17. yüzyılda kahvehaneler ve kahve içmek de yasaklanacak; direnen binlerce insanın kellesi kesilecektir. İnanmayan
4. Murat devrindeki bu zulmü inceleyebilir.
YUNUS EMRE KAFİR İLAN EDİLDİ
Bugün İstanbul’un tarihi bir caddesine ismi verili bulunan Şeyhülislam Ebussuud Efendi, dönemin devlet işlerini ve sivil hayatını dinsel hükümlere (şeriata) göre şekillendirmiştir. Bu yüzden, Yunus Emre’nin şiirleri bile dine aykırı sayılmış, bu şiirleri okuyanların öldürülmesi gerekir diye fetvalar verilmiştir.
Yunus Emre’nin “Cennet cennet dedikleri, bir ev ile birkaç huri/İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni” diye başlayan şathiyesini okumak, idam edilmeyi göze almak demekti.
(Bu benzeri fetvaları merak edenler, M. Ertuğrul Düzdağ’ın yayımladığı Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları’na bakabilirler.)
ALEVİLER DİNSİZ SAYILDI
Şeriat, dinin özü gibi gösterilse de siyasetin özüydü. Osmanlı Devleti, İran’daki Türkmen Devleti Safevilerle çatışmaya başlayınca, Anadolu’daki Alevileri birdenbire ‘dinsiz!’ ilan ettirdi. Gerek Saru Görez gerek Kemal Paşazade, gerek Ebussuud Efendi, şeriata göre “Kızılbaşların katledilmeleri, mallarına el konulmaları din gereğidir!” diyerek fetva verdiler. Yavuz Sultan Selim de bu şeriat hükümlerine dayanarak bir seferde Anadolu’da 40 bin dolayında Alevi’yi yok etti.
Daha sonra da katliam sürdü gitti. Aleviliğin kollarından olan Hamzaviler, İstanbul’da Fenerbahçe tarafında katledilip dereye atıldılar ama “Sayılmayız parmak ile / Tükenmeyiz kırmak ile” diyerek şeriata direnmeyi sürdürdüler.
Bu konudaki en dehşetli fetvaları görmek isteyenler, tarafımızdan yazılan ‘Osmanlıda Karşı Düşünce ve İdam Edilenler’ adlı kitaba bakabilirler.
ÂLİMLER YAKILDI, KATLEDİLDİ
Osmanlı Devleti zamanında, hiçbir İslam ülkesinde görülmeyen facialar da şeriat hükmü diye ortaya konuldu. Sivas’ta yakılan aydınlardan 530 sene daha önce Edirne’de Hurufiler diri diri yakıldılar.
Fatih Sultan Mehmet’in sarayında sohbetlere katılan Hurufi mezhebinden Müslümanlar, dönemin şeriatçı din adamları tarafından, padişaha rağmen ölüme mahkum edildiler ve yakılarak yok edildiler.
Bu konudaki ayrıntıları da yukarıdaki kitabımızda ortaya koyduk.
Hurufileri bırakın, bir de Tokatlı Molla Lütfi’ye bakın. Bu ünlü Osmanlı âlimi, “Bizim kıldığımız namaz değil; namazı kendinden geçerek kılmalısın!” dediği için 2. Bayezit zamanında kellesi kesilmiştir. Kafir ilan edilen bu âlim, idam yerine kelime-i şahadet okuyarak gittiği halde Osmanlı şeriatından canını kurtaramamış, kafası kılıçla kesilmiştir.
İŞTE OSMANLI’NIN ÂLİMLERİ
Bugün Başbakan Erdoğan, "Ulemaya sorun!" diyerek çağdaş hukukçuları ve bilim adamlarını ikinci sınıf gösteriyor. İşte o Osmanlı uleması, çıkarcı tutumları ile padişları bile bezdirmiştir. Padişah III. Mehmet bir yakınına şöyle demiştir:
"Şu dünyada sözüne sadık ve hakbilir kimse bulamadım. Önce, Şayhülislam Bostan Efendi'ye güvendim, hemen cahil kardeşini Rumeli kazaskeri yaptı. İyi eğitim görmemiş oğlu için de Selanik kadılığını istedi.
Babamın hocası Sadettin Efendi'ye din ve devletin hayrını isteyen kişi diye önem verdim. O da hemen genç bir oğlunu Anadolu Kazaskeri yaptı. Küçük oğlunu da Edirne kadılığına atayarak alimler arasında benim adımı kötüye çıkardı, kendisini ve çocuklarını da aleme rezil etti".
2. Mustafa'nın hocası Seyit Feyzullah Efendi, iki senede büyük oğlunu medrese mezunu ettirdikten sonra onu hızla kazasker yaptı. Hatta işi daha da ileri götürerek kendi ölümünden sonra yerine oğlunun getirilmesi için padişahtan buyruk aldı. Üçüncü oğlunu 18 yaşında iken Bursa kadısı yaptırdı. En küçük oğlu İbrahim 10 yaşında olmasına karşın Yeni Şehir kadısı olarak atandı. Bununla yetinmedi, damadını, hatta hatta sarayındaki kendisine yakın sıradan görevlileri bile çok üst makamlara getirtti.
Osmanlı ulemasının haset ve çıkarcı olduğuna, şeriat üzerinden gericilik ürettiğine ilişkin binlerce belge ve bilgi ortadadır.
Rıza ZELYUT
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy3353 = 'riza.zelyut' + '@';
addy3353 = addy3353 + 'aksam' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
var addy_text3353 = 'riza.zelyut' + '@' + 'aksam' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
( '' );
3353 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
AKŞAM - 24 Şubat 2008