Alevilik tartışması bitmiyor, şimdi de yargıdaki Aleviler hedefte.
Sefa Feza ARSLAN / Radikal II
Halen Dersim'in, Maraş'ın, Sivas'ın, Gazi'nin travmasını yaşayan Alevilere, sürekli üst perdeden bir dille akıl verenler, biraz da bu Sünni muhafazakâr hegemonyayı sorgulasınlar
Referandum ve üzerine yapılan tartışmalar geride kaldı ama ardında o süreçteki cepheleşme içinde çok da dikkat çekmeyen, yeterince tartışılmamış fakat bir o kadar da önemli bir nefret söylemini bıraktı. Alevifobi olarak da adlandırabileceğimiz, Alevilere yönelik bu nefret söylemi referandum sürecinde hiç çekinmeksizin ve utanmaksızın siyaset arenasında dillendirildi. Bu nefret söylemini, Tayyip Erdoğan’ın “Alevilerin katli vacip” diyen Ebussuud efendiye övgüler düzmesinde, “Dedelerden talimat alma dönemi bitti” deyişinde veya kendisini Alevi hakimlerin mahkum ettirdiğini ima edişinde gördük. Yine, Vakit gazetesinin Kemal Kılıçdaroğlu için kullandığı “Dön dede dönelim” gibi istihza dolu başlıkları, gazetenin Alevifobik yayın anlayışının apaçık örnekleriydi. Bu örneklerin, toplumda Alevilere karşı farklı düzeylerde ve biçimlerde varolan önyargıları beslediğini, hatta Alevilere yönelik düşmanlık hislerini kaşıyabileceğini görmek yeterince tüyler ürpertici. Ancak, bu yazıda esas üzerinde durmak istediğim, referandum sürecinde, ülkenin milliyetçi muhafazakârlarının argümanlarını içselleştiren ve hatta derinleştiren bazı liberallerin de katkılarıyla bu toprakların iflah olmaz hastalığı olan Alevifobinin hiçbir direniş görmeksizin kemikleşmesi. Öncelikle şunun altını çizelim: Herhalde dünyanın hiçbir yerinde, liberallerin bir madun gruba yaptığı böylesine acımasız ve empati yoksunu bir saldırı görülmedi. Oysa ki biraz mürekkep yalamış bir liberal, o toplumun madunları hakkında konuşurken en azından “siyaseten doğruculuk” gereği daha ölçülü bir dil tutturması gerektiğini bilir.
Medya katkısı
ABD’de bir liberal yazarın, ülkede yapılacak değişikliklerin yargıdaki “egemen siyah ya da Hispanik cuntayı” yok edeceğini söylediğini düşünelim. Bu teşbih kesinlikle abartılı değil. Nitekim, Taraf gazetesinde Ayhan Aktar 30.08.2010 tarihli yazısında “Yüksek yargıdaki Kemalist-Alevi cuntasının dağıtılmasından” söz etti. Dikkatinizi çekerim: Kemalist cunta değil, Kemalist-Alevi cunta! Aktar’ın bu iddiasının tek dayanağının Vakit gazetesindeki Mehmet Moğultay ve Seyfi Oktay dönemine ilişkin nefret söylemi dolu yazılardan beslenen fikirler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim Emre Aköz de benzeri fikirleri Sabah gazetesinde 23.09.2009 tarihli yazısında şöyle dillendirmişti: “Nüfusun yüzde 15’ini oluşturan bir mezhep üyelerinin, yüksek yargıdaki koltukların diyelim ki yüzde 50’sine oturmaları normal mi?” Zaten, burada esas tehlike, yıllar önce sadece Vakit ve Zaman gazetelerinin iddiaları olarak dillendirilen fikirlerin, bugün Emre Aköz ve Ayhan Aktar gibi yazarların elinde meşru söylemler olarak genel kabul görmesi. Buradaki “Alevi-Kemalist cunta” ve “yüksek yargıda Alevi çoğunluğu” iddiaları üzerinde özellikle durmak istiyorum. Alevi vurgusunun buradaki anlamı nedir? Bu yazarlar, gerçekliği kendinden menkul iddialarına göre, yüksek yargıda sayıları çok olan Alevilerin, orada Alevi kimlikleriyle var olduklarını mı vurgulamak istiyor, yoksa demek istedikleri şu mu: Aleviler zaten genellikle Kemalist oldukları için yüksek yargıda daha çok temsil ediliyor. Eğer ikinci seçenek doğruysa, o zaman onların Alevi olduklarını vurgulamak Alevifobiden başka bir şey değil. Zira bu iddiaya göre, o kişiler o yerlere Alevi oldukları için değil, Kemalist oldukları için geliyor. Diğer bir deyişle, yargıda Alevi kimlikleriyle var olmuyor, Alevilik için veya Aleviler lehine ayrımcı herhangi bir şey yapmıyor. Sırf kökenleri Alevi olduğu için, bu kişilerin Aleviliklerini vurgulamanın ve bir cunta oluşturduklarını iddia etmenin literatürdeki adı Alevifobidir. Peki, varolduğu iddia edilen “Alevi cuntası”, Alevilerin hukuki yoldan hak arama mücadelelerinde mahkemelere Aleviler lehine baskı mı yapmış? Sivas ve Gazi katliamının davalarına müdahalede mi bulunmuş? Aksine, Yargıtay’ın davanın Trabzon’da görülmesine karar vererek adeta aileleri cezalandırdığını hatırlayalım. Öyleyse, iddia edilen cuntanın başındaki Alevi sıfatını hiç sorgulamadan kullanmayı meşrulaştırabilecek en küçük bir olgusal kanıt var mı? Çok açık olarak söylemek gerekirse, yargıda “Alevi çoğunluğu” ya da “Alevi cuntası”, milliyetçi-muhafazakâr aşırı sağcıların ürettiği bir mitten başka bir şey değil ve dahası Alevifobinin yeni bir tezahürü. Hanefi Avcı’nın Fethullah Gülen cemaatinin polis teşkilatı içindeki örgütlenmesine ilişkin iddialar içeren kitabının komplocu tezlerden oluştuğunu tereddütsüz yazanların, yargıdaki “Alevi cuntası” miti hakkında tek satır yazmamaları, nasıl açıklanabilir? Örneğin, Roni Margulies Taraf gazetesinde 25.08.2010 tarihli yazısında şöyle sormuştu: “... Emniyet teşkilatını, daha bilmem hangi teşkilatları tümüyle ele geçirmişler. Ee? Sorun nedir? Adamın biri emniyet müdürü veya general veya okul müdürü. Gidip ‘Sen Fethullahçı mısın?’ dedik. ‘Evet’ dedi, ‘ben Fethullah Gülen’in tüm dediklerine inanırım, hocamdır’ dedi. Ne yapılması öneriliyor? İşten mi atmak gerek adamı? Hapse mi atmak gerek?” Peki, Margulies hiçbir olgusal desteği olmayan “Alevi cuntası” veya “Alevi çoğunluğu” iddiaları için de en azından Gülen cemaatine yönelik iddialar için gösterdiği cevvalliğin yüzde birini niçin göstermiyor? Bu sorunun, muhafazakâr Sünni bloğun kültürel hegemonyasına teslim olmaktan başka bir cevabı olduğunu düşünmüyorum. Alevilere ilişkin yazılan, olgusal temele dayanmayan klişeler de, Alevifobi de esasında bu muhafazakâr Sünni hegemonyanın kurucu fikirleri. Halen Dersim’in, Maraş’ın, Sivas’ın, Gazi’nin travmasını yaşayan Alevilere, muhafazakâr klişelerle yaklaşıp sürekli üst perdeden bir dille akıl verenler, biraz da bu Sünni muhafazakâr hegemonyayı sorgularsa, belki Türkiye için gerçek bir demokratikleşmenin yolu açılabilir.
SEFA FEZA ARSLAN: Öğretim üyesi
RADİKAL 2 - 5 Ekim 2010