ALİ BALKIZ / EVRENSEL
Kimi kez, ayırdında olarak, ya da olmayarak, bırakın el-alemi en yakınınızdaki birini bile, haksız yere, kırabilir, üzebilir, incitebilir, hatta cezalandırabilirsiniz.
Haksız yere... Biraz sakinleşince; kendi kendinize sorunca; ya da biri anımsatınca; haksız olduğunuzu anladığınızda ne yaparsınız? Yapacağınız tek şey var: Özür dilemek.
Özür dilemek; hatadan, haksız konuma düşmüş olmaktan geri dönme halidir. Tamirattır. Ve elbette karşınızdakinin kabulüne bağlıdır.
Denilebilir ki; özür dilemek de bir erdemdir. Doğrudur bu söz. Yıktınsa yapacaksın, bozdunsa düzelteceksin, kırdınsa yapıştıracaksın... İzi kalsa da böyle yapacaksın.
Özür dilemek; karşıdakinin gönlünü alma, üzüntüsünü, acısını paylaşmanın yanında, daha da önemlisi; “Ben bir daha bu hataya düşmeyeceğim” demektir. Kendi kendini tamir etmektir. Karşıdakiler aracılığı ile kendimizi adam etmenin ilk adımıdır.
Bu anlamda erdemdir. Yoksa hep; “Adam olmaya aday” konumunda kalırız.
Günlük yaşamımızda o kadar çok özür dileriz ki; özür dilediklerimiz; bakışları, gülüşleri, hareketleri ve sesleriyle bizi o kadar çok bağışlarlar ki...
Ve biz özür dileyenler; bir daha bu konuma düşmemek için, öylesine özenli, dikkatli davranırız ki, parmağımıza ip bağladığımız bile olur.
Önceki gün sevenleri Türkan Saylan hocayı yolcu ettiler. Ömrünün son aylarında yaşadıklarına dair o kadar çok söz söylendi, yazı yazıldı ki... Yedi Tepe’yi doldurur.
Hiç kuşkunuz olmasın; en özlü sözü, eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri, Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç söyledi.
Dedi ki paşa: “Devlet, belki bir gün Saylan’dan özür dileyecektir.”
İyi de... Yani şimdi şu olacak şey mi?
Bizim ülkemizde, kültürümüzde, yaşam tarzımızda, terbiyemizde, siyasi, sosyal, ekonomik yaşamımızda, “özür dilemek” diye bir kavram var mı?
Bir anne-baba’nın çocuğundan, öğretmenin öğrencisinden, patronun işçisinden, müdürün memurundan, sürücünün yolcularından; imamın cemaatinden, milletvekilinin seçmeninden, çobanın sürüsünden özür dilediği görülmüş müdür?...
Devlet, neden Saylan Hoca’dan özür dileyecekmiş?... Sabahın seher saatlerinde evi basıldı, arandı, kimi kağıtlar götürüldü diye...
Dilemez...
Dilerse, yüce, ulu, hakim, hakan, egemen, erk, erkek olma özelliğine kendi diliyle gölge düşürmüş olur.
Hiç görülmüş müdür bizim devletimizin özür dilediği?
Mustafa Suphi’den başlayarak, 27 Mayıs’tan başlayarak, Madımak, Gazi, Çorum, Maraş, 12 Mart, 12 Eylül diye daha binlercesini sıralasak...
Kore’ye ne der devlet?...
Petrol Yasası’na ne der?...
IMF’ye ne der?...
“Oh ettik” der.
Akıllının biri de kalkar sorar Tuncer Paşa’ya: Sevgili paşam sahi 12 Eylül’de zat-i âlileri hangi rütbeyi taşıyorlardı?...
Türkan Hoca; yaptığı onca işle devleti özür dilemeye çağırıyordu aslında.
Seher vakti evinin aranması bu işin yanında ne ki?...
EVRENSEL - 22 Mayıs 2009