Fehmi SALIK
(...) Bir ülkede öğretim görevlileri, yargıçlar, hekimler; siyaset cambazlarının elulağı oldukları sürece, o ülkenin uygarlık kervanına katılması mümkün olamaz....
Olmayan şeyin belgesi olmaz mış...
Ali Poyrazoğlu nun deyişiyle girelim konuya:
Vay be, ne önemli, ne büyük söz.
Gazeteler de "mal bulmuş Mağribi" gibi manşetlere taşıdılar bu sözü hemen.
Bekledim ki bu sözün tutarsızlığını, çürüklüğünü, akla yatkınlıktan uzaklığını, doyurucu ve inandırıcı olmadığını birileri anlatsın bize.
Bu anlatma işi şöyle dursun; gazetelerinde manşet olarak kullananlar, değişik kanallarda yorumlarda bulunanlar, birilerine verilebilecek çok önemli bir yanıtmış gibi iri puntolarla, vurgulu söylemlerle bu 21. yüzyılın özdeyişini, gözler önüne serip belleklere kazımaya çalıştılar. Adları uzun unvanlarla bezeli kimi akademisyenler de çıktıkları TV kanallarında "Başbakan doğru söylüyor; başbakana inanmayıp da kime inanacağız?" diyebiliyor. Hele hele geleceğimizin mimarı olacaklarına umutla baktığımız gençlerimizin biçimlendiği üniversitelerimizin Sayın Rektörlerinin, böylesi bir özdeyişi, kuzu kuzu dinleyip içlerine sindirebilmeleri, ayrıca hüzün verici bir görünüm. Başbakanı dinleyen bu koca adamların ne sesi çıktı, ne de soluğu. Onlar bu "kuzuların sessizliği"ne bürünürken, üniversitelerin gerçek sahibi olan öğrenciler, görülmemiş bir zulümle karşı karşıya kalıyordu. Söylevini dinledikleri başbakanın polisleri, öğrencilerin üstüne, kız/erkek ayrımı gözetmeksizin coplarla, biber gazıyla saldırıyor; "kraldan çok bir kralcılık oyunu" sahneye koyuyorlardı. Savaşta bile düşmanlar, birbirlerine karşı böylesi bir görünüm sergilememek için büyük özen gösterirdi. Kendi kendime düşünüyorum şimdi; acaba diyorum bu Sayın rektörler, evlerine gittiklerinde, TV'nin önüne şöyle bir kurulduklarında, öğrencilere yapılan bu insanlık dışı saldırıları izledikleri an gözlerini mi kapatıyorlar, yoksa izledikleri TV kanallarını mı? Yoksa kapatma işi nden vazgeçip bir de " oh çekip " rahatlıyorlar mı?
60 yıl önce benim okuduğum Köy Enstitüleri, bugünkü üniversitelerimizden her yönüyle daha demokratik ve daha özgür bir eğitim izlencesi uyguluyordu. Biz o gün yönetime ortaktık; öğrenciler olarak, öğretmenlerimizin aldıkları kararlarda bizlerin de imzaları vardı. Yazıktır bu ülkeye ve ülkemizin gençliğine...
Yukarıdaki özdeyişi işitince, okuyunca; benim de içimden bir özdeyiş oluşturmak geçti; tutkum kabardı; sözcükler dilimin ucundan art arda dökülmeye başladı:
Bir ülkede öğretim görevlileri, yargıçlar, hekimler; siyaset cambazlarının elulağı oldukları sürece, o ülkenin uygarlık kervanına katılması mümkün olamaz.
Hızımı alamıyorum; bir özdeyiş daha:
Bir ülkede siyaset cambazına oyun değnekliği yapan o ülkenin üniversite öğretim görevlisi, o ülkenin yargıcı, o ülkenin hekimi bu değneklikten kurtulup gerçek kimliğine kavuşmadıkça; o ülke gömüldüğü karanlıktan sıyrılıp aydınlığa çıkamaz...
Şaka bir yana; benim özdeyişlerim, yukarıdaki bu uyduruk özdeyişe hiç benzemez. Benim söylediklerimde bir gerçeklik vardır; diğerindeyse bir kaçamak, bir tutarsızlık...
Olmayan şeyin belgesi bal gibi olur.
Belge alınacak ki biz de "böyle bir şey yok" diyelim.
Eloğlu, bizim gibi değil, gerçeği söyler. Hele sen bir başvuruda bulun: "Bana iftira atıyorlar. Oysa benim İsviçre bankalarında tek kuruşum yoktur. Bana böyle bir belge verin" de. "Allah ın kuruşu" ndan değil de, kulun kuruşundan söz et. Eloğlu bu; varsa var; yoksa yok; der. Sen de rahatlarsın o zaman; biz de. İftira atanlar da utanır. Yoksa böyle bir girişim yapmadan efelenmek, bağırmak ne seni suçlayanları korkutur, ne de söylediklerin, dinleyenler nezdinde inandırıcı olur.
"Başbakanlık orununa oturan her kişi, kesinlikle doğruyu söyler" diye böyle bir özdeyiş, literatüre geçmedi henüz. Söylenenin kanıtlanması belgeyle olur ancak.
Şimdi Meclis imizde 300'ü aşkın milletvekilinin yolsuzluk dosyası nın olduğu söylenmektedir. Bu söylentilerin doğru olup olmadığı, belgelerle, hesap vermekle gün ışığına çıkabilir ancak. Ama milletvekillerimizin "dokunulmazlık" adı verilen bir zırhları vardır.
Yiğit ona derim ki ben; gerçekçi ona derim ki, dürüst ona derim ki bu zırhı parmaklarıyla parçalar; adaletin huzurunda halkına hesap verir, aklanır, adam gibi yaşar. Ya da yolsuzluğu saptanır, suç işlediği kanıtlanırsa, o zaman da adam gibi cezasını çeker.
Son sözüm şu:
Bu tür bir zırh, ya da böylesi bir gizlilik içinde yaşayanlara adam gözü yle bakmak gerçekten zor.
Nasıl boğulmuyorlar da soluk alabiliyorlar; orası da ayrı bir konu..
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy57497 = 'fehmisalik' + '@';
addy57497 = addy57497 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text57497 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
57497 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Alevi Haber - 08.12.2010